İlim, insanların eşit bedenî ve rûhî güçlere sâhip olmadığını ortaya koymuştur. İnsanlar arasında fizik ve psikolojik güçler ve kâbiliyetler bakımından esaslı farklar bulunmaktadır. Bu ‘ferdî farkların’ ırsi mi yoksa çevre faktörleri ile mi oluştuğu hususu ilmî araştırmalara ve incelemelere konu olmuş ve bu problem etrafında pek çok yayın yapılmıştır. Bu araştırmaları burada ele almaya imkân yoktur. Ancak ilim adamları ile her iki faktörü de ihmal etmeye imkân bulunmadığını belirtmekle berâber, insan zekâsının verâset ile ilişkisinin çok önemli olduğunu ortaya koymuşlardır. Meselâ bâzı ilim adamları ikizler üzerinde yaptıkları düzenli araştırma ve tahliller netîcesinde çocukların zekâsında verâsetin rolünü %64 olarak hesaplamışlardır. (Bkz. Rıza Kardaş- Eğitim Psikolojisi-1965- Sf:124)
Bütün bunlarla berâber sosyal, kültürel, ekonomik, politik ve tabiî çevrenin; insanın gelişimi üzerindeki rolünü küçümsemek mümkün değildir. Çevre şartları eşitlense bile insanlar arasındaki farkları yok etmek kaabil değildir. İlim adamları, bütün hayâtî tezâhürlerin, farklardan doğan ‘normal bir münhanî’ çizdiğini ortaya koymuşlardır. Aynı kökten beslenen bir ağacın yaprakları ve meyveleri arasında bile büyüklük ve irilik farkı vardır. İstatistikçiler, bu farkların ‘bir çan eğrisi’ çizebilecek bir dağılım içinde tezâhür ettiğini ispatlamışlardır. Kabaca ifâde edersek, insanların %1’i pek çok zeki, %19’u normalin üstünde zeki, %60’ı normal derece zeki, %19’ u normalin altında zeki, %1’i de geri zekâlı olarak doğmakta veya gelişmektedirler. En mükemmel; sosyal, kültürel ve ekonomik çevreler dahi bu farkları yok edememekte ancak dağılımın ‘ranjrı’nı (iki uç arasındaki farkını) küçültmekte, ortalamayı yükseltmektedir. Bugüne kadar yapılan müşâhedeler ve tecrübeler göstermiştir ki maalesef çevre şartları eşitlenmemekle ’ırsî faktörler’ eşitlenmemektedir. Yüce ve mukaddes kitabımız Kur’ân- Kerim’in de belirttiği üzere ‘bâzılarımız, diğer bâzılarımızdan daha üstün niteliklerle dünyaya gelmekteyiz.
Bunun yanında, hemen belirtelim ki insanları rahatsız eden ‘ırsî faktörlerden’ doğan eşitsizliklerden ziyâde sonradan ortaya çıkmış ve bir bakıma kontrol edilebilir eşitsizliklerdir. İnsanlar, ırsî faktörler neticesinde oluşan ‘üstünlükler’ karşısında gıpta ve hayranlık duygularına, bunun aksine sosyal, kültürel, ekonomik, politik şart ve imkânlardaki ‘fırsat eşitsizlikleri’ karşısında ise kıskançlık ve kindarlık gibi karışık ve olumsuz duygulara kapılmaktadırlar. İnsanlar, genetik faktörlerden doğan eşitsizliklerden ziyâde sosyal şartların doğurduğu eşitsizliklerden şikâyet etmektedirler. Hatta denebilir ki insanlar, bedeni ve zihni üstün bir potansiyele sâhip kimselerin liyâkatları ölçüsünde gelişmesine ve millî gelirden pay almasına ‘adâlet’ adını vermekte ve takdir etmekte iken; sosyal, kültürel, ekonomik ve politik ‘avantajların’ bu ‘adâleti’ yıkmaya yönelik ‘fırsat ve imkân eşitsizliğinden’ tedirgindirler. Bu sebepten olacak günümüzün anayasaları ‘vatandaşlarına’ fırsat ve imkân eşitliği vâdetmektedirler. Üstelik milletlerin efkâr’ı umûmiyesi, bu konuda ciddî ve etkili tedbirler almasını istemekte ve onları dikkatle tâkip etmektedirler.
Gerçekten çocuklarını ve gençlerini, hassas ve objektif testlerden ve muayenelerden geçirerek onları kâbiliyetlerine ve istîdatlarına göre tasnif ederek eğitimde fırsat eşitliği hazırlayan, kontrol edilebilir farkların eğitim ve öğretim faâliyetlerine yansımasını önleyen bir millet ve devlet alkışlanmaya değer, mukaddes bir vâzife başarmış demektir.
