Önceki yazımda, özel olarak Avrupa’da, Fransız İhtilâli ile başlayan ve çeşitli milletlerde yayılan milliyetçiliklerden bahsetmiştim. Özet olarak her milletin târihî serüveni farklı olduğu için milletlerini oluştururken dayandıkları müştereklerin farklı olduğunu dolayısıyla milliyetçiliklerinin de farklı şekillerde geliştiğini anlatmaya çalıştım. Yine o yazıda Avrupa’da milletlerin teşekkülünün 17.yüzyıl sonrasında başlayıp Fransız İhtilâli sonrasında hızlı bir şekilde tüm Avrupa’ya yayıldığını bu sebeple de milliyetçi fikirlerin Fransız İhtilâli ile yayılmaya başladığını anlattım. Bu yazıda ise asıl anlatmak istediğim konu olan Türk milliyetçiliğinin Fransız İhtilâli ile başlamadığıdır. Aslında sonuç yazının sonunda verilir ama ben bu saptamamı önceki yazımda yaptığım için başlangıçta sonucu söylemekte sorun görmedim.
Türk milliyetçiliğin ne zaman başladığını anlamak için önce Türklerin milletleşmesinin ne zaman olduğunu anlamamız gerekiyor. Bu târihin ve ilgili bilimlerin konusu ve ben bu ilimlerin sâdece sonucunu okuyan biri olduğum için milletleşme konusun üzerinde pek fazla durmayacağım ancak bahsetmeden de geçmemek icap ediyor.
Milleti oluşturan belli müştereklerin varlığı herkesçe kabul edilecektir. Ortak kültürden beslenme, ortak bir dilin teşekkül etmiş olması, ortak bir târihten gelmek, ortak bir atadan gelmiş olma inancı -bizim soy mensubiyetimiz kanla ölçülmez, ortak bir ata kabul edilen Oğuz Kaan soyundan gelme inancı daha çok kabul edilir. Yine de Türk ana-babadan gelmiş olmak da soy mensubiyetine girer-, aynı dine inanmak vs. gibi daha birçok müşterek hemen hemen bütün sosyologlarca kabul edilir. Göktürk Kitâbeleri’nde görüleceği üzere yüzyıllarca tekâmül etmiş bir dil ve Bilge Kaan’ın belirttiği gibi bu dili konuşan bir millet 8. yüzyılda zaten vardır. Çin kaynaklarına da gidildiğinde bu dili konuşan toplulukların milattan önceden beri var olduğunu görüyoruz. Mani ve buda dinlerine geçen Türk topluluklarının dışında da Türklerin ekseriyeti Gök-Tanrı dinine inanmaktadır. Daha sonra da İslâmiyet yine büyük oranda Türkler tarafından kabul edilecektir. Türklerin ortak bir kültüre mensup olması da çok eski zamanlara dayanır fakat bilindiği üzere Hun Türkleri zamanında güçlü bir ortak kültürün varlığından emin olabiliyoruz. Yine Hun döneminden itibaren de Türkler, aralıklarla da olsa ortak bir devlet çatısı altında yaşamışlardır. Kanıtları çoğaltabiliriz ancak asıl üzerinde duracağım konu bu olmadığı için devam edebiliriz.1
Milliyetçilikten bahsetmek için öncelikle bir şuurdan bahsetmek gerekiyor. Çünkü insanlar bir millete ait olabilir, tercih yaparken mensubu olmadığı cemiyet birimlerini zaten seçmez. Konu mensup olduğu cemiyet birimleri arasında (ferdin kendisi, ailesi, sülalesi, sınıfı, ümmeti gibi) milletini tercih edip etmemesidir. Bu da ancak bir şuur ile mümkündür. Şimdi Türk târihinden örneklerle milliyetçiliğin Fransız İhtilâli öncesindeki durumuna bakalım.
