Hepimiz; Alp Er Tunga’nın, Bilge Kağan’ın, Melik Şah’ın, Kanuni’nin, Sezar veya Napolyon’un yaşayıp öldüklerini biliyoruz. Bunların söylediklerine ve yaptıklarına inanıyoruz, değil mi? Aynı şekilde Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) yaşamış ve âhirete göçmüştür. Herkesin “Muhammed’ül Emin” olarak tanıdığı, düşmanlarının bile yalan söylemediğini tasdik ettiği Muhammed (AS), Allah’ın (CC) elçisi olduğunu söylüyor. Başka hiçbir delil göremesek bile buradan Allah’ın varlığına inanmamız gerek. Kaldı ki bir çadır bile direksiz kurulamazken Allah, yeri göğü yaratmıştır. 90 dakikalık bir maç sırasında bile hakemler arasında anlaşmazlık çıkarken kâinatın işleyişinde insanlık var olduğundan beri anlaşmazlık çıkaran görülmemiştir. Çünkü bu mükemmel kâinatı yaratan Cenab-ı Allah’tır ve ona karışabilecek bir ortağı da yoktur. Lâ ilâhe illallah.

İnsanlar; şef, âmir, müdür, reis vb. her türlü büyüğün gözüne girmek isterler. Her şeyin sâhibi, her şeye gücü yeten, büyük ve yüce Allah’ın (CC) sevgisini kazanmak istemek de gayet normaldir. Bunun için insanın önce Allah’ı sevmesi ve Allah’a hüsnüzanda bulunması gerekir. Çünkü Resulullah: “Allah, kulum beni nasıl zannederse ben öyleyim. Hayır beklerse hayır gelir, şer beklerse şer gelir.” buyuruyor. İnsan sâhip olduklarının, elde ettiklerinin Allah’ın lütfu olduğunu bilerek nîmetin devamı için şükretmelidir ve Allah’tan korkmalıdır. Çünkü dünya ve âhiret mutluluğunun dayanağı Allah korkusudur, takvâdır. Başıboş yaratılmayan insan, kusurlarının akıbetini göreceği Cenab-ı Allah’tan korkacaktır zira Allah, “Bu cennet nîmetleri, azametimden ve azabımdan korkan kimseler içindir.” buyuruyor. (İbrahim, 14) ve Resulullah (SAV) Hz. Ömer hastalandığı zaman ziyâretinde:

– Ya Ömer! Kendini nasıl buluyorsun? diye sorup

– Cennet nîmetlerini umuyorum, cehennem azabından da korkuyorum, cevabını alınca

– Bir müminin kalbinde umutla korku beraber bulunmadığı müddetçe Allah o kulunu umduğuna nail etmez. Korktuğundan da emin kılmaz, buyuruyor.1

Disiplin cezâsında, hapisten, sürgünden korkan insan; esirgeyen, bağışlayan ve erteleyen, merhameti sonsuz Cenab-ı Allah’ın karşısında veya huzurunda lâkayt ve sorumsuz olamaz çünkü “Allah-u Teâla şükür kapısını açıp da nîmet kapısını kapatmamıştır. Yine Allah-u Teâla dua kapısını açıp da kabul kapısını kapatmamıştır. Allah-u Teâla tevbe kapısını açıp mağfiret kapısını da kapatmamıştır. Allah-u Teâla’nın kitabından size bu sözlerimin delillerini okuyayım.”

