Allah bir daha bu millete bir ‘İstiklâl Marşı’ yazdırmasın.” Âmin.

“İstiklâl Marşı’nı” konu alacağımız bu yazıya, büyük üstat Mehmet Âkif’in duâsıyla başlayalım istedim. Olur ki sürç-i lisan edersem El-Hakk’ın ve kârînin affına sığınırım.

Ressam Picasso’ya ait hâtıratı bilmeyen yoktur sanırım. Bilgiyi, emeği vurgulamak için anlatılan bu kıssadan hisseye kulak verelim: “Picasso bir lokantada otururken garson onu tanır ve ona bir kâğıt uzatıp üzerine bir resim çizmesini ister. Picasso kırmaz bu genci ve hemen bir resim çizer. Beş dakîka içinde kâğıdı garsona verir ve bin dolar ister. Garson: ‘Ama beş dakîkada çizdiniz. Bunun için bin dolar mı istiyorsunuz?’ diye tepki gösterir. Picasso ise: ‘Sâdece beş dakîka değil, kırk yıl artı beş dakîka.’ diyerek enfes bir cevap verir.”

Hangi sanat eseri olursa olsun, öyle beş dakîkada ortaya çıkmıyor. Bambu ağacı varî, beş yıl emek verip su ve gübresini eksik etmeyeceksiniz ki bambu tomurcuklanmaya başladığında beş-altı hafta içinde otuz metre uzayabilsin.

Bu burada bir dursun.

Şiir de öyle çalakalem yazılacak bir eser değildir. Ne diyordu Fuzûlî: “İlimsiz şiir, temelsiz duvar gibidir.” Şiir, öyle “Yazdım oldu diyerek olmuyor. Maâzallah altında kalınır sonra duvarın. Şiir sanatı, taş işçiliğine benzer; tecrübe, emek ve özen ister. Hisli bir kalp, bilgi,  işçilik, uykusuz geceler, ilham ve elbette dertlenecek bir dâvâ şiirin olmazsa olmaz sacayaklarıdır.

Bir şiir, şâirin kalemine yüce kelâmdan ilhamdır. Şiir, millî bir destanı yazacak bir ant, bir marş ise bu ilham kallâvî bir inme oluyor şâirine. Bu ilhamın evvelinde şâirinin bir dâvâyı iliklerine kadar hissetmesi, o dert ile dertlenmesi, onu ruhunda ve kılcallarında hissetmesi, şiir dağında halvete ve inzivâya çekilip demlenmesi gerekir. Dünyaya gönül veren, şiir yazamaz. Bunu çok iyi bilir şâir. Ledünî âlemin kapısında doğum sürecinin sancısını çeken, şiirin doğuşunu gerçekleştiren âlim, ârif ve “Âkif” kişidir zîra şâir.

Şimdi biz bu girizgâhı ne için yaptık? Neydi ilkemiz: Önce demlenmek sonra demlemek.

“İstiklâl Marşı”, yaptığı ateşli hutbelerle halkı Kurtuluş Savaşı’na hazırlayan, o günün çetin şartlarını iliklerine kadar yaşayan bir şâirin kaleminin sancısıyla yazıldı. “İstiklâl Marşı”nı doğuran o zor günleri, önce şâirinin kaleminden hatırlayalım ve andımızın nasıl bir ortamda ete kemiğe büründüğüne kulak verelim:

“Binbir fecâyi karşısında bunalan ruhların ıstıraplar içinde halas dakîkalarını beklediği bir zamanda yazılan o marş, o günlerin kıymetli bir hâtırasıdır. O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lâzım. O şiir artık benim değildir. O, milletin malıdır. Benim millete karşı en kıymetli hediyem budur. Allah bir daha bu millete bir ‘İstiklâl Marşı’ yazdırmasın!”

“İstiklâl Marşı”nın kıymet-i harbiyesini anlatacak en beliğ ifâdeleri, yine Mehmet Âkif Ersoy yazabilirdi.

