(Kutadgu Bilig- Atabet’ül Hakayık)
Bir önceki yazımızda Kutadgu Bilig’in devlet anlayışı içerisinde yaratmak istediği insan modelini ve bunun akabinde toplumda var olan kültür değerlerini hatırlatmaktan yana birtakım kavramlar üzerine değinmiştik. İdeal insan tipine ulaşmanın yollarını birçok yerde, alt başlıklar hâlinde ve bütüncül yapısıyla bağlantılı bir şekilde bize sunan Kutadgu Bilig’in; esâsında saâdeti sâdece bir insana kazandırmaktan ziyâde temelde insandan başlayarak tüm cemiyete yayma ve dünyânın saâdete ulaşma yollarını bize sunduğunu belirtmiştik. Kavramları daha da dengeli bir şekilde zihinde iskeletini oluşturmak adına bu yazımızda âdil olmak; âile, eğitim ve ahlâk anlayışları üzerinde duracağız. Yazımızın devâmında ise yine Kutadgu Bilig’i destekleyecek nitelikte olan, günümüzde bizlere ve insan anlayışımıza bağlı olarak olması gereken devlet anlayışımıza ışık tutan, Kutadgu Bilig’den yarım yüzyıl sonra kaleme alınarak yine Kutadgu Bilig gibi yörenin yöneticisine sunulan ve bunu araç olarak görüp tüm cihâna yayma ülküsünü taşıyan Edip Ahmet Yükneki’ye âit Atabet’ül Hakayık adlı eserden bahsedeceğiz.
Öncelikle Kutadgu Bilig’de bahsedilen “adâlet” kavramının varlığı “töre” kavramının varlığıyla doğru orantılıdır. Kitapta, adâleti temsilen Kün Togdı adlı bir hükümdâra yer verilir. Kün Togdı mânâ olarak “könitöri” teriminden gelir ve toplum düzenini ifâde etmektedir. Köni(doğru) /törü(töre) anlamına gelir ve buradan da törenin doğru kullanılması noktasında hassasiyet gösteren bir anlayışta olmanın, adâletin merkezini bütünüyle kapsadığını görmekteyiz. Aynı zamanda Kün, güneş kelimesinden gelir ki Türklerin inançları gereği gökteki varlık âleminden her zaman esinlendiğini ve ona bir mânâ yüklediklerini görüyoruz. Çünkü güneş; Türklerde ışığını asla kaybetmeyen, doğduğu zaman bütün dünyâyı aydınlatan, aydınlığını tüm halka eşit bir şekilde sunandır. Bu yönüyle Türk’ün töresi de nereye ulaşırsa orayı aydınlatacak ve herkese adâleti gereğine göre dağıtacaktır.
Kitapta geçmesi üzerine bir hâdiseden bahsedelim: Bir gün hükümdâr Kün Togdı, üçayağı birbirine bağlı gümüş bir taht üzerinde oturmaktadır. Bir yandan öfkelidir de. Elinde bir bıçak, sağında şeker, solunda acı bir ot bulunmaktadır. Veziri Ay Toldı bunların hikmetini sorduğunda şöyle der: “Üçayaklı olan her şey doğru ve düz durur. Ben işleri bıçak gibi keser, atarım; hak arayan kimsenin işini uzatmam. Şeker, zulme uğrayarak kapıma gelen ve adâleti bende bulan insan içindir. Zehir gibi acı olan bu Hind otunu zorbalar ve doğruluktan kaçan kimseler içer. Benim sertliğim, kaşlarımın çatıklığı ve bu asık suratım bana gelen zâlimler içindir.” Vezir Ay Toldı, hükümdâra onun kendisine yüklediği anlamı sorar. Hükümdârın cevâbı adâlet ve güneş arasındaki ilişkiyi kapsayıcı niteliktedir ve şöyle der: “Güneşe bak, küçülmez; bütünlüğünü muhâfaza eder, parlaklığı hep aynı şekilde kuvvetlidir ve güneş doğar, bu dünya güneş sâyesinde aydınlanır; aydınlığını ise bütün halka eriştirir, kendinden hiçbir şey eksilmez ve doğduğunda yere sıcaklık gelir; binlerce rengârenk çiçekler açılır, güneşin burcu ise sâbittir. Güneşin burcu aslandır ve yerinden kımıldamaz.” der. İşte tam da bu noktada Türk’ün adâlet anlayışı somutlaştırılarak sunulmuştur ki yüceliği zihinlerde bir ölçü olarak kalabilsin. Kalabilsin