1961 târihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 50. maddesi, eğitimde ve öğretimde fırsat ve imkân eşitliği sağlama konusunda devlete görev verir. Anayasa’nın bu maddesine göre: “Halkın öğrenim ve eğitim ihtiyaçlarını sağlama, devletin başta gelen ödevlerindendir. İlköğretim kız ve erkek bütün vatandaşlar için mecbûrîdir ve devlet okullarında parasızdır. Devlet, maddî imkânlardan yoksun, başarılı öğrencilerin, en yüksek öğrenim derecelerine kadar çıkmalarını sağlama amacıyla burslar ve başka yollarla gerekli yardımları yapar. Devlet durumları sebebi ile özel eğitime ihtiyacı olanları, topluma yararlı kılacak tedbirleri alır.”
Bu konunun bir ‘devlet görevi’ olarak anayasalara konması hiç şüphesiz önemlidir. Fakat bu yeterli değildir. Eğitim ve öğretimde fırsat ve imkân eşitliğinin fiilen gerçekleştirilmesi esastır. Bir ülke, bu konuda başarılı olup olmadığını öğrenmek için kendini aşağıda belirteceğimiz tarzda bir otokritiğe tâbi tutabilmelidir.
Kendi kendine şu soruları sormalı ve objektif verilerle bir durum tespiti yapabilmelidir. Ülkemde bulunan her kademedeki eğitim ve öğretim kuruluşları millî ve çağdaş ihtiyaçlara cevap sayıda, kalitede midir? Bunlar vatan sathında dengeli bir dağılım içinde midir? Ders vâsıta ve malzemesi açısından, laboratuvar ve kitaplıklar bakımından, eğitim öğretim kadrosu yönünden bu denge sağlanabilmiş midir? Yeter sayıda; anaokulu, temel eğitim veren müesseseler, orta dereceli klasik ve teknik liselerin, ihtiyaca yetecek sayı ve kalitede yüksek okul ve üniversitem var mıdır? Özel eğitime muhtaç olan ‘ârızalı çocukları’ barındıracak sayı ve kalitede okul açabildim mi? Bunları vatan sathına ve ihtiyaçlara göre dağıtabildim mi? Çocuklarımı ve gençlerimi ilmî testlerden ve muayenelerden geçirecek, kâbiliyet ve istidatlarına göre tasnif edecek müesseselerim var mı? Yeterli mi? Lisans üstü öğrenim için bir planım var mı? Bunları nasıl seçiyor, nasıl himâye ediyor, nerelerde yetiştiriyorum? Bu konuda milletçe arzu ettiğimiz hedeflere ne dereceye kadar yaklaşabiliyorum?
Anaokulundan, temel eğitimden, orta öğretimden, yüksek öğretimden ve lisans üstü öğrenimden bütün Türk çocukları ve gençleri istifâde etmekte eşit fırsatlara ve imkânlara sâhip midir? Bu fırsat ve imkân eşitliği bölgeler için, cinsiyetler için, köy ve şehirler için, sosyal tabakalar ve dilimler için… Gerçekten sağlanabilmiş midir? Bu konularda objektif veriler ne diyor? Bütün bu sorulara cevap bulabilmek için ülkemizle ilgili istatistikleri incelemek yetecektir. Fakat biz, bu yola giderek sözü uzatmayacağız. Yüz binlerce gencin üniversite ve yüksek okulların kapısından döndürüldüğü ve sokağa terk edildiği bir ülkede istatistiklere baksak ne olacak bakmasak ne olacak?..
Türk İslâm Ülkücüsü, eğitim ve öğretimde fırsat ve imkân eşitliğini behemahal sağlamalıdır. Bunun için aşağıdaki tedbirleri almalıdır:
-Eğitim ve öğretim müesseselerinin -bütün kademeleri ile- vatan sathında dengeli bir dağılım içinde bulunmasını temin etmelidir.
-Eğitim ve öğretim için gerekli olan ders vâsıta ve malzemesi ile öğretim üyesinin bütün vatana dağılmasını gerçekleştirmelidir.
-Köy çocuklarının okuma imkânlarını arttırmalı, sosyal dilimler ve tabakalar karşısında millî şuurla ve adâletle davranabilmelidir.
-Fakir ve kâbiliyetli Türk çocuklarını himâye etmeli, devletin himâye ve şefkat kanatlarını sonuna kadar açmalıdır.
-Kız çocuklarını millî ve ilmî bir eğitim ve öğretimden geçirerek gelişmeleri sağlanmalıdır.
KAYNAKÇA
S.Ahmet Arvasi, Türk İslam Ülküsü 1, sayfa: 429-432
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.