Yazmaya başlamazdan evvel şunu belirtmeliyim ki yazımızın konusunun “Siyâsî İslâm” olması ve bunun bilhassa reddiye oluşu tesâdüfî değildir. Günümüz Türkiye’sinin sâhip olduğu şartlar, yazımızın konusunu tâyinde bize yol gösterici olmuştur. Geldiğimiz dönemde Siyâsî İslâm namı verilen bu ideolojinin ne olduğunun, maksadının ve ayrıca maksadının tahakkuk etmesi durumunda (ki bu sosyal ilimlerce imkânsızdır) meydana gelmesi olası olan nihâî vaziyetin Türk toplumuna tafsil edilmesi, bu ideolojinin aslında kökünün dışarıda olmasının yanı sıra emperyal emellere hizmet ettiğinin anlaşılması hayâtî derecede ehemmiyet arz ediyor. Zîra ideolojik muhârebenin dünyâda ve Türkiye’de ziyâdesiyle ehemmiyete sâhip bulunduğu ve tüm şiddetiyle devam ettiği şu dönemde, Türk milliyetçileri tarafı olarak ideolojik muhârebeden gâlip çıkabilmenin ve aynı zamanda Türk milletini olası buhran ve felâketlerden muhâfaza ve müdâfaa edebilmenin yolu, muârız ideolojileri tüm teferruâtı ile anlamak ve Türk toplumuna anlatmaktan geçiyor.
Yazımıza şöyle bir girizgâh yaptıktan sonra devam edelim.
Evvelen şunu belirtmekte yarar görüyorum: İslâm dînî ile Siyâsî İslâm adlı ideolojinin pratikte hiçbir münâsebeti bulunmamaktadır. Her ideolojinin olduğu gibi Siyâsî İslâm ideolojisi de insan îcâdıdır. Ayrıca her ideolojide olduğu gibi Siyâsî İslâm ideolojisi de zuhur ettiği dönemin sosyal şartlarından ve umûmî temâyüllerinden etkilenmiştir. Bunu belirtmemdeki maksat da şudur ki bizim insanımız iyi niyetlidir. Başında yâhut sonunda “İslâm” ibâresini gördüğü bir şeye bilmeden sempati besleyebilir.
Gelelim Siyâsî İslâm’ın ne olduğuna.
Siyâsî İslâm, diğer bir deyişle “İslâmcılık” yâhut “Ümmetçilik” olarak bilinen ve hâlî hazırda Türkiye’de kayda değer bir taraftar kitlesi bulunan bu ideoloji, aynı anda iç içe mensup olunan cemiyet birimleri arasından ümmet adlı cemiyet biriminin tercih edilmesidir. Temeli ve nihâî amacı İttihâd-ı İslâm yâni İslâm birliğidir. Şöyle ki yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanlar, milliyetleri fark etmeksizin tek bir siyâsî idâre altında toplanacak. Milliyetleri fark etmeksizin tek bir siyâsî çatı altında toplanmış insanlardan mürekkep bu sun’î toplumu bir arada tutacak, berâber yaşatacak olan yegâne müşterek bağ ise din mefhûmu yâni İslâmiyet olacak. Yine envâi çeşit millet mensuplarından müteşekkil bu siyâsî yapının görünen odur ki devletin pek tabiî olarak tek bir dili ve bayrağı bulunacak. Bu dilin hangi dil ve bayrağın hangi bayrak olacağı, propaganda yolu ile ideolojiyi benimsetmeye çalıştıkları insanlar bilmeseler de herhalde dil, Arapça; bayrak ise Suudi Arabistan bayrağı olacak. Oluşturulan bu sun’î devletin yönetim biçimine gelecek olursak, İslâm devleti olan bu devletin yönetim biçimi şerîat olacak. Siyâsî İslâm ideolojisinin teorisi yâni Siyâsî İslâmcılar bunları iddia ederler, bu gâyeler uğrunda mücâdele verirler. Bütün bunları propaganda ederken de İslâm dînîni siyâsîleştirerek maksatları istikâmetinde kullanırlar. Kur’an-ı Kerim kaynaklı olduğunu ileri sürdükleri birtakım kabulleri, henüz dimağları tertemiz olan genç nesillere körü körüne inandırmaya, benimsetmeye çalışırlar. Hiçbir sosyal temeli bulunmamasına rağmen Müslümanların kurtuluşunun yegâne çâresinin İttihâd-ı İslâm olduğunu iddia ederler.