İhtilâlden 1800 yıl önce Büyük Hun Devleti zor zamanlar geçirmektedir. Çinliler durumun farkındadır. Doğu Hunlarının kağanı Ho-han-ye (TanhuTürkçe adı bu mu emin değilim, bilen varsa söyleyebilir) Çin hâkimiyetine girersek daha iyi olacağını düşünmektedir ancak kardeşi, bugün Çi-çi Yagbu olarak bildiğimiz Batı Hun Kağanı, öyle düşünmüyor. Başka milletin boyunduruğu altına girmenin ne kadar kötü olduğunu şöyle anlatıyor:
Hunlar cesareti ve kuvveti takdir ederler. Bağımlı olmak ve kölelik onlara en âdî bir şey olarak gelir. At sırtında savaşmak ve mücadele etmek suretiyle devlet kuruldu. Kavimler arasında kuvvet ve otorite kazanıldı. Yiğit cengâverler ölünceye kadar savaşmalı ki varlığımızı devam ettirebilelim. Şimdi iki kardeş taht için mücadele etmektedir. Sonunda ya büyüğü ya küçüğü devlete sahip olacaktır. Gerçi şimdi Çin bizden daha güçlüdür; fakat (bu durumda bile) Hun ülkesini ilhâk edemez. Niçin kendimizi Çin’e bağımlı kılalım? Atalarımızın devletini (niçin) Çinlilere devredelim? Bu, ölmüş atalarımıza büyük hakaret olur. Böylece, komşu devletlerin arasında gülünç duruma düşeriz. Evet, bu suretle (Çin’e bağlanarak) sükûnet tekrar tesis edilebilse bile, kavimler arasında yeniden üstünlüğümüzü elde edebilir miyiz? Biz ölsek de kahramanlığımızın şöhreti artacak. Oğullarımız ve torunlarımız dâima devletin hâkimi olacaklar.
Çi-çi Yagbu bu sözlerin ardından savaşmaya karar verir ve sonunda milleti için savaşırken öldürülür. Belki o başarılı olamadı fakat onun sayesinde Türkler batıya doğru göç etmeye başladı ve Çi-çi Yagbu bundan yaklaşık 300 yıl sonra Kavimler göçüne sebep oldu. Onun sayesindedir ki Türkler o gün boyunduruk altına girmemek için savaştı. Başarısız olsalar da bağımsızlık ülküleri hep içlerinde kaldı. Acaba biz Millî Mücadelemizi bu sayede mi yapabildik? Bu ruh o zamandan beri içimizde kalabildiği için mi?
Biraz daha ileri gidelim. Hunlar için misaller çoktur ama başka bir devlete gidip milliyetçiliğin sürekli yapıldığının örnekleriyle devam edelim. Doğu Göktürk Hakanı İşbara Han sıkışık bir zamanda Çin imparatorundan yardım ister. Çin imparatoru bu isteği kabul etmekle birlikte, şartlarını bildirir. Buna göre, Türkler elbiselerinin önlerini ve uzun saçlarını kesecekler, dillerini değiştirip, Çin törelerini kabul edecekler. Bu şartları kabul ettikleri takdirde Çin imparatoru her türlü yardımı yapacaktır. İşbara Han’ın, Çin imparatoruna verdiği cevap Türklerin, o yüzyıllarda ne ölçüde kimlik hassasiyetine ve kültüre dayalı bir milliyet şuuruna sahip olduklarının açık örneğidir. Türk Hakanı şöyle söylüyor:
Şimdi oğlum sarayınıza gelecek ve her yıl haraç olarak, ilahî soydan gelen atlar takdim edecektir. Her gün sizin emrinizde olacak. Fakat elbiselerimizin önünü kesmeye, omuzlarımızdan dalgalanan saç örgülerimizi çözmeye, dilimizi değiştirmeye ve sizin törelerinizi kabul etmeye gelince, bizim adetlerimiz ve geleneklerimiz o kadar eskidir ki, ben şimdiye kadar bunları değiştirmeye cesaret edemedim; milletim de aynı kalbi taşıyor.