“İstiklâl Marşı” bir destandır, bir millî anttır. Türk’ün ateşle imtihanını, gazâsını, küllerinden doğan bir milletin direnişini ve dirilişini işleyen büyük bir sanat eseridir. “İstiklâl Marşı”nı yazdıran millî ve mânevî değerler, o günün atmosferinde, şâirde aşkın bir coşkunluğa, nevrotik bir sancıya dönüşmüştür. Âkif, “İstiklâl Marşı”nı Tacettin Dergâhı’nda yazmıştır. “İstiklâl Marşı”nı yazarken âdeta dünya ile ilişkisini kesmiş, şiirin sancısıyla kıvranmıştır. Onun bu hâline şâhitlik eden Hafız Bekir Efendi şöyle anlatır: “Üstat bir gece birden uyanır. Kâğıt arar, bulamayınca kalemiyle yattığı yer yatağının yanındaki duvara marşın ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım.’ mısrâsı ile başlayan kıtasını yazar. Ben sabah namazına kalktığımda üstadı çakısıyla duvardaki yazısını kazırken gördüm.”

Herkesin sabırsızlıkla beklediği şiir on gün içerisinde tamamlanır.                                                     Yukarıda Picasso’ya âit alıntı, bu yazıda yerini buldu sanırım. On günde yazılan millî andımız; ömrünü ilim-irfan yolunda harcamış, milletin sancısına şâhit olmuş dâvâ ve dert adamının kırk yıllık tecrübesi, emeği, gayreti, işçiliği ve ilhamıyla ortaya çıkmış bir şâheserdir. Şimdi, Âkif’in “O şiir bir daha yazılmaz. Onu kimse yazamaz. Onu ben de yazamam. Onu yazmak için o günleri yaşamak lâzım.” dediği günleri yâd edelim ki taşlar yerine otursun.

Osmanlı Devleti’nin dağılma süreci… Balkan Savaşları’nın ağır faturası ve “Hasta adam!” muâmelesi yapılan bir devlet… Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmiş bir devlet, ordusu ağır yara almış hatta dağıtılmış bir millet… Mondros Antlaşması ile toprakları paylaşılan millet yorgun, yoksun ve yoksul bir durumda.

Kuvây-i Millîye ile direniş sergileyen bir halk ve bu halkı tek çatı altında, aynı gaye uğruna organize eden basîret sâhibi bir komutan. Emperyalist Haçlı İttifakı azınlıkları destekleyip kışkırtıyor, dışta ve içte fırtınalar kopuyor, yurdun dört bir tarafı şer ittifaklarınca kuşatılmış, yoksunluk ve yoksullukla mücâdele, cepheden cepheye nakledilen yiğitler, yetişmediği yerde yaşlı, çocuk ve kadınlar… Vatan sevgisinin Tekâlif-i Millîye ile perçinleştiği fedâkârlık yarışı… Müthiş bir cephe gerisi, fedâkârlık ve diğerkâmlık destanını yazan Anadolu kadını. Kurtuluş Savaşı, askerlik yapabilecek gönüllü askerlerin; cephe gerisinde lojistik destek veren, kağnılarla cephânelik taşıyan emzikli kadınların; çocuk kahramanların insanüstü bir azmi, îman gücü ve ilâhî yardım eliyle kazanılan bir destan.

“İstiklâl Marşı” üzüm hoşafı ve yarım ekmekten ibâret bir öğün yemekle idâre edilen bir fedâkârlığın vesîkası, Mehmetçiğin düşmanla olağanüstü şartlarda savaştığı Türk’ün ve İslâm’ın son kalesinin marşıdır. “İstiklâl Marşı” ayaklarında çarıkla, altlarında derme çatma kağnılarla, elinde kırık dökük tüfekle, süngüyle, çakıyla, taşla yedi düvele geçit vermeyen Mehmetlerin cihad-ı mukaddesinin; soba borularından batarya yapan, toprak tabyalardaki ilkel ateşli toplarla dünyanın en güçlü donanmasına karşı direnen isimsiz kahramanların fedakârlığının; imkânsızlık ve yoksulluğa rağmen “Benim îman dolu göğsüm gibi serhaddim var!” diyen Anadolu insanının şecaatinin; mermilerin havada çarpıştığı ve metrekareye altı bin merminin düştüğü çetin bir muhârebenin; eşi görülmemiş bir savunmanın târihî kaydıdır.