ki hem hükümdârlar riâyet etsin hem de halk bir hükümdârı bu noktada diri tutabilsin, hâfızalarda hep kalsın ki düzen bozulmasın. İşte bu düzeni hem koruyup hem de çağlar boyunca yine çağların ihtiyaçlarına göre yeniden şekillenip gelişebilmesi, güneşin her dâim parlayarak sıcaklığını herkese hissettirebilmesi için önemli bir kavram vardır ki bu da kânundur. Çünkü hükümdar bu noktada kânun koyucudur. Güneşin sıcaklığını yaymada hakkıyla yerine getirebilmede kânun, önemli bir görev üstlenmektedir. Kutadgu Bilig’e göre: “Adâlete atıfta bulunan kânun göğün direğidir, kânun bozulursa gök yerinde duramaz. Beylik kânun ile ayakta durabilmektedir. Kânun, su gibidir; zulüm ise ateş gibi her şeyi mahveder; sen berrak su akıttın ve ateş söndü. Böylece hükümdâr memleketini düzenledi ve tanzim etti; halkı zenginleştirdi, o devirde kurt ile kuzu aynı yerden su içti. Bak dünyâya, tam bir saâdet kuşağı başladı; kurt ile kuzu bir arada yaşadı.”
Yine kânunun dürüstlük ölçü alınarak konulması gerektiğini, adâletin ancak bu şekilde tanzim edileceğini ve töreye bu şekilde uygunluk olduğunu hükümdâr şu sözlerle açıklamıştır: “İşte bak, ben de doğruluk ve kânunum; kânunun vasıfları bunlardır, dikkat et, bak bu üzerinde oturduğum tahtın üçayağı vardır, üçayak üzerinde olan hiçbir şey bir tarafa meyletmez; her üçü de düz durdukça, taht sallanmaz. Eğer üçayaktan biri yana yatarsa, diğer ikisi de kayar ve üzerinde oturan yuvarlanır. Üç ayaklı olan her şey doğru ve düz durur; eğer dört ayak olursa biri eğri olabilir. Düz olan bir şeyin her tarafı iyidir; her iyinin dikkat edersen, tavır ve hareketi düzgündür. Hangi şey yana yatarsa, eğri olur; her eğrilikte bir kötülüğün tohumu vardır. Düz olan yana yatarsa duramaz; düşer, hangi şey doğru ise, düşmez; yerinde durur. Bak, benim tabiatım doğrudur; eğer yana doğru eğilirse kıyamet kopar.” Buradan da nihâyetinde adâlete erişebilmek için yalnız hükümdârın değil yanında yöresinde bulundurduğu yetki sâhibi insanların da liyâkat sâhibi olması gerektiğini görmekteyiz.
Bir önceki yazımızda Kutadgu Bilig’de eğitim kavramının ilk başta âileden başlaması gerektiğini savunmasından bahsetmiştik. Öncelikle ahlâk üzerine bir eğitimin her dâim daha kalıcı olduğunu vurgulayan Yusuf Has Hacip, bilginin gücünden de bahsetmiştir ve bilgi yalnızca ahlâkla taçlandırıldığı zaman “gönüllü kişi” dediğimiz hizmet verme ülküsüne ulaşan insanların, nesillerin çoğalacağını söyleyebiliriz. İnsanın iki cihanda da hizmet yolunda düstur edinmesi gerektiğini söyleyerek meseleyi ahlâk anlayışımızla desteklemesi aynı zamanda eğitim ve öğretimin birlikte uyum içerisinde gitmesi gerektiğini buradan da anlayabilmekteyiz. Öncelikle eğitimin temelinin ahlâktan geçtiği, ahlâkı taçlandırmanın yolunun ise öğretim kolu olarak sunulan bilgiden geçmesi gerektiği vurgulanmıştır. Kutadgu Bilig’de bilginin gücü noktasında şunlardan bahsedilmiştir: “İnsandan insana çok fark vardır. Bu fark bilgiden ileri gelir, sözüm buna dâirdir. Bu sözümü bilgili için söyledim, bilgisizin dilini ben de bilemiyorum.” / “İnsan gönlü, dibi olmayan bir deniz gibidir; bilgi onun dibinde yatan inciye benzer, insan inciyi denizden çıkarmadıkça o ister inci olsun ister çakıl taşı fark etmez; kara toprak altındaki altın, taştan farksızdır, oradan çıkınca beylerin başına tuğ tokası olur.”