Eğer târihin o devirlerinin hanedanlar mücadelesinden ibaret olduğunu düşüneniniz varsa tekrar düşünmesini tavsiye ederim. Eğer târih hanedanlar mücadelesinden ibaret olsaydı İşbara Han büyük ihtimalle şu sözleri söyleyecekti:
Saçlarımı keserim, törelerimizi değiştirmek isterdim fakat büyük bir mukavemetle karşılaşacağız. Bu sebeple yardımlarınızı beklerim. Tahtımı korumanız takdirde isteklerinizi gerçekleştirmek için var gücümle çalışacağım. (Tabi o dönemki Türkçede tam olarak böyle demeyebilir.)
Burada gördüğümüz en önemli unsur milliyet şuurudur. Sâdece kendi dedelerini ona miras bıraktığı ve kendi yaşadığı geleneklerin değil bütün bir milletin töresinin böyle olduğunu ve bunun korunması gerektiğini; gelenlerinden kopmak istemeyişin bütün milletin kalbinden gelen bir istek olduğunu görüyoruz. Çinliler Türk milletinin kimliğini yok edip asimile etmek istemektedir fakat ne kağan ne millet buna yanaşmaktadır. Hâlbuki kağan, atlarını ve oğlunu onlara vermeyi kabul etmekte, hanedanını tehlikeye atmaktadır. Ayrıca Türklerden başka Çinlilerin de milletleştiğini ve başkalarını kendi kültürlerine katıp asimile etmeye vardıklarını da görüyoruz. Yıl M.S. 581, Ötüken. Fransız İhtilâline 1208, Türkçülüğün Esasları’nın yazılmasına 1342 yıl var.
Türklerin milliyet şuuruna dalalet eden belki de en büyük esere, Göktürk Kitabelerine bakalım. Bütün kitabeleri buraya yazarsak bile yazıyı sonlandırmaya yeter. Ben daha çok örnek göstermek istediğim için küçük bir kısım paylaşmak istiyorum. Bozkırda yaşadığımız dönemlerde biz hayvancılıkla daha çok uğraşmaktaydık. Çinliler tarımla uğraşmakta ve yerleşik hayata geçmişlerdir. Yani her iki toplum da üretemediği eşyaları bir diğer toplumdan almaktadır. Bunun için de sınır boylarında kime ait olduğu belli olmayan ticaret bölgeleri oluşturulmuş, Çinli ve Türk tüccarlar burada alış-veriş yapmaktadır. Kime ait olduğu belli değil demekten kastımız sürekli el değiştirmesidir. Çinliler ise daha iç bölgelerde daha kaliteli mallar satıldığı yönünde propagandalar yaparak Türkleri Çin’in iç bölgesine çekmeye çalışmaktaydı. Buraya gelenler ise ya fiilen öldürülür ya Bozkurtlar romanından hatırlanacağı üzere asimile edilir, satın alınır ya da köle yapılıp satılırdı. Bilge Han bunun farkında varmış ve taşlara şunu kazımış:
Asil gençler Çin milletine kul oldu; lekesiz kızlar cariye oldu. Türk Beyleri, Türk unvanlarını bırakıp, Çin beylerinin Çince unvanlarını alarak Çin imparatoruna bağlandılar. Elli yıl işlerini, güçlerini ona hasrettiler… Türk Kağanı Ötüken’de oturdukça sıkıntı olmayacak… Altını, gümüşü, ipeği sıkıntısızca veren Çin milletinin sözü tatlı, ipeklisi yumuşak imiş. Tatlı sözle yumuşak ipekliyle kandırıp, uzak kavimleri yakınlaştırmış. Yaklaştırdıktan sonra kötülük yayılırmış… Orada kötü kişiler şöyle haberler yayarmış, uzakta olana kötü mal veriyorlar, diye. Bilgi bilmez kişi, o haberi alıp yakına giderek çok öldün. Oraya doğru gidersen, Türk milleti daha çok öleceksin. Tatlı diline, yumuşak ipeklisine aldanıp Türk milleti çok öldün! Türk milleti öleceksin! Ötüken’de yerine oturup kervan gönderirsen, hiçbir sıkıntın olmayacak. Ötüken ormanında oturursan ebediyen il tutarak oturacaksın.
