1500 yıllık Türk yurdu Kırım’ın sâhipleri olan Kırım Türkleri ne kadar acılar, trajediler yaşasalar da içlerinden o kadar büyük kahramanlar, muhteşem insanlar çıkardılar, çıkarmaya da devam ediyorlar.  Türk Dünyâsı’nda aydınlanmanın öncüsü İsmail Bey Gaspıralı’yı çıkardı Kırım toprakları. Onun Türk Dünyâsı ideallerinin yolunda hizmet verecek bir üniversiteye ne yazık ki bugüne kadar İsmail Gaspıralı adı verilmediğini de burada üzülerek vurgulayalım. İsmail Gaspıralı’nın açtığı yolda başka kahramanlar ve aydınlar da yetişti Kırım’da. Cengiz Dağcı da onlardan biridir. Cengiz Dağcı Sovyet Kızıl Ordusunda Nazi Almanya’sına karşı savaşırken esir düştü. O esir kamplarında hayatta kalma mücâdelesi verirken halkı Kırım Tatarları târihin yaşadığı en büyük insanlık tradejisini yaşadılar. Stalin ve adamları 18 Mayıs 1944’te, Kırım’da tek bir Türk dahi bırakmadan, yaşlı, çocuk, ihtiyar bütün halkı topyekûn Sibirya, Orta Asya çöllerine ve Ural Dağlarına sürgün etti. Stalin ve yandaşları Kırım Tatarlarını diri diri mezarlığa gömdüklerini ve bir daha Kremlin’in Ayasofya ve sıcak denizlere inmek olan târihî emellerine erişmede onların problem yaratmayacağını düşünüyorlardı. Ama yanıldılar. Kırım Tatarları onları ve herkesi yanılttı. Kırım Türkleri anka kuşu gibi âdeta küllerinden yeniden doğarak, olağanüstü bir vatan mücâdelesi ile vatan Kırım’a dönmeyi başardılar.

Aralarında Cengiz Dağcı’nın ana babası, kardeşleri akrabalarının da olduğu sürgündeki Kırım Tatarları olağanüstü vatan Kırım’a dönüş mücâdelelerini verirken, Cengiz Dağcı İkinci Dünya Savaşı’nın dehşetli cephelerinden, bombalardan, esir kamplarından açlık ve soğuktan kurtulup hayatta kalmayı başardı. Bu kurtuluş bence Tanrı’nın bir lütfudur. Londra’da yaşamaya başlayan Cengiz Dağcı, bizi, biz Kırım Türklerinin yaşadıklarını yazdı. Aynı zamanda II. Dünya Savaşında Stalin ve Hitler arasında kalıp mahvolan, büyük dramlar yaşayan Türk ve Müslüman halkların kaderini yazdı. (1)

Cengiz Dağcı ile tanışmam 1968 yılında ilkokul dördüncü sınıfta iken köyümüzde amcamın sandıktaki kitapları arasında bulduğum Korkunç Yıllar eseri ile oldu.  Okumaya başladığım ilk sayfalarından îtibâren âdeta beni içine çekti. Çok sade, akıcı, benim yaşımda bir çocuğa bile kolayca ulaşan bir üslûbu vardı. Köy çocuğu olarak yapmam gereken işleri çabuk çabuk yaparak kitabı okumayı sürdürüyordum. Gece gaz lambası ışığında okumayı sürdürdüm.

