1.Dünya Savaşı sonrası imzâlanan Mondros Ateşkes Antlaşması ve Paris’te toplanan Barış Konferansı ile Osmanlı İmparatorluğu’nun âdeta tasfiye süreci başlatılmış ve Türk vatanının farklı bölgeleri art arda işgal edilmiştir. 19 Mayıs 1919’da Millî Mücâdele’nin önderi Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan Türk Kurtuluş Savaşı’nın en önemli kırılma anlarından ve meydan okumalarından bir tanesi de temelleri Amasya, Erzurum, Sivas kongrelerinde atılan Mîsâk-ı Millî kararlarının Osmanlı Mebusan Meclisinde kabul edilmesi olmuştur.

Mîsâk-ı Millî’nin hazırlanması için Mustafa Kemal Atatürk, Ankara’ya gelişinin ertesi günü 28 Aralık 1919’da şehrin ileri gelenleri ile görüşmeler ve 1920 yılı başlarında çeşitli toplantılar yapmıştır. Bu toplantılar, Millî Mücâdele’nin hazırlığı niteliğinde olan kararların belirlenmesi için oldukça önemli bir yere sâhip olmuştur. Toplantılarda, Wilson Prensipleri’nin Osmanlı Devleti için önerilen 12.maddesinin, gerçekte Türkiye’nin durumu bakımından kabul edilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş; benimsenmesi ve gerçekleştirilmesi gereken sınırların 30 Ekim 1918 Mondros Antlaşması’ndaki sınırlar olduğu ifâde edilmiştir.(1)

28 Ocak 1920 târihinde gerçekleştirilen bir gizli oturumda, yüz yirmi bir mebusun imzâsıyla altı madde halinde kabul edilen ve 17 Şubat 1920 târihindeki oturumda okunarak îlân edilen “Millî Yemin” (Ahd-i Millî / Peyman-ı Millî) ile Türk vatanının bölünmez sınırları çizilerek, dünyaya Türk Milleti’nin egemenlik hakları duyurulmuştur.

Târihî Mîsâk-ı Millî kararları şu şekildedir:

Madde 1: Osmanlı Devleti’nin, özellikle Arap çoğunluğunun yerleşmiş olduğu, 30 Ekim 1918 günkü silâh bırakışımı (Mondros Mütârekesi)  yapıldığı sırada, düşman ordularının işgali altında kalan kesimlerinin (o sırada Hatay ve Musul bölgesi Türk egemenliği altında idi) geleceğinin, halklarının serbestçe açıklayacakları oy uyarınca belirlenmesi gerekir. Söz konusu silâh bırakışımı çizgisi içinde din, soy ve amaç birliği bakımından birbirine bağlı olan, karşılıklı saygı ve özveri duyguları besleyen soy ve toplum ilişkileri ile çevrelerinin koşullarına saygılı Osmanlı İslâm çoğunluğunun yerleşmiş bulunduğu kesimlerin tümü, ister bir eylem ister bir hükümle olsun hiçbir nedenle birbirinden ayrılamayacak bir bütündür.

Madde 2: Halkı özgürlüğe kavuşunca oylarıyla anavatana katılmış olan üç il (Elviye-i Selâse yani Kars, Ardıhan ve Batum Livâları) için gerekirse yeniden halkın serbest oyuna başvurulmasını kabul ederiz.

Madde 3: Türkiye ile yapılacak barışa değin ertelenen Batı Trakya’nın hukuksal durumunun belirlenmesi de halkının özgürce açıklayacağı oya göre olmalıdır.

Madde 4: İslâm halifeliğinin, yüce saltanatın merkezi ve Osmanlı Hükümeti’nin başkenti olan İstanbul kenti ile Marmara Denizi’nin güvenliği, her türlü tehlikeden uzak tutulmalıdır. Bu ilke saklı kalmak koşulu ile Akdeniz ve Karadeniz Boğazlarının dünya ticâret ve ulaşımına açılması konusunda, bizimle birlikte öteki tüm devletlerin oy birliği ile verecekleri karar geçerlidir.

Madde 5: Müttefik devletler ile düşmanları ve onların kimi ortakları arasında yapılan antlaşmalardaki ilkeler çerçevesinde azınlıkların hakları, komşu ülkelerdeki Müslüman halkların da özdeş haklardan yararlanması umudu ile bizce de benimsenip güvence altına alınacaktır.