“İstiklâl Marşı” Birinci Tabur Komutanı Lütfi Bey’in “Yetiş Ya Muhammed! Kitabın, Kur’an-ı Kerim’in elden gidiyor!”  niyazıyla kazanılan bir mukadderatın, iki yüz altmış gün süren kara savaşlarında et ve tırnağın çeliğe karşı durduğu bir savunmanın, ölümü şeb-i aruz olarak gören bir milletin zafer takının, emperyalizme karşı kazanılan bir zaferin, Anadolu’nun Türk yurdu olduğunu bir kez daha tescilleyen gazvenin tapu senedidir.

“İstiklâl Marşı” iki yıl önce Balkan Harbi’nde hezîmete uğrayan bir ordunun, “Hasta adam!”ın küllerinden dirilişinin hikâyesidir. “Türk lokumları bizim olacak! Türkleri Anadolu’dan söküp atacağız.” şarkılarıyla Çanakkale Boğazı’na dayanan Haçlı Birliği’ni, boğazın derinliklerine gömen ve Âkif’in ifâdesi ile “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi.” diye övülen Mehmetçiğin “Çanakkale Geçilmez!” yemininin belgesidir.

“İstiklâl Marşı” karısı Fatma Hanım’ın Balkan Harbi’ni kastederek Sait Paşa’ya, “Haydi, alnınızdaki lekeyi temizleyin.” dediği kadın yüreğidir. Yaralı Mehmetçikleri tedâvi eden doktorun bir sonraki çavuşun ayağında kan biriktiğini görmesi üzere, “Senin yaran hâlâ kanıyor, önce sana bakayım.” deyişine karşın, “Bırakın aksın. Balkan Harbi’nin karası ancak öyle temizlenir.” diyen isimsiz çavuşun vakur duruşunun ifâdesidir.

“İstiklâl Marşı” annesini dokuz yaşındayken kaybeden ve bakacak kimsesi olmadığı için babası Albay Hafız Halit Bey ile cepheden cepheye koşan, at sırtında büyüyen, 70. Alay’ın onbaşılığına terfi eden, bir ara ümitsizliğe kapılan ve geri çekilen Türk askerini “Ben babamın yanına ölmeye gidiyorum, siz nereye gidiyorsunuz?”  diyerek şehâdet şerbetiyle motive eden Nezahat Onbaşı’nın dirâyetidir.

“İstiklâl Marşı” Fransız işgal kuvvetlerine erzak taşıyan yüz elli arabalık konvoyu bozguna uğratarak Antep’in kurtuluş mücâdelesi başlatan ve “Düşman cesedimi çiğnemeden Antep’e giremez!” diyen Şahin Bey’in kudretidir.

“İstiklâl Marşı” Cevat Paşa’ya rüyâsında müjdelenen zaferdir. Çalışmayan Nusret Mayın Gemisi’ni çalıştıran, bu sâyede yirmi altı adet mayını boğazın en kilit noktasına yerleştiren Cevat Paşa ve vinci kopmuş, elde kalan tek topun yanındaki iki yüz yetmiş altı kiloluk gülleyi sırtına vurup namluya sürerek Ocean’ı sulara gömen Koca Seyit Onbaşı’nın îman gücüdür.

“İstiklâl Marşı” göğsüne kefen koyularak askere yolcu edilen Alilerin ve “Vatana kurbanlık koçumsun.” denerek saçına kına yakılan Hasanların cenklerinin; şehâdete hazırlanan ve Allah’ın huzuruna temiz çıkmak için çamaşırlarını değiştiren 57. Alay 3. Taburun teslimiyetinin; mezarlarını siper yapan liseli öğrencilerin, öğretmenlerin, ressamların, şâirlerin okuma yazma bilmeyen erlerle omuz omuza vuruştukları cephenin resmidir.