Siyâsî İslâm ideolojisinin ne olduğunun ve maksadının hülâsası böyledir.
Gelin görün ki Siyâsî İslâmcıların iddialarının, diğer bir deyişle Siyâsî İslâm ideolojisinin teoriğinin tabiatta hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Bütün bu faraziye, iddia ve sözde çözüm önerileri tamamıyla ilim dışıdır. Sözü edilen ilim ise sosyolojidir. Zîra topum meseleleri ile ilgilenen, sosyal sorunların tespit ve tedâvisinde kullanılan ilim sosyolojidir. Evet, ilim ile ideoloji farklı şeylerdir. Bir ideolojinin muhtevâsının ilmî olması zarûrî değildir. Fakat ideolojilerin pratik değerlerinin olup olmadığı, tabiata uygunlukları nispetine göre ölçülür. İdeolojiler, umûmî olarak toplumları ilgilendirdikleri ve toplum sorunlarına bir çâre oldukları iddialarını taşıdıkları için burada söz konusu olan ilim sosyoloji, tabiat ise toplumdur. Prof. Dr. Mustafa Erkal’ın dediği gibi “Sosyoloji, bizi pratiği olmayan teori ve ütopyalardan uzaklaştırır ve sosyal gerçeğe yaklaştırır.”
Sıra geldi sosyoloji ilminin Siyâsî İslâmcıların iddialarını niçin bir çırpıda çürüttüğüne. Sosyolojide “mensûbiyet şuuru” diye bir mefhum vardır. Mensûbiyet şuuru, bireylerin üyesi oldukları gruba duydukları bağlılık hissîdir. Bu bağlılık duygusunu meydana getiren şey ise üyelerin müşterek noktalarıdır. Müşterek noktalar, ne kadar fazla olursa bağlılık duygusu da o nispetle fazla olur. Sosyolojideki bir diğer mefhum ise “cemiyet birimi”dir. Cemiyet birimi, üyelerine mensûbiyet şuuru aşılayan sosyal gruplardır. Her sosyal grup cemiyet birimi teşkil etmez. Bir sosyal grubun cemiyet birimi olabilmesi için bâzı şartları taşıması gerekir: Bunlardan biri kendisiyle aynı cins sosyal grupların olması, diğeri bu sosyal grupların arasında temas bulunması ve bir diğeri de bu sosyal grupların arasında rekâbetin olması. Misal olarak âile kurumunu verelim. Âile, bir cemiyet birimidir. Zîra üyelerine mensûbiyet şuuru aşılar. Âileyi oluşturan bireyler, birbirlerine hem maddî hem de mânevî olarak sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeryüzünde birçok âile vardır, bunlar birbirleriyle hem temas hem de rekâbet hâlindedirler. Tıpkı âile gibi toplumda birçok cemiyet birimi vardır. En başta bir fert olarak birey, sonra âile, sülâle, âşîret, boy, millet, ümmet…
Biz yazımızın konusu olması dolayısıyla millet ve ümmet cemiyet birimlerini irdeleyeceğiz. Zâten Siyâsî İslâmcıların iddiası, ümmetin yâni bütün Müslümanların aynı devlet çatısı altında yaşayabileceğidir. Biz Türk milliyetçileri olarak bunun aksini iddia ediyoruz. Çünkü millet cemiyet birimini oluşturan bireyler arasındaki müşterek noktalar, ümmet cemiyet birimini oluşturan bireyler arasındaki müşterek noktalardan daha fazladır. Demek ki yeryüzünde en mütekâmil cemiyet birimi millettir. Çünkü kendisini oluşturan bireyler arasındaki müşterek noktalar millette en fazladır. Türk milletini oluşturan ve mensûbiyet şuuru aşılayan müşterekler; dil, kültür, târih, din, menfaat, ülkü, soy, vatan ve tabiyettir. Küçük istisnâlar dışarıda