Madde 6: Ulusal ve ekonomik gelişmemize olanak bulunması ve daha çağdaş biçimde, düzenli bir yönetimle işlerin yürütülmesini başarmak için her devlet gibi bizim de gelişme koşullarımızın sağlanmasında, bütünüyle bağımsızlığa ve özgürlüğe kavuşmamızın ana ilkesi varlık ve geleceğimizin temelidir. Bu nedenle siyasal, yargısal, parasal vb. alanlarda gelişmemizi önleyici sınırlamalara (Kapitülasyonlar) karşıyız. Saptanacak borçlarımızın ödenmesi koşulları da bu ilkelere aykırı olmayacaktır.

Kabul edilen altı maddelik beyannâme, Millî Mücâdele’nin iç ve dış ilkelerini kapsamıştır. İşgalin ve yabancı boyunduruğunun kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Yıllardır büyük bir sorun olan kapitülasyonlara Millet Meclisi ilk kez büyük ve sert bir tepki göstermiştir. Türk dış politikasının hedefleri belirlenmiştir. Devletin bağımsızlığı, milletin geleceği ve devamlı bir barışın sağlanması için yapılabilecek en son fedâkârlıklar tespit edilmiştir. Londra Konferansı’nda ilk defa dünyaya duyurulan bu bildiri ile Türkiye Cumhuriyeti ve bağımsızlığı diğer ülkeler tarafından tanınmış ve kabul edilmiştir.(2)

Özellikle kongreler döneminde benimsenen ve tâviz verilemeyeceği ısrarla belirtilen “Millî sınırlar dâhilinde vatanın bölünmez bir bütün olduğu”, “Gayrimüslim topluluklara egemenliğimizi zedeleyecek ayrıcalıklar tanınamayacağı” ve “Manda ve himâye fikirlerinin asla kabul edilmeyeceği” ilkeleri, Mîsâk-ı Millî’nin özünü ve ana fikrini oluşturan prensipler olmuştur.

Tüm bu hassâsiyetler dikkate alınırken, içinde olunan siyâsî ve hukukî vaziyet de göz önünde bulundurulmuştur. Sınırlar belirlenirken dayanak alınan “Hudut mevzûsunda esas milliyettir.” anlayışı, imparatorluğun son dönemlerinde devlete hâkim olan bazı gayri millî fikirlerin yerine milliyetçiliğin benimsenmeye başladığının işâretidir. Bu millî duruş, Millî Mücâdele yılları boyunca da devam etmiştir.

Mîsâk-ı Millî kararları, 12 Şubat 1920’de toplanan ve bir ay süren Londra Konferansı’nda TBMM temsilcileri tarafından muhâtaplarına karşı birinci ağızdan savunulmuş ve dünyaya bir kez daha anlatılmıştır.

Büyük önder Atatürk, Mîsâk-ı Millî Beyannâmesi’nin önemini şu sözlerle dile getirmiştir: “Erzurum ve Sivas kongrelerinde modern bir ülke sınırı saptamak gerekti. Ben Türk süngülerinin işâret ettiği sınırı seçtim. Biliniz ki, Mîsâk-ı Millî’nin temellerini Ankara’da kesin olarak saptamışımdır. Sorunun yabancısı olan bazı insanlar, ulusal sınır bahis konusu olduğunda kendilerine önem vererek ve gerçeği bilmeyerek türlü türlü kuruntulara kapıldılar.”

“Mîsâk-ı Millî, barış yapmak için en uygun ve en azından şartlarımızı içeren bir programdır. Barışa erişmek için bir araya getireceğimiz esasları kapsar. Fakat memleket ve milleti kurtarmak için barış yapmak yeterli değildir. Milletin gerçek kurtuluşu için yapılacak çalışmalar, ondan sonra başlayacaktır. Barıştan sonraki çalışmalarda başarılı olabilmek, milletin bağımsızlığının korunmuş olmasına bağlıdır. Mîsâk-ı Millî’nin hedefi, onu temindir. Anadolu’nun amacı, her ne olursa olsun Mîsâk-ı Millî’deki ilkeleri elde etmektir. Bu amaçlarının herhalde elde edileceğine, Anadolu yine kuvvetle emindir.”(3)