Tokal Câmîsi’nin minâresinin Bolşeviklerce yıkılması Cengiz Dağcı gibi beni de derinden sarsmıştı. Ankara’ya 45 km uzaklıkta bulunan köyümüz Günalan’ın (Holus) kurucusu dedem ve kardeşleriydi. Evimiz câmînin hemen yanındaydı. Köyümüzün taş örme, şirin câmîsi ve minâresini köylülerimiz hep birlikte imece usûlü kurduklarına dâir anılar uzun kış sohbetlerinde anlatılırdı. Câmî ve minâresi köyümüzün güzelliğiydi. Ramazan günlerinde akşamüstü çocuklar câmînin yanına toplanır, imamın câmîye gelişini izler, sonra minârenin şerefesinde göründüğü anı gözler, daha sonra elini yanağına koyacağı ve “Allahuekber, Allahuekber.” deyip ezana başladığı anda çocuklar “Ezan okundu çibörek kokudu.” diye bağıra bağıra evimize koşar iftar saatini evimizdeki büyüklere bildirirdik. Eserde Tokal camîsi minâresinin yıkıldığını okurken sanki köyümüz de düşman tarafından işgal edilmiş ve câmîsiyle minâresi yıkılmış duygusuna kapılmıştım. O zaman sağ olan rahmetli babaannemin anlattıklarını hatırladım. Babaannem Ankara yakınlarında Ahlatlıbel tepesinde kurulu Taşpınar adlı Kırım Tatar köyünden gelin gelmişti. Köy 22 gün ve gece süren Sakarya savaşının Haymana Polatlı cephe hattına yaklaşık 60 km mesâfedeydi. Savaşı zamanında işgalci Yunan ordusunun yaklaştığını öğrendiklerini, top seslerini işittiklerini, köye Romanya üzerinden göç edip gelmiş Kırım Tatar yaşlılarının “Yeniden mi göç edeceğiz!” diye ağlaşarak, hazırlıklar yaptıklarını anlatırdı.

Düşman, toplarının sesleri duyulacak kadar yakın gelmişti. Kıbrıs olayları Cengiz Topel’in şehit edilmesi henüz çocuk hâfızamda tazeliğini koruyordu. Tokal Câmîsi’nin minâresinin yıkılmasına karşı duyduğum öfke ve isyan kitabı okudukça büyüdü. Kitap bizi anlatıyordu. Benim bilmediğim, bende eksik kalan parçamı anlatıyordu. Köyümüzde Kırım Tatar Türkçesi konuşulur, gelenekler görenekler, yiyecekler Kırım Tatar kültürüydü. Dedemlerin, Mimar Sinan’ın Kırım’daki tek eserinin bulunduğu Gözleve-Kezlev şehri yakınlarından, anne tarafımın Bahçesaray’dan Romanya’ya oradan da 1905-1908 yıllarında Türkiye’ye göç ettiğini biliyordum. Kırım’ın 1783 yılında Rusya tarafından ilhakından, İsmail Gaspıralı’nın 1883’e çıkardığı Tercüman gazetesine kadar, Kırım Türkleri kopkoyu bir karanlığa mahkûm edilmişlerdi.  Dedelerim de İsmail Gaspıralı’nın getirdiği aydınlanmadan istifâde edemeden göç etmişler ve sıradan insanlar olarak, Kırım Tatar halk kültürünü muhâfaza ederek, köylerindeki kültürü taşıyarak gelmişler, yeni bir coğrafyada yeni bir hayat kurmak ve hayata tutunmak mücâdelesi içindelerdi. İşte ben Cengiz Dağcı’nın eserinde, dedelerimden büyüklerimden dinlediğim, geride bıraktıkları topraklardaki insanlarımızın, akrabalarımızın hikâyelerini, takdirlerini buldum. Sâdık Turan ve arkadaşlarının cephede yaşadıkları, rahmetli dedemin Çanakkale, Filistin, Süveyş kanalı savaşlarında anlattıklarıyla özdeşleşti. Sâdık Turan’ın esâreti, Filistin cephesinde Araplar tarafından esir alınarak İngilizlere verilen ve İstiklâl Savaşı sonuna kadar tutulduğu İskenderiye’deki Seydibeşir Usayre esir kampında yaşadıklarıyla karıştı zihnimde.

Gaz lambası ışığında, zaman zaman gözlerimi yaşararak, içimde kaynayan sızılarla boğuşarak, yatağın içinde huzursuzca sürekli dönerek okurken, annem üç dört defa yatıp uyumam için uyardı. Onu da huzursuz etmiştim. Kitabı kapattım, gözerimi yumdum. Gözlerimin önünde eserden sahneler canlanıyordu. O anda köyümüzdeki câmîden ezan okunmaya başladı. Şükrettim. Bu köye düşman gelmemeliydi. Vatan savunulmalıydı.

Cengiz Dağcı’nın eserlerini okurken, bir gün Cengiz Dağcı ile tanışacağım aklımın ucuna dahi gelmedi. Benim hayat yolumun çizilmesinde derin etkisi olan bu muhteşem yazarla mektuplaşarak başlayan telefonlaşma ile süren ve sonra onu Londra’da ziyâretimle gelişen yakın bir dostluk kuracağım bir yolculuğa çıkmışım meğer. Günün birinde kendisiyle sohbet ederek, konuşarak kendi sesiyle kendisini de anlattığı tek belgeseli benim yapacağımı, o vefat ettikten sonra bizleri de sevdirdiği vatanına kavuşmasında önemli bir hissemin olacağını tahayyül bile edemezdim. Allah nelere kadir, yaşamadan bilemiyorsunuz.

