Bir devir ki ezelden bir akışı ebede kadar yürütmeye ant içmiş, bir söz ki nesilleri dâima diri tutmaya çalışan, bir anlayış ki her yok olmaya yüz tuttuğunda bir daha bir daha bağıran; Allah’ın kutsal emanetlerini koruyan, kollayan, duyan, duyuran olan… Gücü bilgide arayan, her dâim Hakk’ı tutup kaldıran, adâlet meşalesiyle tüm cihanı aydınlatma ülküsünü ezelden beridir kanında taşıyan, aynı iman, aynı ruhla mefkûresini unutmayan, yılmadan, usanmadan hedefe koşan, alınıp satılmayan, gören gözeten olan, varmadan ölüme ölebilen bu cihanda; şeksiz şüphesiz dünyanın kara yaslı bağrına gem vuran o kutlu yüzlere selâm olsun…

Gönül isterdi ki İslamiyet öncesinde Türk’ün anlayışını yine bir medeniyet hamlesiyle harmanlayarak İslamiyet’ten sonra da devam ettiren, Türk’ün ruhunu kültür harcıyla yoğuran, Türk’ün sesinin güçlülüğünü her kaleminde ispatlayan nice eserlerimizi hem içerik açısından hem de birbirleriyle şuur açısından karşılaştırmalı olarak siz değerli okuyucularımıza sunabilelim. Fakat bilindiği üzere nice hazinelerimiz yakılmış, târihte her dâim olduğu gibi Türk, yeniden yeniden yok edilmeye çalışılmış bunlara rağmen geriye kalan küllerden daha alevli bir şekilde doğmayı başarmıştır. İşte bu küller ki her biri yeniden ayrı büyük bir alev olmuş ve tekrardan yönünü tüm cihana dönmeyi kendisine düstur edinmiştir. Türk’ün rüzgârıyla savrulan bu küller, birer kuş olmuş kimisi doğuya kimisi batıya uçup gitmiştir. Ve o kutlu emanete yeri gelmiş ağzı ve ayaklarıyla taşları tutan ebabil kuşuna dönüşüp haksızlığın, adâletsizliğin, zulmün üzerine yağdırmış ve bu savrulan küllerden büyüyen alevin gazabını tattırıp taşları, bu dünyanın düzenini bozanlara bir kurşun misali yağdırıp yerle yeksan etmiştir; yeri gelmiş çakır kuşu gibi bir boydan bir boya Türk’ün yaşadığı her yerden başlatarak yeryüzünü ebemkuşaklarıyla donatmış ve fakat bu defa küllerden büyüyen alevin gazabıyla değil sıcaklığıyla, şefkatiyle cihanı sarmıştır.

Târihin, özellikle de târihî şuurun ve Türk’ün edebi anlayışının birleştiği eserlerden hareketle bir nebze de olsa yakın târihe getirebilmek; yer yer kuruluş olan târih ve kültür köprülerin tahtalarının kırıldığını anlayabilmek, bizatihi sallanan bir köprünün halatlarının kopmak üzereyken tutup yeniden kaldırmanın, yerine yine târihi tecrübeden kopmadan bulunulan çağa göre yeniden bir köprü inşa etmenin mücadelesini veren, anlatan, diyar diyar yeni tahtalar, halatlar, demirler ve bu târihin yürütülmesini sağlayacak olan köprü için gerekli olan tüm malzemeleri aramaya çıkan, yiğit erler ve yiğit kadınların omuzlarındaki bu emaneti yazılan eserler ışığında anlatmaya çalışacağız. Amacımız yalnız anlaşılmak değil fakat ilk adımda anlaşılmaktadır. Daha sonrasında ise bu yüce emaneti, omuzlarına yük yapanlarından elinden alıp tıpkı atalarımız gibi başlarımıza taç yapmak olacaktır.