Mîsâk-ı Millî’nin îlânı, işgalci İtilaf Devletleri’ni oldukça öfkelendirmiş, 16 Mart 1920 günü yarı işgal altında olan İstanbul resmen işgal edilmiştir. İşgalle birlikte, milletvekillerinin tutuklanıp sürgüne gönderilmesiyle 18 Mart 1920’de son toplantısını yapan Mebusan Meclisi, 11 Nisan 1920 târihinde ise padişah tarafından feshedilerek târihteki yerini almıştır. Bu olayla, bir yandan Osmanlı parlamentosu aldığı târihî kararın bedelini ödemiş, diğer yandan Ankara’da toplanacak yeni meclise giden yol açılmıştır. Nitekim 23 Nisan 1920’de açılacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), yürüttüğü mücâdelede bu millî andı, her zaman bir referans ve kılavuz olarak kabul etmiştir.

Mîsâk-ı Millî, Türk târihi açısından olduğu kadar dünya târihi açısından da önemli bir yere sâhiptir. Zîra dünya târihi içinde insanlığın gelişim süreci incelendiğinde üç târihî belgenin göze çarptığı görülmektedir: Bunlardan birincisi İngilizlerin Magna Carta Libertatum’u (1215), ikincisi Fransızların İnsan Hakları Beyannâmesi’dir. Üçüncüsü ise Türk Milleti’nin Mîsâk-ı Millîsidir.(4)

Sonuç olarak, millî Kurtuluş Savaşı’nı dahi meclis kararları ve yönetimi çerçevesinde demokratik bir şekilde yürüten, savaş ortamında bile insânî ve hukukî ilkelere dâima riâyet eden Türk Milleti; millî sınırlarını çizdiği vatan topraklarının îlânını ve kutsal mücâdelesinin ilk çağrılarından olan bu kararlılığını da bir beyannâme ile bütün dünyaya duyurmuş, âdeta Millî Mücâdele’nin manifestosunu oluşturmuştur.

Mîsâk-ı Millî, ne bir efsâne ne de târihin derinliklerinden intikal etmiş bir destandır. Mîsâk-ı Millî, Türklerin var olduğu devirlerden îtibâren karakterinde mevcut olduğuna inandığımız istiklâl fikrinin, o dönemin şartları içindeki ifâdesi ve tezâhürüdür. Mîsâk-ı Millî, bölünmez bir Türk yurdunun sınırlarını tespit eden ve günümüzde de canlılığını muhâfaza eden, fevkalâde öneme hâiz hukukî ve siyâsî bir vesîkadır.(5)

İstiklâl Harbi’nin başarıyla tamamlayıp yeni Türkiye Devleti’nin kurulmasıyla Mîsâk‐ı Millî tamama ermiş değildir. Lozan’dan arta kalan meseleler, başka bir deyişle Mîsâk‐ı Millî’nin uygulanamayan kısımları –o dönem şartlarında kabul edilmek zorunda kalınan ve Mîsâk‐ı Millî’den verilen tâvizler– yeri ve zamanı geldikçe Türkiye Cumhuriyeti’nin kuvvet ve kudretiyle doğru orantılı olarak birer birer, kısmen veya tamamen çözülmektedir. Boğazlar ve Hatay ile Kıbrıs bunun başlıca kanıtlarıdır.(6)

KAYNAKÇA

(1) Mîsâk-ı Millî’nin Yüzüncü Yılı – Dr. Cengiz Tatar, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü (https://www.21yyte.org )

(2) Mîsâk-ı Millî’nin Yüzüncü Yılı – Dr. Cengiz Tatar, 21.Yüzyıl Türkiye Enstitüsü (https://www.21yyte.org )

(3) Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri – Atatürk Araştırma Merkezi, ss. 82/95

(4) Mîsâk-ı Millî’nin Hazırlanışı ve İlânıyla İlgili Görüşler – Arş.Gör. Serdar Sakin, Erciyes Üniversitesi

(5) Mîsâk-ı Millî İçin Gazi Ne Diyordu? – Necati Aydın, BAU Haber

(https://www.bauhaber.com/misak-i-milli-icin-gazi-ne-diyordu/ )

(6) Mîsâk-ı Millî: Türkiye’nin İstiklâl ve İstikbal Esasları – Prof.Dr. Cemal Güven, Tarihin Peşinde Uluslararası Tarih ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 20, Konya, ss. 107-128

 

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.