“Eğer şükrederseniz mutlaka artırırım.” (İbrahim, 7)

“Bana dua ediniz ki kabul edeyim.” (Gafir, 60)

“Beni anın ben de sizi anayım.” (Bakara, 152)

“Kim kötü bir amel işler yahut da nefsine zulmeder de sonra Allah’tan af dilerse Allah’ı affedici, merhametli bulur.”( Nisa, 110)2

Muhammed b. Kâb El Kurazi’den: Ali b. Ebu Talip şöyle dedi: Cenab-ı Allah yeryüzünde bir halife yaratacağım deyince, melekler “bozgunculuk yapacak birini mi?” diye itiraz ettiler. Allah (CC) insanların babası Âdem’i topraktan yarattı ve meleklere ona secde edin, buyurdu. İblis, “onu topraktan beni ateşten yarattın. Ben ondan üstünüm” dedi ve secde etmedi. Cenab-ı Allah şeytanı kovdu ve lanetledi. Şeytan da “hâlis kulların hâriç onların hepsini saptıracağım” dedi. Böylece insan, bozguncu ve doğru yoldan saptırılabilecek biri olarak ortaya çıktı. Oysa Allah (CC) insana kendinden ruh üflemiş, onu halife olarak yaratmıştı. Arzu ettiği, yalnız kendisine kulluk etmeleriydi. Ona akıl vermişti. Her türlü nîmeti onun için yaratmıştı. Biz insana iki de yol gösterdik, buyurmuştu. Yani insana hem kötülük hem de ondan sakınmak için ilham edilmişti. Bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de denenecekti. Saptırılmış insanları doğru yola iletmek için peygamberler göndermiş ve uyarmıştı. Bunu şerre razı olmadığı için yapmıştı. Kulluk edip şirkten sakınmalarını arzu ediyordu. İnsanı üstün bir izzet ve şerefe mazhar kılmıştı. İnsan bu statü ve sorumluluğunu idrak ile yeryüzünde Allah’ın halifesi ve âlemlerin üzerine mümtaz kılınmış olarak hareket ederse şerefinden taviz vermez, doğru yoldan sapmaz ve kendisini kullandırarak alçalmaz. Bütün mesele, insanın kendisini iyi tanımasına bağlıdır. Aslında insan önemli ve öncelikli olmak ister. Aşağılanmaya ve kullanılmaya, bilerek razı olmaz. İnsanca yaşamayı arzu eder. Buna rağmen insanı daima horlayan ve kullanan bulunur, maalesef bunu yapan da yine insandır. İnsan şerefiyle oynayan, insanı sıradanlaştıran insanlar olmamalıdır. İnsan haysiyet ve şerefine sahip çıkanlar, böylelerinin çıkıp insanı istismar edemeyecekleri bir nizam kurmalıdırlar. Madem Allah (CC) yaratılmışların tamamını insanın emrine vermiştir, insanlık bu dünyanın hâkimidir. İnsan şeref ve haysiyeti için bu hâkimiyet devam etmelidir. Zaten Allah’ın (CC) halifesi olmak, dünyanın hâkimi olmak demektir. Bunun ilk şartı “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi âhiret için çalışmak”tır. Dünyanın terki ile dünya hâkimiyeti, yani insanın emrine verilmiş yaratılmışlara hükmetme gerçekleşmez. Bu şart, aynı zamanda madde-ruh dengesinin yeniden tesisi demektir. Durmuş Hocaoğlu merhuma göre yeniden tesis edilecek madde-ruh dengesi “insanın yeniden tanımı ve keşfi” demektir. Eğer bu dengesizlik yok edilebilirse müstakbel yeniçağ, “İnsanlık Çağı” olarak anılmaya müstehak olabilir. Kim bunu başarırsa çağ onun olacaktır. Müslümanlar muvaffak olursa o zaman halis anlamda İslam’ı yaşayabileceklerdir.3

Allah (CC) insanları tanışsınlar diye kabîleler, milletler halinde yaratmıştır. İnsanlık âlemi milletlerden ibarettir. Dün de bugün de birbirleriyle mücadele halindedirler. Mücadele geçmişte ordularla savaşlar şeklinde olurken günümüzde kültür savaşları yapılmaktadır. Her şekilde de maksat varlığını devam ettirmek ve menfaatini yürütmektir. Türk milleti ordularla savaşlarda başarılı olduğu halde kültür savaşlarında varlık gösterememiş ve gösterememektedir. Türk milleti propaganda yapamazken hep düşman propagandalarının hedefi olmuştur. Bunun en açık örneği “Ermeni Meselesi” dir. Bu konuda çok haklı olduğumuz halde haklılığımızı kabul ettiremiyoruz. Kültür Bakanlığını doğru dürüst yaşatamayan bir millet için bu da normal sayılmalıdır. Dünya çapında, bilim alanında yetiştirdiğimiz büyük değerlerimizden biri, yeni sömürgeciliğe en çok kafa yoran aydınımız merhum Oktay Sinanoğlu’nu bile fark edip sahiplenemeyenlere ne demeli? Kopardığı fırtına kasırgaya dönüşen “Güneş Ne Zaman Doğacak?” filminin etrafında olup bitenleri anlamayanları rahat yaşatırlar mı?

