“Zaman bir ejderdir ensemizde soluyan”

Dünyanın yaşı insanlığın yaşından şüphesiz çok daha fazladır. Şöyle bir benzetme yapacak olursak konu daha kolay aydınlığa kavuşacaktır. Dünyanın var olduğu târihe 1 Ocak diyecek olursak insan 30 Aralık saat 23:59’da doğmuştur. Dünyanın var oluşuna göre henüz çok genciz. Peki insan ne zaman konuşmaya başlamıştır? Bu soruyu sorduğumuzda çağdaş târihçiler, aynı benzetmeye bağlı kalacak olursak, 23:59.59’u işâret etmektedir. Yâni konuşma becerimiz de henüz çok genç. Uzun zaman susan bir insanla karşı karşıyayız. Sahiden bu konuşamadığımız süre zarfında ne yaptık?

Zaman ilerledikçe insanın dil becerisi gelişti. Dil sâyesinde insan artık daha rahat düşünebiliyordu. Somut düşüncenin yanı sıra soyut konularda da düşünebilme becerisi kazanmıştı. Hayal edebiliyor, kurgulayabiliyor, daha önceden düşündüklerini kayıt altına alabiliyor daha da önemlisi düşüncesini diğer insanlarla paylaşarak anlama ihtiyacını giderebiliyordu. İnsanlar artık daha fazla konuşmasına rağmen daha az düşünüyor. İnsanlar neden düşünmüyor, artık dünyayı anlamaya ihtiyacımız kalmamış mıdır?

İnsan, yaşadığı her gün dünyasını kurgulayan bir varlıktır. Dünyasını rastgele karşılaşmalara bağlı olarak kurgulayamayan insan bu becerisini temelde dikkate borçludur. Dikkati en yalın haliyle odak noktasını bir uyarıcı-nesne üzerine yoğunlaştırmak olarak tanımlayabiliriz. Yâni dikkat etmek bir şeye odaklanmak, kilitlenmektir. Ancak bu sâyede, gerçekleşen değişimin farkına varabiliyoruz. Değişimin farkına vardığımızda ise varlığımızı yeniden kurgulama imkânına sâhip olabiliyoruz. Bunun nasıl olduğunu insanlar yüzyıllardır sormaktadırlar. İnsan ne zaman bir şeye odaklanır, kilitlenir veya dikkat kesilir? Saat gibi tıkır tıkır işleyen bu süreci ateşleyen temel durum nedir?

Konuşamadığı zaman dilimlerinde susan insan şüphesiz bundan çok şey öğrenmiştir. Öğrendiği en önemli şey ise dikkat etmektir. İnsan önce susmuş, çevresini ve kendisini duymaya çalışmıştır. Duymak için yönelmiş, bu sâyede farklı olanı yakalamış ve ona dikkat etmiştir. Dikkat eden insan daha sonra duymaya başlamıştır. Duyduğunu algılamak için bir kere daha susmuştur. Susmuş ve sâdece düşünmüştür. Düşünen insan anlamaya başlamıştır. Değişim artık başlamıştır. Artık hiçbir şey o zamana kadar karşılaştığı ile aynı değildir. İnsan da aynı insan değildir. İnsan, kendisini yeniden kurgulamaya artık hazırdır.

İnsanın kendisini kurgulaması aslında “dünyayı anlamlandırma” çabamız olarak görülmektedir. Kişi, artık daha farklı birisidir. Bu süreç onu değiştirmiş ve geliştirmiştir. Bu anlatım bize bir yerlerden tanıdık gelmektedir. Tecrübeyi tanımlasak aradaki fark çok az olurdu herhalde. Bu yakınlık ve benzerlik elbette sebepsiz değildir. İnsan doğmuş ve doğduğu günden îtibâren zamanın salına binmiştir. Anlatılan hikâye, zaman geçtikçe büyüyen insanın hayatını özetleyen küçük bir vesikadır. Doğduğumuz günden îtibâren algılanan yeni gerçeklere göre hayatımızı yeniden düzenlemekle meşgul olmuşuzdur. Anlatılanları bir düşünün lütfen. Baktığınız her yerde anlatılanlardan dökülmüş bir yaprak görebilecek misiniz?

“Zaman bir ejderdir ensemizde soluyan.” Aldığımız her nefeste yeniden doğar yeniden yaşamaya başlarız. Alınan her nefeste vücudumuza mutlaka bir şeyler girer ve bir şeyler çıkar. Bu doğanın kânunudur. Bir şeyler devamlı yer değiştirir, biz devamlı değişiriz. Biz devamlı değişirken dünya yerinde saymaz, zaman onu da değiştirir. Alınan her nefesle vücudumuzun değiştiği gibi dünyamız da değişir. İnsanın biyolojik yapısı aldığı her nefesle yeniden beslendiği gibi psikolojik yapısı da sustuğu her anla yeniden şekillenir. Susmak ve değişen dünyayı yeniden anlamlandırmak beyhûde bir çaba değildir. Sâdece konuşmak için konuşmamak ya da bir işe yaramayacağı halde konuşmak yerine susmak daha câzip değil midir?

Derken eskilerimizin bir sözü geliyor aklıma, hayret ediyorum:

“Sus, Allah’ın verdiği nefesi boş yere harcama.”

KAYNAKÇA

(1)Gökberk, M. (1999). Felsefe Târihi. İstanbul: Remzi

(2)Holtgraves, T. (2019). Sosyal Eylem Olarak Dil. (Çev. Ed. Tekdemir, G.). Ankara: Nobel. (Orijinal eserin yayın tâihi 2002)

(3)Krech, D., Crutchfield, R. S. (1980). Sosyal Psikoloji. (3. Baskı). (Çev. Güngör, E.). İstanbul: Ötüken. (Orijinal eserin yayın târihi 1948)

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.