Eğitim bir içtimai vakıa olarak cemiyet hayatında plansız ve sistemsiz bir tarzda cereyan eder. Yaygın eğitim olarak adlandırılan bu durumun, millî ve çağdaş ihtiyaçlara göre bir plâna, bir sisteme bir teşkilata ve kadroya kavuşturulması ile örgün eğitim doğar. Sosyal hayatın her cephesi gibi eğitim hayatı başıboş bırakılmaz. Eğitim, bir taraftan cemiyetin sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yapısına, ihtiyaçlarına ve hedeflerine göre birinci sınıf mütehassıslarca, ilmî ve millî bir plânlamaya tabi tutulmalıdır.

Görüldüğü üzere, eğitimin plânlanmasında, dâima göz önünde bulunduracağımız ve asla ihmâl etmeyeceğimiz unsurlar bulunmaktadır.  Bunlar, eğitimin millî sosyal hayatın yapı sına, ihtiyaçlarına ve hedeflerine intibak ettirilmesi; ferdi, sosyal iş bölümünde başarılı ve verimli kılacak tedbirleri getirmesi; çağdaş ilmi verilerin ışığında güçlü ve verimli bir teşkilâta, sisteme kadroya dayanmasıdır.

Kanaatimizce, Devlet Plânlama Teşkilâtı ‘nın en önemli işi, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik hayatın temel unsuru bulunan ve en değerli stratejik varlığı olan insan kaynaklarını millî ve çağdaş ihtiyaçlara göre işleyip değerlendirmek olmalıdır. Millî şahsiyetini kaybetmeden sanayileşmek, kalkınmak, Türk millî kültürünü çağları hayran bırakacak, seviyede işleyip geliştirmek zorunda olan, yer altı ve yer üstü zenginliklerini en modern teknik ve vasıtalara kavuşturmak isteyen bir ülkenin eğitimi, bu hedefleri ele geçirmede en büyük yardımcımız olmalıdır. On binlerce mühendise, topoğrafa, kartografa, teknisyene ve yüz binlerce izabeci, haddeci, dökümcü, elektrikçi, inşaatçı… Usta ve zanâtkâra su ve ekmek kadar muhtaç bulunan bir ülkede yüz binlerce lise mezunu işsiz güçsüz dolaşıyorsa, üniversite ve yüksek okullarımız ihtiyacımızın birkaç katı ve hatta dünya ihtiyacına cevap verecek sayıda Sümerolog, tarihçi, hukukçu… yetiştirmeye kalkışmışsa ülkede bir eğitim plânlanmasından söz edilemez. Sırf bir örnek olması bakımından söyleyelim, en yakın istatistiklerden öğrendiğimize göre, Ankara Üniversitesi’ne devam eden talebenin yüzde elliden fazlası Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne ve Hukuk Fakültesi’ne, yine İstanbul Üniversitesi’nin yarıdan fazlası Edebiyat ve Hukuk Fakültelerine devam etmektedirler. Öte yandan, teknikte ve sanayide büyük hamle yapmak isteyen ülkemizde resmi klâsik liseler ile lise seviyeli resmi meslek ve teknik okullar aşağı yukarı aynı sayıdadır. Oysa bu nispet, sanayileşmek isteyen bir ülke için çok farklı olmalı idi. Biz, teknik liselerin, klâsik liselerden en az üç kat daha fazla olması gerektiğine inanıyoruz. Yani, ülkedeki klâsik liselerin nispeti yüzde yirmi beş, teknik liselerin nispet ise yüzde yetmiş beş civarında bulunmalıdır. Bu tespitimizden sonra ortaya koyalım ki 1973-1974 öğretim yılında ülkemizde resmi klâsik liselerimizin sayısı 594 iken lise seviyeli meslek ve teknik okullarımızın sayısı 710’dur. Bütün bu açıklamalardan sonra denebilir ki Türkiye’ mizde gerek orta ve gerekse yüksek öğretimde esaslı bir reforma ihtiyaç vardır. (İstatistikler için bakınız. Millî Eğitim İstatistikleri, 1972-1974 Öğretim Yılı Başı Sh: 33 ve 49- Devlet İstatistik Enstitüsü)

Hiçbir çocuğumuzun ve gencimizin eğitim dışı kalmamasını temin etmek devletin vazgeçilmez vazîfesidir.  Herkes kâbiliyetlerine ve istidatlarına uygun olmak üzere mutlaka muhtaç olduğu eğitimi almalıdır. Hiçbir şart ve durum eğitim hakkını ortadan kaldıramaz. Çocuklarını ve gençlerini sokakta bırakamaz. Bunun için gerekli olan teşkilât kurulmalı, finansmanı için azamî fedakârlık yapılmalıdır. Millî ihtiyaçlarımızı karşılayacak sayı ve kalitede okullar açılmalıdır.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.