“Aşk imiş her ne var âlemde,

İlim bir kıyl-ü kâl imiş ancak.”

 

Bâzı sözler vardır ki insan, ilmi kadar nasibini alır. Fuzûlî ne demek istemişti acaba diye çok kez düşündüm. Ummandan nasibimi aldığımı düşünüyorum fakat ne kadar nasipli olduğum bahsi çok muğlaktır. Varsın olsun… Su bir damla da olsa ummandır, ummandandır.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli vasfı aklî melekelere sâhip olması ve onu kullanmasından ileri gelir. Âlemi bu yana insanı diğer yana ayıran akıl yetmiyor mu da Fuzûlî bu sözleri târihe gömmüştür, Fuzûlî’ye bu sözleri yazdıran nedir?

Psikologlar, insanı harekete geçiren âmilin ‘güdüler’ olduğunu ifâde ederler. Psikologlara sorduğumuzda bütün güdülerin ‘hayatta kalma’ arzusundan çıktığını ve budaklandığını beyan etmektedirler. Hayatta kalmak ne demektir, insan neden hayatta kalmak ister?

Önemli sorular, önemli cevaplara gebedir. Hayatta kalmak dedik, insan bunu neden ister? İnsan, ölümden mi korkar, yaşamayı mı sever? Bizi hayatta tutan hangisidir, korku mu sevgi mi? Pekâlâ bu soruya cevap vermeden hayatta kalmak mümkündür lâkin yaşamak… Sanmıyorum.

Ölümden korkmak ve yaşamayı sevmek ne demektir? Korku mu yürütür hayatlarımızı sevgi mi, bir düşünün. Eğer sevdiğimiz hiçbir kimse, hiçbir şey olmasa ölümden korkar mıydık bilmiyorum. Soruyu tersten soracak olursak; intihar edenler, ölmek veya öldürülmek isteyenler ölümden neden korkmazlar, neden göçmekten imtinâ etmezler? Hayatta kalmak neden önemlidir, insan ölümden mi korkar yaşamayı mı sever?

İnsanı hayatta tutan yaşamayı sevmesidir bence. Şöyle geriye dönüp bakmanızı ricâ ediyorum. Hayatınızda yer etmiş, belli bir öneme sâhip, hatırlamaya değer durumları, olayları, vakaları hatırlayınız. Kaçı sevgiyle yoğrulurken kaçının hamurunu korku oluşturmuştur? Mâzîye baktığımda beni bahtiyar eden, yaşatan, satırların sevgiyle sulandığını hatırlar gibiyim. Hayat bu; içinde korku, kaygı, gerilim de var elbette. Lâkin önemli olan korku kervanlarının geçmesi değil, nereden ve neden geçtiğidir? Korkuyu yaşatan biraz da sevgiden mahrum kalmamak değil midir?

Bugün neden uyandınız sorusunu size yöneltsem nasıl cevaplandırır, neler söylerdiniz? Ben bugün, bu yazıyı yazmak için uyandım. Evet, bâzen nedenleriniz bu kadar basit olabilir. Bâzen yazı yazmak için uyanır insan, bâzen yüksek not almak için, bâzen çalışmak için. Hayat dediğimiz de “an’lardan” oluşmuyor mu? Ömür denilen bugün, yarın, ertesi günlerin bir toplamıdır belki de bilmiyorum. Öyle midir, hayat gerçekten günlerin toplamından mı ibârettir? Düşündüm, aradım, sordum ve bu soruya en tatmin edici cevâbı Mümtaz Turhan’ın da asistanlığını yaptığı Alman Geştalt psikologlarında buldum: Bütün, parçaların toplamından daha fazladır.

Bu durumu güzel bir benzetme, analoji, ile örneklendirelim isterseniz. Ekmek yapmak için ne lâzımdır diye sorsam üç aşağı beş yukarı aynı cevapları vereceğiz: Un, su, maya, tuz. Aslında verdiğimiz cevaplar bir yere kadar oldukça doğru ve mantıklı olacaktır. Fakat ben size başka bir pencereden bakmayı vaat ediyorum. Kabul buyurursanız bu aziz nimeti başka bir bağlamda inceleyeceğiz.