“İstiklâl Marşı” 57. Alay’ın cephâne bittiği için geri çekilmesi üzerine, “Size taarruzu değil, ölmeyi emrediyorum.” tâlîmatıyla Conkbayırı’nı düşmandan kurtararak Çanakkale’de kara savaşlarının seyrini değiştiren Mustafa Kemal Atatürk’ün basîretinin ve aldığı emirle kahramanca şehâdet şerbeti içen 57. Alay’ın vatan sevgisidir.

“İstiklâl Marşı” çetin geçen kış şartlarında cepheye lojistik destek veren, top mermileri ıslanmasın diye kazağını mermilerin üzerine örten, yavrusu ölmesin diye de onun üzerine abanan ve soğuktan donarak şehit olan Şerife Bacı’nın ve nice Millî Mücâdele kadınlarının destanlaştığı fedâkârlık, diğerkâmlık örneğidir.

İngiliz Churchill’in, “Türklerin gırtlağı bu boğazdır. Onu demir bir elle şöyle bir sıkmak yeter.”  diye nitelediği ama o gırtlakta mağlûbiyeti tattığı cephenin; Sunday Times gazetesinin, “İlk İngiliz harp gemisi Boğaz’dan geçtiği anda Avrupa’da Türklerden iz kalmayacaktır. Boğaz’a yığılan gemiler Hristiyan âleminin Türklere karşı yapacağı son haçlı seferi içindir.” diye nitelediği son haçlı seferinin başarısızlıkla sonuçlandığı meydanın; Jan Hamilton’un, “Son derece etkili bin sekiz yüz top mermisi gönderdik, Türkleri koruyan Allahlarından Çanakkale’yi geçmek için daha ne yapılabilir? Biz Türklerle değil Çanakkale’de onların Allahlarıyla mücâdele ettik ve kaybettik!” dediği ilâhî bir gazânın panoramasıdır.

“İstiklâl Marşı” Türk’ün duâsıyla meleklerin saf saf indiği, melekenin kılıç kuşandığı, îmanlı bileklerin taşla ve kürekle ağyara galip geldiği, ateşin son çemberi Çanakkale mahşerinin, din ehlinin kin ehliyle ezelî gazvesinin şiiridir. Harpte metrekareye altı bin merminin düştüğü, iki yüz elli bin kınalı erin şehit düştüğü, toprağın kanla yoğrulduğu, destanın şanla yazıldığı ve şehâdetinin içildiği, Anadolu’nun namaz kılar gibi vatan kılındığı, mâbetleştiği, “Ya İstiklâl ya ölüm!” düsturuyla düşmana geçit verilmediği günlerin târihî kaydıdır.

“İstiklâl Marşı” nâmusunu kirletmeyen Sütçü İmam’ın, milletini ezdirmeyen Ata’nın, Millî Mücâdele ve Kurtuluş Savaşı’na öncülük eden Kazım Karabekir Paşa’nın, kundaktaki bebeğini Allah’a emânet ederek kaptığı kürekle tabyalarda Rus’la çarpışan Nene Hatun’un; Şekerci Ökkeş, Kara Fatma, Tayyar Rahmiye, Elifçe, Şerife Bacı, Gördesli Makbule, Şahin Bey, Şehit Kamil, Satı Çırpan, Fevzi Çakmak, Yörük Ali, Bombacı Ahmet, Çukurovalı Osman, Halime Çavuş, Halide Onbaşı, Emir Ayşe, Enver Behran, Yahya Kaptan, Kara Hasan ve daha nice ismini yâd etmekten şeref duyacağımız isimsiz kahramanların şecâati, celâdeti, ferâgati, basîretiyle yazılan bir destandır.

Topyekûn bir mücâdelenin diriliş destanı, kınalı kuzuların kurban bayramı, nakış tutan ellerin iğne oyası, emektar anaların el emeği göz nuru can kilimi sergisidir “İstiklâl Marşı”. Burnun direklerini sızlatan yürek buruğudur. Sinede kebap, dîdede nemdir. Dilde “vah!”, hâlde “ah!”tır. Hüzün yanığıdır tende. Vefânın, sadâkatin, fedâkârlığın, diğerkâmlığın, kardeşliğin şâhikasıdır  “İstiklâl Marşı”.