Cengiz Dağcı belgeselinin yapılış süreci de ayrı bir makale konusu. Niçin vefat ettiği 2011 yılına kadar o sağken bir Cengiz Dağcı belgeseli yapılmadığı sorusunun cevabını veremiyorum. Bırakın bir belgeseli, herhangi bir televizyon kamerası bile gidip onu ve eserleri hakkında kendisiyle bir röportaj dahi yapılıp yayınlanmamış.

Cengiz Dağcı’nın vefatından sonra vatan Kırım topraklarına gömülmesinde de bir hikmet olduğunu düşünüyorum. Mâlûm olduğu gibi, Kırım 2014 yılı şubatında, bütün dünyânın televizyonlardan canlı canlı seyrettiği bir işgal yaşadı. Putin Rusya’sı 1994 yılında imzâladığı Budapeşte Memorandumu ile toprak bütünlüğünü kabul ettiği ve bunun garantörü olduğu Ukrayna’ya saldırdı. Anlaşmasına 20 yıl dahi sâdık kalmadı Putin Rusya’sı, II. Dünya savaşı sonrasında silâh zoruyla Avrupa’da yapılan ilk işgali gerçekleştirdi.

İşgalden üç yıl önce Cengiz Dağcı 22 Eylül 2011 Perşembe günü Londra’da vefat etti. Cengiz Dağcı ile görüşmelerimizde, sohbetlerimizde ölümünden sonra nereye gömüleceğini sormuştum çekinerek. “Hemen şuracıkta, Regina’nın yanında.” diye cevap vermişti. Onun nasıl bir merâsimle gömüleceği bizi hep endişelendirirdi. İsterdim ki bu muhteşem yazarımız mensup olduğu İslâm dinine göre, bizim millî adetlerimize göre defnedilsin. Londra’da yaşayan ve onunla ilgili pek çok haber yapan gazeteci arkadaşımız Mustafa Köker’e eşi Regina, Cengiz Dağcı’nın Müslüman olarak defnedilmesi gerektiğini söylemiş ve yardımcı olmasını ricâ etmiş. Cengiz Dağcı’ya bunu hatırlattım, kızı ve damadına bu konuyu söylemesini ve tenbihlemesini, bizlere haber vermesi hâlinde bu konuda üstümüze düşeni ve gereğini yapacağımızı söyledim. Cengiz Dağcı “Olur Zafer kardeşim, damadım Frank’a söylerim.” dedi. Sağ olsun, bu konferansta güzel bir tebliğ sunan ve Londra’da yaşayan Emel Kırım Vakfımızı temsilcisi Melek Maksudoğlu onu yakından tâkip etti ve ilgilendi. Vefat ettiğinde de Londra’daydı.

Vefat haberini bana 23 Eylül Cuma sabahı değerli İsa Kocakaplan söyledi. Damadı Frank ona e-mail atmış. Haberi aldığımda Kırımoğlu, Bir Halkın Mücâdelesi Belgeselini çekmek üzere TRT’deki ekip arkadaşlarımla öğleden sonra uçakla Kırım’a gitmek için hazırlık yapıyordum. Resmî görevli gidiyordum ve onu son yolculuğuna uğurlarken orada olamayacağıma üzüldüm. Melek Maksudoğlu ve Mustafa Köker’e, cenâze masraflarını vb. her şeyi Emel Kırım Vakfı olarak üstleneceğimizi ve bu konuda kızı ve damadına bilgi vermelerini izin almalarını ricâ ettim. Mustafa Köker Cengiz Dağcı’nın damadı Frank ile görüştükten sonra Süleymaniye Kültür Merkezi ile irtibata geçerek cenâze işleri konusunda anlaştıklarını ve onların âileyle işlemler konusunda irtibatta olduklarını bildirdi. Gerekenleri yapmış hemen. En azından Cengiz Dağcı’yı bir Müslüman olarak son yolculuğuna duâlarla, cenâze namazı kılarak uğurlayacaktık.