tutulursa tabiyet mefhûmu hâriç diğer mefhumların hepsi Türk milleti için müşterektir. Hâli hazırda Türk milleti için müşterek sekiz unsur vardır. Gelelim ümmete. Bizim ümmet cemiyet birimini oluşturan bireyler ile tek müştereğimiz, din mefhûmudur. İnsanları bir arada tutmaya, berâber yaşamalarını sağlamaya tek başına din mefhûmu yetmez. Ümmet cemiyet biriminin tek müşterek unsuruolduğu için bağlayıcılığı, millet cemiyet birimine nazaran çok azdır. Zîra birisinde bağlayıcı sekiz unsur varken, diğerinde yalnızca tek bir unsur vardır. Sosyolojik olarak İslâm birliğinin pratikte bir karşılığı yoktur çünkü sosyal ve kültürel şartlar, yeryüzünde yaşayan bütün Müslümanların aynı devlet çatısı altında berâber yaşamalarına izin vermez. Oluşturulacak olan toplum, sun’î bir toplum olmaktan ileri gitmeyecek ve büyük içtimâî felâketlere sebebiyet teşkil edecektir.
Siyâsî İslâmcıların bir diğer iddiası ise devlet yönetim biçimiyle alâkalıdır. Kurmayı amaçladıkları devletin yönetim biçimi, yukarıda değindiğimiz gibi şerîattır. Siyâsî İslâmcılar, İslâm dînînin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in bir devlet yönetim biçimi sunduğunu iddia ederler. Hâlbuki Kur’an-ı Kerim, bir siyâset kitabı değildir. Kur’an-ı Kerim’in sunduğu genel esaslar sâdece devlet yönetiminde değil, hâricindeki bütün maslahatlarda geçerlidir. Kur’an-ı Kerim’de herhangi bir siyâsî tavsiye, emir bulunmamaktadır. Genel esaslar şöyledir:
Adâletin her koşulda sağlanması, emânetin yâni bir kimseye yüklenen herhangi bir yükümlülüğün, iş yâhut bir materyalin en doğru biçimde muhâfazası ve kullanılması, ehliyetin doğru kimseye yâni o işin ehline verilmesi, meşveretin yâni bir kararın alınması sırasında ilgili kişilerin görüşerek ortak bir karara varması ve maslahatın yâni bir işi yaparken orada bulunan insanlar tarafından toplum yararının gözetilmesi esaslarını ifâde eder. Bütün işlerde bu esaslar geçerlidir. Devlet yönetiminde de bu şartlar sağlandıktan sonra rejimin bir önemi yoktur. Rejim, cumhûriyet de olabilir monarşi de olabilir. Kur’an-ı Kerim bununla ilgilenmez. Hülâsa Kur’an-ı Kerim bir devlet yönetim biçimi, siyâsî rejim modeli sunmaz.
Yukarıda Siyâsî İslâm ideolojisinin emperyal emellere hizmet ettiğinden söz açtık. Bu iddiamız açıklık getirelim. Siyâsî İslâm ideolojisi kozmopolit bir ideolojidir. Çünkü oluşturtulması amaçlanan devletin vatandaşları, Müslüman olmak müştereği çevresinde toplanmış envaî çeşit millet mensuplarından oluşacaktır. Üst kimliği herhangi bir milliyet değil ‘Müslüman’ sıfatı teşkil edecektir. Sorun, Müslümanlık sıfatının kullanılmasında değil, haricindeki kimlik unsurlarının yok sayılmasıdır. Bu sebeple Siyâsî İslâm, milletleri ve milli kültürleri yok etme, bir potada eritme çabasıdır. Millî devletler çağında güdülen böyle bir çaba çok büyük toplumsal felaketlere sebebiyet teşkil edebilecek bir harekettir. Hülâsa Siyâsî İslâm milliyetsizliktir! Türk olmak Müslüman olmaya engel değildir!
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.