Yine kimlik kaybından, dil kaybından bahsediliyor. Kendisinden farklı olanın farkında ve milleti ölmesin diye kaliteli mal almaktansa kimliğinin kaybolmamasını tercih ediyor. Burada milletini uyarması bende şunu uyandırıyor. Eğer bir kişi bir başkasını kendisine faydası olmasa da uyarıyorsa kendini sorumlu hissediyordur. Bilge Kağan ise bir hanedanın evladıdır. Kendi oğullarına seslenip şunu bunu yapmayın diyebilirdi. Fakat o milletini uyarıyor. Çünkü kendini, milletine karşı sorumlu hissediyor. Bilge Kağan’ın Türk milleti tanımına bakacak olursak sâdece kendi boyundan da bahsetmiyor. Türk töresi ve diliyle yaşayan insanların Türk milletine dâhil olduğunu söylüyor. Anlıyoruz ki milletini düşünen, onun için çalışan ve onu uyaran bir Kağan var. Bu adama milliyetçi demeyeceğiz de ne diyeceğiz? Almanya’da milliyetçiliğin yayılmasını geçin daha Almanya’da yaşayanlara Alman bile denilmiyor.
Biraz daha yakına gelelim. Türklerin yeni yeni Müslüman olduğu zamanlara gelelim. İslâmiyet’e geçenler isimlerini bazısı da kimliğini değiştirmekte daha açığı Araplaşmaktadır. Türkçenin saraylarda terk edilmesi tartışılmaktadır. Bu târihte Kaşgarlı Mahmut Türkçeyi savunmaya başladı. Türkçenin bir medeniyet dili olacağını bağırmaktadır. BakınDîvânu Lugâti’t-Türk’ün girişinde ne diyor. Okumadan önce bu eserin Türk Hanına sunulmadığını hatırlatayım. Kaşgarlı şöyle söylüyor:
Allah’ın, devlet güneşini Türk burçlarından doğurmuş olduğunu ve Türklerin ülkesi üzerinde göklerin bütün dâirelerini döndürmüş olduğunu gördüm. Allah onlara Türk adını verdi ve yeryüzüne hâkim kıldı. Cihan imparatorları Türk ırkından çıktı. Dünya milletlerinin yuları, Türklerin eline verildi. Türkler, Allah tarafından bütün kavimlere üstün kılındı. Hak’tan ayrılmayan Türkler, Allah tarafından hak üzerine kuvvetlendirildi. Türkler ile birlikte olan kavimler aziz oldu. Böyle kavimler, Türkler tarafından her arzularına eriştirildi. Türkler, himâyelerine aldıkları milletleri, kötülerin şerrinden korudular. Cihan hâkimi olan Türklere herkes muhtaçtır, onlara derdini dinletmek, bu suretle her türlü arzuya nâil olabilmek için Türkçe öğrenmek gerekir.
Türk milletinin dünyaya nizam verdiğine inanan ve bunun için çalışan Kaşgarlı, milletinin büyük bir ülküye sahip olduğunu bize söylüyor. Türkçeyi savunmak, milliyetçilikten başka ne yapmaktır? Bu dönemler, Türklerin medeniyetin taşıyıcısı olmak için besmele çektiği dönemlerdir. Kaşgarlı Türkçenin medeniyet dili olması için büyük bir lügat hazırlamış ve bunu halifeye sunmuştur. İngiltere’nin İngilizler tarafından yönetilmediği zamanlardan bahsediyoruz. Oxford Lugatı 1882 yılında yayımlandı. Dîvânu Lugâti’t-Türk 1074 yılında tamamlandı. Ali Şir Nevaî de Muhakemetül-lugateyn eserini Kaşgarlı ile benzer bir ihtiyaçla yazmış olmalı.