Eserlerimizin ilki; içerisinde unutulmaya yüz tutmuş tüm değerlerimizi bir devlet anlayışıyla sunan, târihi birikimi Türk olmanın gurur ve şuuruyla kendi değerlerinin ruhuyla birleştiren ve hâlihazırda gerek stratejik açıdan gerekse bir milletin ruhunun nasıl korunacağını ve yüzyıllar ötesinden süregelen bir anlayışla özellikle günümüzde bu topraklarda daha da kök salıp bu köklerin çınar misâli tüm cihana tekrardan yayılmasının gerektiğini anlatan Yusuf Has Hacip’e ait olan Kutadgu Bilig’dir. Kutadgu Bilig, her şeyden önce bir reçetedir, kılavuzdur. Üzerine çok fazla araştırma yapılmış ve Türk milletine sunulmaya, anlaşılmaya çalışılmış olan başyapıt bir eserdir. Lakin gerek parça parça ele alınmasıyla gerek günümüzle kıyasla açılan tüm boşlukların çağa göre değerlendirilmesi yapılması da bir zarûrî ihtiyaçtır. Bu büyük eser ancak kendi zamanımızla kıyaslanır ve bu reçeteyi çağımıza uydurmaya çalışırsak yeniden bir anlam kazanacaktır. Konuların daha iyi ve daha temkinli anlaşılabilmesi için yazımız birkaç seriden oluşacaktır. Öncelikle Kutadgu Bilig denilince akla ilk ‘bir devletin nasıl bir pozisyonda olması gerektiği’ üzerine görüşler, yazılar görmekteyiz. Tam bu noktada biraz daha derine inecek olursak öncelikle devlet dediğimiz mekanizma nedir? Neye hizmet eder? Nasıl hizmet etmelidir? Nereden doğmuş ve neden böyle bir mekanizma var olmuştur? Burada genellikle hizmet kelimesini kullanmamızın başlıca sebebi kitapta da geçmesi üzerine ‘kut’ anlayışından ileri gelmektedir. Kut, başlı başına bir ‘hizmet’ demek olup bir devletin ahlâk anlayışıyla bütünleşmesi gerektiğini 952 yıl önce söyleyen Yusuf Has Hacip’le aralarında yüzyıllar olan ve bu yüzyıllar arasında yine nice değerli eserlerimizin de olduğu ve son olarak bize bir devletin nasıl olması gerektiğini sunan son eser olan Başbuğ Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık adlı eseri dahil verilecektir. Maksadımız çağların değişmesini göstermek evet, fakat en önemli gayemiz aynı ruhu taşıyıp özellikle de günümüze uyarlayan son esere kadar bir silsileyi veyahut parçalarını sunmaktır. Bir diğer değinilecek nokta da odur ki aradan geçen bu yüzyıllarda var olan köprü çok çatırdamış aralarında gözle görülen gediklerin fazla açılması vukû bulmuştur. Târihi ve Türklüğü anlatmak adına somutlaştırdığımız köprü yerle yeksan olmak üzereyken yine bir Kutadgu Bilig anlayışıyla reçeteyle karşılaşmışızdır. Nasıl mı? Karşılaştırmalı olarak ele alacağımız ilk kavram ‘daha iyi ve temelden anlaşılması maksadıyla’ insandır.