Sadede gelelim: Türk milleti ordularla yapılan milletler mücadelesinde önde gelen milletlerden biri oldu. Büyüklüğünü ve üstünlüğünü kabul ettirdi. Bütün büyük milletler gibi milletimizin de düşmanı çok. Biz, bu sebepledir ki büyük kalmaya mecburuz. Bu topraklarda küçük devletlerin hayat hakkı hiçbir zaman olmamıştır. Büyükleri de zaaf gösterdikleri zaman yıkılmışlardır. Büyük Roma, Doğu Roma, Selçuklu, Osmanlı yıkılmaktan kurtulmuşlar mıdır?

Hep tenkit, hani çözüm diyen olursa Ülkücüler olarak biz bunu hep söyledik ve yazdık: İçeriden kuşatılmışlık kaldırılacak, Türk’ün kendine dönüşü sağlanacak!

Yine de olup bitenlere ışık tutmak ve rahmetli Oktay Sinanoğlu’nu yâd etmek için yazıya şöyle son verelim: “Bir ülke başka bir ülkenin dilini, kültürünü yok etmeye çalışırsa bu, kültürel soykırımdır. Kültürel soykırım, sömürgeciliğin ve hatta işgalciliğin en büyük silahıdır. Bir millet diliyle hisseder ve milleti millet yapan dini ile dilidir. Dil olmayınca benlik olmaz. Toplumu sömürgeleştirmek istiyorsan en iyi yol, onun dilini ve kültürünü unutturmaktır. Eğer siz bütün eğitiminizi misyoner okullarında yaparsanız ister istemez onların kafasıyla düşünürsünüz.”4

Bana soruldu: “Allah, her şeyi levhimahfuzda gördüğü halde insanları neden sınav yapıyor? Siz emrinize verilen, her şeyini bildiğiniz beş genci neden sınav yaparsınız?”

İkinci sorudan başlayayım: Kafamdaki düzen ve plana göre onları yerleştirebilmek için puanlarını görüp neyi hak ettiklerini anlamaları lazım. Aksi takdirde en iyiye kendisinin layık olduğunu, hakkının yendiğini iddia edecektir. Tabii huzursuzluk duyup tatmin olmayacaktır. Genellikle, talepte sınır tanımayan insanın haddini bilmesi şarttır. Bütün kâinatın sâhibi ve hâkimi, adâleti şaşmayan ve “nezdinde her şeyin ölçüye tâbi olduğu”5 Allah (CC); yerin altını, üstünü, göğün katlarını değerlendirirken insanların aldıkları ödül ve cezayı anlamalarını istemez mi? Doğrusunu Allah (CC) bilir.

Kaynakça

(1) Kandehlevi, M. Yusuf. Hadislerle Müslümanlık. Cilt:3. II. Baskı. Kalem Yayınevi. İstanbul. 1978. 1224. sayfa.

(2) İbn-i Mâce. Asakir, Kenzu’l Ummal 2/151. 1201-1202. sayfa.

(3) Hocaoğlu, Durmuş. Laisizm’den Millî Sekülerizm’e. Kocav Yayınları. İstanbul. 2014. 551. sayfa.

(4) Sinanoğlu, Oktay. Gündüz Gazetesi. 27 Temmuz 1999.

(5) Ra’d suresinden alınmıştır.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.