Ancak Allah Cengiz Dağcı’ya başka bir kader takdir etmiş meğerse. Emel Kırım Vakfı Yönetim Kurulu üyeliği de yapan arkadaşım Dr. Fikri Kançal, New York’da bulunan Dışişleri Bakanımızı bilgilendirdiğini, bir şeyler yapabilir misin dediğini söyledi. Dışişleri Bakanı Davudoğlu, Ukrayna Dışişleri nezdinde harekete geçmiş hemen. Resmî olarak İngiltere vatandaşı olan birini, bir başka ülke, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, şu anda bir başka ülkenin sınırlarında olan bir yere götürüp gömmek istiyordu. Hemen Melek Maksudoğlu’na, Arzu Ursula ve Frank’ı aramasını, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın Cengiz Dağcı için baş sağlığı mesajı yayınladıklarını ve Kırım’da gömmek isteğimizi bildirmesini ve izinlerini almasını ricâ ettim. Melek o izinleri aldı. Bir mucizenin gerçeğe dönüşeceği belli olunca derhal Kırım’da hazırlıkları başlattık. Kız kardeşi Ayşe Dağcı ve akrabalarına cenâzenin Kırım’a getirileceği bilgisini verdim. Kız kardeşi Kızıltaş’ta toprağa verilmesini istedi. Ben de aynı fikirde idim. Kırım’da kimi arkadaşlarımız Akmescit’te kimi arkadaşlarımız Bahçesaray’da Zincirli Medrese hazîresinde toprağa verilmesi fikrinde idiler. Ben fikrimi ve neden Kızıltaş’a gömülmesi gerektiğini ve bunun mânâsının ne olduğu konusundaki düşüncelerimi Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanımız Mustafa Kırımoğlu ile paylaştım. O da bana hak verince hemen bir hazırlık komitesi kuruldu ve hazırlıklara başlandı.

Cengiz Dağcı’nın kız kardeşi Ayşe Dağcı’nın sürgünden döndükten sonraki ikâmet yerinin Kızıltaş olması işimizi çok kolaylaştırdı. Ayşe Dağcı’nın pasaport bilgileri ve diğer gerekli evraklar Süleymaniye Kültür Merkezi’nden cenâze işlerini yürüten ve devamlı haberleştiğim Yahya Köse’ye gönderildi. Bütün işlemleri onlar ve Türkiye’nin Londra ve Kiev’deki elçilik mensupları, merkezdeki görevliler hallettiler. Melek Maksudoğlu’nun pasaportuna kayıtlı olarak Cengiz Dağcı, vatan Kırım’a 1 Ekim 2011 günü geldi. 2 Ekim 2011 günü Kızıltaş topraklarına kavuştu. (2)

Doğrusu ilk planda Cengiz Dağcı’nın cenâzesini Kırım’a hemen getirmeyi hiç düşünmemiştik. Ancak dönemin Dışişleri Bakanı Türkiye Cumhuriyeti adına Ahmet Davutoğlu, târihî bir olayı gerçekleştirdi. Senelerce vatan Kırım’dan uzak yaşasa da Kırım’ı unutmayan, yazdığı eserlerle bizlere, yüzbinlere Kırım’ı sevdiren Cengiz Dağcı’yı vatan Kırım topraklarına kavuşturarak Kırım târihinde çok önemli ve unutulmaz bir hizmete imzâ attı.

Zincirin parçaları birleşince bütünü görebiliyorsunuz. Dedim ya Cengiz Dağcı’ya Tanrı başka bir kader çizmiş. Onu çok sevdiği vatan Kırım topraklarına kavuşturarak mükâfatlandırdı. Bizler sadece aracı olduk. Cengiz Dağcı’nın cenâzesi Londra’dan yola çıkarken, Kırım Akmescit’teki Kırım Tatar Müzikal Drama Tiyatrosu’nda hazırladığımız Cengiz Dağcı belgeseli gösteriliyordu. Belgeselin Kırım galası idi aslında. Belgeselin sonunu Cengiz Dağcı’nın sözleriyle bitirmiştik:

“Yüreğimin acılarına dermanı ben kendimde buldum bunca yıl. Bu akşam da kendi ruhumda arayıp bulacağım. Kızıltaş sandığım kadar uzak değil, karanlık kalksın hele, karlar erisin hele ben Kızıltaş yoluna koyulacağım gene. Toprağında saklı bahar bekliyor beni orada. Al perçemli bulutlar, ılık yağmurlar, gümüş çitler üzerinde serçeler, saksağanlar, mutlu martılar bekliyor beni orada. Karanlık çözülsün hele, karlar erisin hele gideceğim” (3)

Cengiz Dağcı’nın kaleminden dökülen bu sözler Kırım’da tiyatroda belgeselimiz vasıtasıyla yankılanırken, Cengiz Dağcı’nın naaşı THY uçağı ile havada Kırım’a gelmek üzere yola çıkıyordu. Cengiz Dağcı yazmış döneceğini, Kızıltaş topraklarına kavuşacağını…

Aslında Cengiz Dağcı’nın hikâyesi bununla sonlanmadı. Yazdığı “Korkunç Yıllar” eserini, vatan’ı Kırım’da çok sevdiği halkı Kırım Tatarları bir başka biçimde yeniden yaşıyor. 2014’ten beri yeni bir Korkunç Yıllar dönemi yaşanıyor Kırım’da. Mustafa A. Kırımoğlu, Kırım Tatar Millî Meclisi Başkanı Refat Çubar ve birçok Kırım Türkü vatan’ı Kırım’a giremiyor, “Yurdunu Kaybeden Adam” eseri onlar için yeniden yazılıyor sanki. Cengiz Dağcı’nın “O Topraklar Bizimdi” diye haykırdığı Kırım bir kez daha Rusya işgali altında. “Onlar da İnsandı” dediği Kırım Türkleri Putin Rusya’sının zulmü altında “Ölüm ve Korku Günlerini” yaşıyorlar öz vatanlarında.

Cengiz Dağcının mezarı, Gruzuf’u, Kızıltaş’ı, Romankoş’u, Ayuv Dağı, Memişin Bayırı, Tübya Kırları işgal altında. Gelin Kaya’sı kan ağlıyor. Cengiz Dağcı’nın 1920’li yıllarda II. Dünya Savaşı’na kadar, Bolşeviklerin, Sovyet rejiminin zulmünü anlattığı halkı Kırım Türkleri işgale boyun eğmedi. İşgale direniyor. Yeniden bir vatan mücâdelesi veriyorlar. Özgürlüğün mücâdelesini veriyorlar. Zâlim işgalciye kaşı hak ve hukuk mücâdelesi veriyorlar.

Cengiz Dağcı hiç şüphesiz kabrinde huzursuzdur, mutsuzdur. Onu daha da mutsuz eden, derin hayal kırıklığına uğratan Türkiye’de işgalci Rusya’ya ses çıkarmayanların çokluğu, dahası Rusya’ya ve diktatör Putin’e sempatiden hayranlığa varan duygu besleyenlerin varlığıdır.

Cengiz Dağcı’nın eserlerini okuyanlar ve sevenler İsmail Bey Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde, işte birlik” şiarını dillerinden düşürmeyenlerden hep birlikte seslerini yükseltse “İşgale hayır, Kırım’a, Kırım Türklerine Özgürlük” diyerek eyleme geçseler diye bekliyorlar. Bu muhteşem Türk büyükleri işgal altındaki mezarlarında, vatan Kırım’da…

Kaynakça

*Cengiz Dağcı belgeselinin yönetmeni, Emel Kırım Vakfı Başkanı, Emel Dergisi naşiri.

(1) Sarısoy Karatay, Neşe. Gamalı Haç ile Kızıl Yıldız Arasında Türkler. Ankara: Sinemis Yayınları 2011. (Neşe Sarısoy Karatay, yönetmenliğini yaptığı ve TRT’de aynı yayınlanan belgeselde ve eserinde bu savaş zamanındaki milyonlarca Türkün kaderini anlatmıştır.)

(2) Cengiz Dağcı’nın cenâzesinin Kırım’a getirilişini ve toprağa verilmesini daha geniş olarak okumak için bknz; Karatay, Zafer. “Cengiz Dağcı, Belgeselini Vatan Kırım’a Kavuşunca Tamamladı”, Emel dergisi 238-241. (2012): s. 24-31.

(3) Dağcı, Cengiz.  Anneme Mektuplar. İstanbul: Ötüken Yayınları. 2016. s. 492.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.