Her milletin insan tarifi veya insana biçtiği rol ve verdiği tanımlama yine kendi özelliklerine ve bir yandan da târihi tecrübesine ve öte yandan îmânı derecesinde değerlendirmek yine Kutadgu Bilig esasını anlattığımız için adâletli olacaktır. Burada en önemli faktör diğer milletlerden ayrı olarak kendimize has insana biçtiğimiz rol de ortaya çıkmaktadır. Özellikle insana gösterilen saygıdan ileri gelen devlet olgusunun temelde de insan unsurunun üzerine inşâ edilmesi gerektiğini Yusuf Has Hacip, çoğu yerde vurgulamıştır. Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye verdiği öğüt olan “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” düsturu eserde de ayniyetle vurgulanmıştır. Kutadgu Bilig ise insan tarifini öncelikle akıl ile sunmaktadır. Neticede insan akleden, sorgulayan, irade mekanizmasını gösterebilen yüce bir varlıktır. İnsanın ihtiyacından doğan insan ürünü olan devlet mekanizması da akılla sıkı sıkıya bağlıdır. Eserde akıl sahibi bir kimseyi temsil eden ‘Ödgülmiş’ adlı kahramandır. Burada en önemli husus “akıl sahibi kimsenin” vasıflarıdır çünkü Göktürk Yazıtları’nda da bahsedilen Kutadgu Bilig’de de aktarılan bu husus sâdece aklın sahip olduğu insan için değil bu nimeti vasıflı bir şekilde kullanabilenler için herkeste olması gerektiğini vurgulanması açısından son derece önemlidir. Bundan dolayıdır ki hususiyetle Yusuf Has Hacip insandaki bu nimeti başlı başına ikiye ayırmaktadır: “Akl-ı maaş ve Akl-ı mead” bu ayrım aynı zamanda eserin bir geçiş dönemi ürünü olması sebebiyle de İslamiyet’in anlayışını da bizlere sunmaktadır. Şöyle ki akl-ı maaş sahibi olan insanlar; basit meselelerin ayrımına sahip olan, az çok iyi kötü ayrımı yapabilen, gündelik hayatlarını bu şekilde devam ettirebilen insanlarken; akl-ı mead sahibi insanlar öncelikle karşılaştıkları bir problem karşısında problemin aslını inceleyip bulabilen, âkıbet kavramını kendisinde iyi dengelemiş, hikmet sahibi olmayı ilke edinen, hikmetin getirdiği bir düsturla da hizmet kabiliyetini kazanmış kimseler olarak belirlenir. Bu sebepledir ki dikkat ederseniz Yüce Yaradan Kur’an-ı Kerim’de birçok ayetlerinde akletmeyi, sorgulayarak bir hayat sürmeyi ve bunun yanında devamlı suretle hizmet etmeyi emreder. Bir işten yorulunca bir başka işe geçmemiz gerektiğini buyuran Yaradan, vasıflarımızı yarâdilışımız gereği bunun üzerine donatmıştır. Bu yönüyle Kutadgu Bilig aynı zamanda Türk’ün İslamiyet’i nasıl anladığının da bir kanıtıdır diyebiliriz. Aklın önemini şu şekilde vurgulamıştır: “Akıl bir meşaledir, köre göz, vücuda can ve dilsize sözdür. Dâimaa sağdan hareket eder, solu yoktur. Mâkûl ve hîlesizdir. Gidişi değişmez. Aklın hareketi ihtiyar kendisi gençtir. Küçüklüğü sevimli, ihtiyarlığı sakin, kendisi halim, alçakgönüllü ve çok faydalıdır.” Bu ifadeleri insan tarifini akıl unsuruyla yapması bize gösteriyor ki akıl aynı zamanda nasıl bir insanın varlığının timsaliyse bir milletin de varlık sembolüdür diyebiliriz. Kitapta akıl kavramını temsil eden Ögdülmüş bir bakıma da ‘âkıbetini ve aslını arayan bir akıl’ olarak sunulmuştur. Bu nedenle kitapta aklın aynı zamanda da töre koyacak bir seviye olduğu anlatılır. Hâl böyle olunca kut kavramı ve akıl arasında da doğrudan bir ilişki bulunmaktadır. Kutadgu Bilig mânâsı itibariyle ‘kut kazanma bilgisi’ olduğundan bunun yapılabileceği en temel unsur akıl ile olmaktadır. Kut kazanma ise anlatılanların doğrultusunda töre kavramının her zaman emri altındadır ve kut anlayışı özelliklere Tanrı tarafından hükümdarlara verildiğinden ve yine halkın töreye hizmet edip etmediğine göre hükümdarların elinden kutun alınıp alınmaması veya yüceltmesi mümkün olacaktır. Toparlayacak olursak bir devlet mekanizmasında insan unsuru son derece önemlidir. İnsan ise akıl hazinesini ne denli kullanıp kullanamadığına göre değişir. Netice itibariyle akıl töre koyucu bir mana da taşıdığından ona yaklaşmak uç noktalarda bir hizmet anlayışını da beraberinde getirecektir. Bu hizmet anlayışı akl-ı mead dediğimiz insanlarda mevcuttur ve kut burada devreye girer. Töreye varmak için kullanılan bir metot görevinde olan kut, yani ‘hizmet yetkisi’ de diyebiliriz. Töreye yaklaştıkça yükselen uzaklaştıkça da düşüp elinden bu hizmet yetkisinin alınabileceği bir olguyu bizlere tarif etmektedir. Kut kavramına giden hizmet anlayışının da kendi içerisinde bir sistemi vardır. Öncelikle adâlet kavramının çatısından ayrılmayacak olan tüm bu kavramlar, adâletin de çıkış noktasıyla doğrudan paralellik gösterir: Hak edene hakkını nizamlı bir şekilde vermek. Bu husus çok önemlidir ki yazının başında belirttiğimiz târih ve kültür köprüsünün temel direklerini inşâ eder. Çünkü bir işin ehli tarafından yapılmaması yalnız o işi zor duruma sokmakla kalmaz ona bağlı olan tüm unsurları da doğrudan etkileyeceği için titiz bir dağılım göstermek mecburiyetinde olmak gerekir. Burada Kutadgu Bilig’de geçen şu söz durumu en iyi şekilde izah eder: “Asıl ehliyetsizlik, töre bilmez, ehliyetsiz kişiye iş vermektir.” Burada yine vurgulanması gereken bir nokta vardır ki o da şudur: töre, esasında toplumsal hayatta sınıf farkını reddeden bir yapıya sahiptir. Toplumsal hiyerarşi her dâima târihte olmuştur fakat mühim olan akıllı bir devlet mekanizmasının bu hiyerarşiyi yarıp içinden yükselebilme kabiliyetini gösterebilmesidir. Bu da hizmetten geçer ve liyakat anlayışına sıkı sıkıya bağlıdır. Yine adâlet kavramı çatısı olan bir devlet anlayışında liyakati esas almak en temelde adâlet merciini gerekli yerine oturtmaktır ve buradan da bir hiyerarşi doğmayacaktır. Yine önemli olan bir husus ise elbette ki hizmet anlayışının sâdece devleti yöneten kişilerde olmaması ve eserde de belirtildiği üzere toplumun tamamına bu anlayışın kazandırılması esas alınmalıdır. Yani “toplumdaki her insan, hizmet yoluyla kuta ulaşma ülküsüne bağlanmaktadır.” Burada da Türk usûl ve anlayışında hiçbir zaman sınıfçı bir ayrımın olmadığını görmekteyiz. Özetle, Kutadgu Bilig’de de verilmek istenen ana mesaj; hizmet anlayışında ve şuurunda olan her kişinin kuta ulaşma ülküsü için çalıştıkça kut vazifesini elde edebileceğidir. Burada son derece önemli bir durumla karşılaşıyoruz ki bu yapılanmayla birlikte bir sosyal hizmet çarkı dönmüş oluyor ve devlet, içinde bulunulan tüm insanlarıyla birlikte çatısını töreye en uygun şekilde yürütüyor ve tekrardan belirtiyoruz ki millî bir bütünleşmeyle hep birlikte, halkın her ferdi için hizmet anlayışı adâletle yerini bulmuş oluyor.