Âkif, “İstiklâl Marşı”nda Kurtuluş Savaşı’nın kazanılacağına olan inancını, Türk askerinin cesâretine ve özverisine güvenini, Türk milletinin bağımsızlığa, yurduna ve dinine bağlılığını dile getirir. Bayrağımız ve onun hürriyetini ebedîleştiren “İstiklâl Marşı” milletimizin ruhunu, târihini, ideallerini anlatır. “İstiklâl Marşı” âdeta bir tablo gibi zihinlerimize nakşedilmiş destanın resmidir. Onu okuyunca Türk halkının topyekûn mücâdelesini seyreder ve duygulanırız. “İstiklâl Marşı” Türk halkını birleştirici, bütünleştirici bir güç olmuştur. Demir pençelere taşla, kürekle karşı duran Anadolu kadınının zafer tacıdır.

“İstiklâl Marşı” milletin ezelî ve ebedî serencamını, rûhiyatını, mâneviyatını, gönül yüceliğini, millî kimliğini, vatan sevgisini dizelere alın teriyle nakşeden Anadolu’nun tapu belgesidir. “İstiklâl Marşı” bağımsızlık ruhunun ve bu toprakların nasıl kazanıldığını anlatan eşsiz bir senettir. O, millî duygularımızın tercümanı olup sözleri ve ezgisiyle bize müsemmâ bir marştır.

İstiklâl Savaşı, Türk Milleti’nin ordu-millet bilinciyle et tırnak olduğu, kadınların ve çocukların cepheye lojistik destek verdiği, nâmus dâvâsı bir ölüm kalım savaşıdır. İşte bu savaşı, millî karakterimizi, târihimizi, îmanımızı, Millî Mücâdele günlerinin heyecanını yaşayanların duygularını nesilden nesile aktaran emsalsiz bir âbidedir “İstiklâl Marşı”.

“İstiklâl Marşı” millî dâvânın muratsız, âli dâvânın bedelsiz, kutlu dâvânın rütbesiz, köklü kavganın formasız, soylu dâvânın duldasız, güçlü dâvânın çavdarsız, aşklı dâvânın korkusuz, haklı dâvânın duvaksız, ezelî dâvânın şansız, karlı dâvânın kefensiz, nurlu dâvânın ölümsüz, edepli dâvânın adsız, tezli dâvânın çarıksız, özlü dâvânın talimsiz neferlerinin arşıdır.

“İstiklâl Marşı” sisli kavganın pusatsız, dişli kavganın uykusuz, yerli kavganın dalgasız, taşlı kavganın imkânsız, arlı kavganın bağımsız, harlı kavganın çuhasız, ebedî kavganın taçsız, korlu kavganın emsalsiz, zorlu kavganın süngüsüz, mektepli kavganın ersiz, küllî kavganın azıksız, közlü kavganın târifsiz seferlerinin marşıdır.

“İstiklâl Marşı” barut fıçısına dönen dünyanın ateşten çemberinin son şiiridir.

İşte, “İstiklâl Marşı”mız böyle bir kıyâmete müşâhit olan ve o günlerin ıstırabını, sancısını çeken bir kalemden, engin bir halet-i rûhiyeden hâsıl oldu. Mehmet Âkif Ersoy, böyle bir ortamda Türk halkının mücâdelesine vaazlarıyla ve şiirleriyle destek vermiş, halkın kurtuluşa dâir umutlarını artırmış, halkı yüreklendirmiş ve nihâyetinde o günün şartlarını, Türk halkının canhıraş mücâdelesini “İstiklâl Marşı”yla bir film şeridi gibi gözümüzün önüne sererek ölümsüzleştirmiştir.

Allah’ın rahmeti, Mehmet Âkif Ersoy’un ve ona “İstiklâl Marşı” andını yazdıran, yazdırtan kahramanların üzerine olsun. Ruhları şâd olsun.

Allah bir daha bu millete bir ‘İstiklâl Marşı’ yazdırmasın.” Âmin.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.