Her milletin geçmişten beri millî ülküleri, gâyeleri olmuştur. Ve her millet bu gâyelere ulaşmak, kendi milletini yüceltmek istemiştir. Türk milletinin de ülküsü vardır; bu ülkü uğruna canlarını, gözlerini kırpmadan vermişlerdir. Cihân hâkimiyeti kurma mefkûresi ve nizâm-ı âlem uğruna orduları yürümüştür. Ayaklarının bastığı topraklara zulüm değil huzur götürmüşler; mâzluma da mâsuma da tekme atmamış bilakis, onların ellerinden tutmuşlardır. Târih bize gösteriyor ki bu gâyelere ulaşmak doğrultusunda hiçbir millet Türk milleti gibi onurlu, Türk milleti gibi insana kıymet veren bir tutum izlememiştir. Türkler, Anadolu’yu fethedip yurt edindikleri andan îtibâren Batı devletleri, Türkleri Anadolu’dan atmak için her yolu denemiştir. Çünkü birçok milletin hayali, yaşadığımız bu coğrafyaya sâhip olmak üzerine kuruludur. Meselâ, Rusların boğazlara sâhip olmak ve Akdeniz’e inmek gibi bir hedefi varken, Ermenistan’ın hedefi Doğu Anadolu topraklarının dâhil olduğu Büyük Ermenistan’dır. Osmanlı Devleti güçlü dönemlerini yaşarken bu cesâreti bulamamışlar ve Osmanlı’nın güç kaybetmesi ile tekrar harekete geçmişlerdir. Osmanlı Devleti’nin 93 Harbi’yle başlayan ağır toprak kayıpları; Osmanlı himâyesinde yaşayan azınlık milletlerin, diğer devletlerin galeyanına gelerek Osmanlı’ya karşı isyan etmeleriyle Batılı Devletlerin beklediği bu fırsata zemin hazırlamıştır. Daha sonrasında Osmanlı, girdiği Birinci Dünya Harbi’nden büyük kayıplar vererek çıkmış, bu harbin sonucunda Osmanlı’nın aleyhine olan Mondros Mütârekesi imzâlanmıştır. Îtilâf Devletleri ‘hasta adam’ olarak nitelendirdikleri Osmanlı’nın güzîde topraklarını kendi aralarında paylaşmışlar ve Mondros Mütârekesi ile de paylaşılan toprakları işgâle zemin hazırlamışlardır. Mondros Mütârekesi’ne göre Îtilâf Devletleri, güvenliklerini tehlikede gördükleri stratejik yerleri işgal edebileceklerdi. Yâni böyle bir durum olmasa bile kendi yarattıkları sun’i sebepler ile istedikleri toprakları işgâle kalkışabileceklerdi. Bu maddelere dayanarak İngiltere; Musul ve çevresini, Fransa Suriye’yi İtalya ise Antalya ve çevresini işgâle başlamıştır. Yunanlılar ise bu maddeye dayanarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’ e çıkmaya başlamışlardır. Yurdun dört bir yanını düşman sarmış, Mustafa Kemal’in önderliğinde Kuvâ-yi Milliye birlikleri oluşturulmuş ve vatan müdâfaası başlamıştır.
Her milletin idealleri olduğundan bahsetmiştik. Yunanistan’ın da ideali, Megalo İdea’dır. Megalo İdea, “Büyük Ülkü” demektir ve İstanbul merkez olmak üzere Batı Anadolu üzerinde Büyük Yunanistan’ı kurmak hayalidir. Yunanlılar bu gâye doğrultusunda işgâle kalkıştığı Türk topraklarında çok kan akıtmış, binlerce mâsum Türk evlâdını acımasızca katletmiştir. Maalesef ki o dönem kısıtlı imkânların olması ve vatanın dört bir yandan işgal altında olması hasebiyle biz bu katliamların, yitirilen canların çoğunu bilmiyoruz.
Batı Anadolu’ya sâhip olmak isteyen Yunanlıların Denizli Çivril’i işgal etmesi gerekiyordu. Şöyle ki; Çivril, İzmir-Uşak-Afyon demiryolunun yakınında, Aydın-Denizli-Afyon demiryolunun ise üzerinde bulunuyordu ve işgal öncesinde Denizli ve Uşak olmak üzere birçok merkeze Çivril’den asker, mühimmat ve ayniyat yardımı yapılıyordu. Çivril işgal edilerek bu yardımlara engel olunabilecekti. Bu sebeple 1 Nisan 1921’de Yunanlılar işgal için Bulkaz dağları istikâmetinden Çivril’e yönelmiştir. Durakladığı köylerde mâsum Türk âilelerini şehit eden Yunanlılar, devamında Cabar köyüne girmiş, köyde tedbirsiz dışarı çıkan beş kişiyi ellerindeki süngülerle hâince katletmişlerdir. Yaşanan diğer birtakım olayları da Şevket Çetin şöyle anlatmaktadır: “Sabah ezanından evveldi. Yunan askerlerinin “Rey-reyy!” (Toplanın-toplanın) diye bağırdıklarını duydum. Bir müddet sonra askerlerini toplayıp gittiler. Sabah kuşluk vakti köyün içine çıktık. Komşu oğlu Şaban’ı ayağından vurmuşlar. “Amanın bana bir yudum su verin!” diye bağırıyor. Yanından geçip Bit Halil’in evine vardık. Onu da akşam kurşunlamışlar fakat ölmemiş. Bit Halil: “Yandım anam, kimsem kalmadı!” diye feryat ediyor. Akşam, anasını ve ağabeyi Mevlüt’ü vurup öldürmüşler.”