Türk milliyetçiliğinden bahsedeceksek Hoca Ahmet Yesevî’den bahsetmeden geçmemek lâzım. İslâmiyet’i Türkçe yaşayan, Arap tarikat usulünün yerine Türklere ait bir usûl geliştiren, hikmetleri ile milletin hem vicdanına dokunan hem de onların kültürlerini ve dillerini koruması için öğütler veren bu büyük Türk milliyetçisini anlatmak için herhalde yüzlerce sayfalık kitapları tarayıp buraya örnekler yazmak gerekir. Ancak şu sözü herhalde milliyetçiliğin ve milletlerin Fransız İhtilâli ile başladığı tezini çürütmeye yeter:
İslâmiyet tercih, Türklük kaderdir!
Evet, milliyetçilik milleti tercih etmekle olur. İslamiyet’i tercih etmek inanç meselesidir ve bir cemiyet birimi tercihi ile karşılaştırılamaz. Bu sözünden çıkaracağımız şey: İslamiyet’e geçtik diye millî kimliğimizi kaybetmemiz ve kültürümüzü, dilimizi yaşatmak için çalışmamız gerektiğidir.
Devlet millet için vardır. Bu şuura ancak Türk milliyetçisi bir devlet erkânı erişebilir. Kutadgu Bilig hakanın milleti için var olması gerektiğini söylemiş ve onu uyarmıştır. Belki de hakan bundan uzaklaşmaya başlamıştı. Bunu bilmiyorum. Fakat anlatmak istediğim kısım içerikle ilgili. Diğer milletlere ait siyasetnamelere bakacak olursak şunu görürüz. İktidar nasıl ayakta kalır? Bu genel anlamda hâkim bir sorudur. Yusuf Has Hacip bunu anlatmıyor. Anlattığı şey: Hakan nasıl adâletle yönetir? Millet nasıl mutlu edilir? Aradaki fark bariz görünüyor. Diğer milletlerde hükümdarın mensubiyet duyduğu cemiyet birimi, özellikle batıda, kendi hanedanıdır. Siyasetnameler de buna göre yazılır Çiçero ve Machiavelli’nin yazdığı siyasetnameler bunun en önemli kanıtıdır. Millet nasıl daha mutlu olur sorusu için ya Thomas Hobbes’u beklememiz gerekecek veya kendi târihimize bakacağız. Kutadgu Bilig’deki “Hakan milleti için nasıl daha iyi çalışır?” sorusunun cevabı ile “Türk milliyetçisi iktidar nasıl işler?” sorusunun cevabı aynı.
Daha birçok örnek verilebilir. Ancak örneklerin yeterli olduğu kanaatindeyim. Bu yazıda milliyetçiliğin ve milliyet şuurunun Fransız İhtilâli ile yayılmadığını kanıtlamaya çalıştım. Fakat bunun bir ideolojik zemine oturması Fransız İhtilâli’nden sonra yayılan akımlar ile olmuştur. Burada yaşanan, mücadele metodunun değişmiş olmasıdır. Konun bu kısmına daha sonraki yazılarda girmek ve detaylandırmak istediğim için yazımı burada sonlandırıyorum. Son olarak da şunu belirtmemiz gerekiyor ki Türk milliyetçiliği, yukarıdaki örneklerden görüleceği üzere dünyanın en eski milliyetçiliğidir diyebiliriz. Fakat bunu diğer milletlerin târihini daha çok okuyarak anlamak gerekiyor. O halde şimdilik bilinen en eski milliyetçilik Türk milliyetçiliğidir.
AÇILAMA
(1) Türklerin ortak ve köklü bir kültürden geldiğinin kanıtları arkeolojik kazılarda, şu an araştırılan kültür unsurlarında bulunabilir. Derli toplu bir inceleme yapmak isteyenler Bahaeddin Ögel’in ‘Türk Kültürüne Giriş’ eserini inceleyebilir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.