Kutadgu Bilig’de yine bahsedilen bir durum olarak konuya bağlılık açısından da toplumun her kesiminde hizmet anlayışını idrak etme şuuru olan eğitim meselesine önem ve bu eğitim meselesinde yine kitapta geçen ‘gönül’ kavramıyla birleştirip sunmakta fayda vardır. Kitaptan anladığımız akıl kavramının gönül hamuruyla yoğrulmadan yani eğitimden geçmeden elde edilemeyeceğidir. Burada eğitim mekanizmasına verdiği önemi Yusuf Has Hacip, cemiyet birimlerinin en temelinden olan ‘aile’ kavramıyla bağlamıştır. Eğitimin en temelde aileyle taçlandırılması gerektiğini vurgulayan Kutadgu Bilig, burada ‘gönüllü kişi’ tabirini kullanmıştır. Gönüllü kişi olarak geçenler başta devletin yürütücü amilini oluşturmalı ve eğitimle taçlandırılıp halkın tamamına sirayet etmesi gerektiğini söyleyen Kutadgu Bilig, yine millî bir anlayış çerçevesinde işlenmiştir. Üzerine fazlaca beyit yazılan bu kelimeye Türk edebiyatı dâhil pek çok mânâ verilmiştir fakat gönül kelimesini insandaki duygusal ve ruhî merkez anlamında tahsis eden ve bunu tüm dünya kültürlerine aksettiren Türk kültürü olmuştur. Bunu baştan belirtmekte fayda vardır ki çünkü gönül ifadesi diğer kültürlerde yalnızca yürek anlamına gelecek şekilde mecazlaştırma vardır, hâlbuki Türkler tüm târihi boyunca aslında tek bir amaç için kullanmıştır: insanın bütünü, ideal insan olgusu, hizmet anlayışını lâyıkıyla yapabilen kişi, Türk ruhu. Bunun üzerine Kutadgu Bilig’de geçen beyitlere değinecek olursak:

“(Tanrı) Seçti, yarattı ve gönülü aydınlattı / Gönlümü iman içinde doğru yol üzerine tuttu.”

“Gönül, akıl ve bilgi verdi, dilimi açtı ve bana ifade kudreti verdi”

“Gönül sahibi olan kimse, gönlü olgunlaşmış, ölmeden evvel ahiret işini yoluna koymuş olan “kişi”, ölmeden evvel ölmüş, gerçek bir ariftir.”

Yine İslami Devir (Geçiş Dönemi) eseri olması hasebiyle gönül bir yerde nefs ile karşılığını bulmuştur:

“İnsan gönlü, dibi olmayan bir deniz gibidir; bilgi, onun dibindeki inciye benzer; çıkarmadıkça işe yaramaz.”

“İnsan, gönlünü çıkarıp avucuna koyarak başkaları önünde mahcup olmadan dolaşabilmelidir”

“Bey’in gönlü, dili ve tabiatı düzgün olmazsa kut o dilde dolaşamaz, kaçar!”

Sonuç olarak, kut gelince gönle hâkim olması gerektiğini vurgular kişi dünyada ölmesin!

“Boğazını eritmeyen gönül başka tarafa kaymaz. / Boğazını arıtmayan âdil olamaz.”

Bir sonraki yazımızda Kutadgu Bilig’de ‘âdil olmak’, ‘aile kavramı’, ‘eğitim’ kavramı üzerinden, yine târihimize ve günümüze ışık tutan eserlerin yolundan devam edeceğiz…

Kaynakça

Başer, Sait. Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.