Bit Halil yaralı hâliyle gece olanları anlatmaya başlar: “Abam dün gece bağırış çığırışı duyunca dışarı çıkıyor. (Abam dediği kişi 16-17 yaşlarındaki Koturlar’ın Emine’dir.) Bu sırada Yunanlılar Emine’yi kucaklayıp yakalıyorlar. Emine, “Ağabey yetiş, aldırdın beni!” diye bağırmaya başlıyor. Ağabeyi Kazım (21 yaşında) hemen dışarı çıkıyor ve askeri görünce birden geri dönüp içeriden balta kapıp geliyor. Baltayı askerlerden birinin boynuna vurur asker orada ölür. Bunun üzerine diğer askerler de Kazım’ı ve Emine’yi süngüleyerek Bit Halil’in gözleri önünde öldürürler.”
Bu şehâdetin acısına yıllar sonra bir türkü yakıldı:
“Gök pınara testide koydum dolmadı
Şu Cabar’da eğri de fesli kalmadı
Karayaşlar yeşil giyer donunu
Şeher Cabar ahrete dönmüş yönünü
Martinimin ucunda Yunan demiri
Ağlama Cabar bu da kumandanın emri
Ay mı doğdu gün mü doğdu yayıldı
Koturlar’ın Eminem bir kurşunla bayıldı.”
Bu türkü bizlere mâsum Emine’yi, Millî Mücâdele döneminde zâten bizim olan topraklara ödediğimiz bedeli, yaşanan acıları anlatmak için yazılmıştır.
Millî Mücâdele zamanı işgallerde Emine gibi gencecik kızlarımız, Halil gibi çocuklarımız ve nice Türk evlâdı, Yunanlılar tarafından acımasızca katledilmiştir. Gözü dönmüş Yunan askeri; Cabar köyünü yakmış, tam 83 kişi yanarak hayatını kaybetmiştir. Yunanlılar çeşitli bahanelerle bir kişiyi seçip seçtiği kişiyi köy meydanında halkın gözünü korkutmak amacıyla öldüresiye dövmüşlerdir. Bâzıları ise dayakla yetinmeyip; falakaya yatırmak, dizlerinin üstünden dökme çivilerle yere çakmak, kuma gömmek gibi alçakça ve insan onuruna aykırı işkencelerle halkı katletmişlerdir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Türkler Anadolu’yu vatan edindiğinden beri birçok devletin gözü hep bu güzîde topraklarda olmuş, en ufak fırsatta vatanını müdâfaa eden Türk milletini, askerini cânice katletmişlerdir. Târih nasıl şâhitse, biz de şâhidiz ki aziz Türk milleti, ülküsüne giden yolda hep onurlu ve şefkatli bir millet olmuştur. Ve bununla birlikte yine şâhidiz ki Türk’ün hâkim güç olmadığı bir dünyada ne zulüm bitecektir ne de gözyaşı. Çünkü Türk milleti sâhip olduğu büyüklüğüne ve gücüne hiçbir zaman başka bir milletin üzerine basarak ulaşmamış, gittiği yere zulüm götürmemiştir. Günümüzde harpler top ve tüfekle yapılmasa bile daha sinsice milletlerin; kültürünü, dinini, dilini tahrip ederek yapılmaktadır. Bizim ise Türk milleti olarak bu düşmanlıklara karşı tedbirli ve uyanık olmamız gerekir. Yoksa ne Eminelere hesap verebiliriz ne de mezarı dahi olmayan şehitlerimize. Bizler bugün bu topraklarda düşman tahakkümü altında eziyet görmüyorsak bunu, işgallerde Türk milletinin bekâsını düşünen şehitlerimize borçluyuz. Üzerimize düşen, bu yurda ne zorluklarla sâhip olduğumuzun şuurunda olmak, Türk’ün değerlerine sâhip çıkmak ve bizi biz yapan ülkümüzü nesiller boyu yaşatıp bu uğurda her fedâkârlığı yapabilmektir.
KAYNAKÇA
(1) Münir Sayhan, Millî Mücadele’de Çivril
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.