Ekmek yapmak için ne lâzımdır? Un, su, tuz, maya. Haklısınız, bunlar gereklidir fakat yeterli değildir. Bu parçaları yan yana koysak ve yüz yıl beklesek yine ekmek olmayacaklardır. Ekmek yapmak için önce bu malzemelerin yoğurulup hamur olması lâzımdır. Biraz dinlenip mayalandırdıktan sonra yanıp pişmesi lâzımdır ki ekmek olsun. Gerekli malzemeleri, parçaları, temin etmek önemlidir fakat ondan daha önemli olan onu yoğurmak, dolayısıyla onu yoğurup ekmek yapmayı istemektir.

Bir insan neden ekmek yapmak ister? Sâdece hayatta kalmak için mi, sanmıyorum. İlk insanlar ekmek olmadan da pekâlâ hayatta kalabiliyorlarmış. Yâni ilk insandan bugüne kadar, kıtlık ve yokluk zamanları hariç, ekmeği cebir altında kalmadan tüketiyoruz. Peki neden? Neden Pazar sabahlarında yapılan bazlamalar, poğaçalar yerini ve saygınlığını hâlâ korumaktadır? Bence ekmeği seviyoruz, onu tüketmek istiyoruz ve bu yüzden ondan vazgeçemedik. Eğer gerçekten ekmeği sevmeseydik hâlâ hayâtımızda bu kadar ehemmiyetli bir konuma sâhip olur muydu?

İnsan sevmeden, istemeden ekmek yapabilir mi, ya da yaptığı şeye ekmek diyebilir miyiz? Bu her şey için böyledir. İnsan, eğer bir şeyi muntazam şekilde yapmak istiyorsa onu sevmesi gerekir. İnsan nasıl sevmeden, istemeden ekmek yapamazsa istemeden milliyetçilik de yapamaz yâhut yaptığı şey milliyetçilik olmaz. Çok sert bir geçiş olabilir, bir dakîka soluklanıp devam etmenizi ricâ ediyorum.

Uygulamada bu örnekler birbiriyle uyumsuz görünse de nazarî zeminde anlamlı derecede benzerdir. İnsanın ekmek yapması için ekmeği sevmesi lâzımdır, içeriğini teker teker temin etmesi, güzelce yoğurması ve hamurunu oluşturması lâzımdır. Bu hamuru yaktığı kor ateşe emânet etmesi gerekir ki ekmek pişebilsin. Sobasını devamlı ateşle beslemelidir ki o kor hiç sönmesin. Buna benzer olarak bizler de Türk milliyetçisi olmak için önce Türk milletini sevmeyi gerekli görüyoruz. İyi bir Türk milliyetçisi olmak için Türk milletini millet yapan unsurlarını bilip millet sevgisi ile kendimizi yoğurmamız gerekmektedir. Tüm bunları yaptıktan sonra onu gönül yangınımıza teslim edeceğiz ki ‘ekmek’ olsun. Nasıl ki ekmek, sâdece onun nasıl yapıldığını bilmekle meydana getirilemiyorsa Türk milliyetçiliği de sâdece onun nasıl bir şey olduğunu bilerek yapılamaz.

Davranışta bulunmak ve neyi, nasıl yapacağımızın ölçüsü olması için bilime ihtiyaç duysak da onu neden yaptığımız sorusuna cevap veremeden harekete geçmemiz mümkün değildir. O yüzdendir ki, Türk milletini gerçek mânâda sevmediğimiz sürece onun iyiliğini isteyemeyeceğiz. Bu ölçüyü sağlamadan edineceğimiz bütün nazarî bilgi, bulgu ve düşünce; hayallerimizi süsleyen pamuk şekerinin âkıbetini değiştiremeyecektir.

“Aşk imiş her ne var âlemde

İlim bir kıyl-ü kâl imiş ancak.”

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.