Bilginin öğrenimle, eğitimin ise uygulamayla olduğunu yazılardan çıkarabilmekteyiz ki bunun kazanılabilmesi için gerekli unsurlara kitapta da yer verilmiştir. Bu unsurların en başında bilginin aktarımı açısından dil gelmektedir. Dile hâkim olmanın, muhâfaza edip geliştirmenin önemi de tam olarak burada devreye giriyor. Çünkü dil, Yusuf Has Hacip’e göre aklın ve bilginin tercümanı, insanı aydınlatan bir ışıktır. Kitapta geçen dil, eşikte yatan bir aslana benzetilmiştir. Çünkü en başta insan söylediği sözle yükseledebilir, alçaladabilir. Ahlâk anlayışıyla dili kullanmanın öneminden bahsederken; “Mâdemki böyledir, o zaman sözü bilerek söylemek gerekir ki söylenen söz körlere göz olup yol göstersin.” veya “Bu sebeple, insan az konuşarak, kendine ve diline hâkim olmalıdır. Daha sonra pişman olacağı sözler söylemekten kaçınmalıdır çünkü düşünmeden söylenen sözler yarın için insana pişmanlık getirebilir. Bu sebeple insanoğlu konuşup sözün kulu olacağına, sükût edip sözü kendisine kul etmelidir.”
Kutadgu Bilig, eğitimin ahlâk anlayışıyla taçlandırılması gerektiğini savunurken ahlâkın aynı zamanda dînin temelinden geldiğini de vurgulamaktadır. Âhiret inancına vurgu yaparken ise ahlâk anlayışlarının hayâta geçirilmesi gerektiğini ancak bu şekilde kurtuluşa erişilebileceğini de reçete olarak sunmuştur. Ahlâk anlayışı çerçevesinde bahsedilen ve okuyucusuna aynı zamanda öğüt verdiği durumları sıralayacak olursak bunlar aynı zamanda Kutadgu Bilig’in İslâmî geçiş dönemi eseri olduğunu da yerinde belirtmiştir. Verilen ahlâk anlayışı ve öğütler şunlardır: adâlet, âile birliğine önem vermek, alçakgönüllülük, ana babaya itâat, barış, cömertlik, çalışkanlık, dayanışma, dostluk, duyarlılık, dürüstlük, emeğin hakkını vermek, fedakârlık, helâl kazanç, hoşgörü, ibâdette devamlılık, istişâre, iyilerle dost olmak, işi ehline vermek, kanaatkârlık, sorumluluk, sözünde durmak, öfkeyi yenmek vs. dir. İnsanın sakınması gereken davranışları ise; acelecilik, aç gözlülük, çok yemek, dedikodu yapmak, gammazlık, haram yemek, haset, hırsızlık, içki içmek, kibirlenmek, kin gütmek, menfaatçilik, nefsine hâkim olamamak, rüşvet, sözünde durmamak, yalan söylemek ve zulmetmek olarak sunmuştur.
Bilgiyi erdeme yoldaş kılan, nesillere her dâim unutmayacakları ve hâfızalarında dâima diri tutacakları öğütleri veren, Türkçe yazan, Türkçe konuşan, sözleri tek tek bir büyük ummandan çıkarıp inci gibi dizen, dualarla başlayıp dualarla bitiren, görmez gözleriyle gönüllere göz olan, öncelikle söz tutmanın îtibar kazandıracağını her cümlesinde hece hece aksettiren ünlü yazar, Edip Ahmed Yükneki’ye ait Atabet’ül Hakayık’a gelelim. Timur emirleri arasında kendisinden dâima “edipler edibi, erdemliler başı” diye söz edilirdi. Şâirane duygulardan çok yazılarında öğreticiliği daha çok tercih etmiştir. Türk’ün töresi ile İslâm’ın emirlerini yoğurarak eserine işlemiştir. Yazıları her toplumda dolaşmış artık dillerde taçlanır hale gelmiştir ki herkes ona Edip unvanıyla seslenmeye başlamıştır. Kitabın genelinde bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı üzerine bahis açılmıştır. Kutadgu Bilig’de eğitim anlayışını destekleyerek bunun en çok erdemli bilgiyle ulaşılabileceğini defalarca vurgulamıştır. Bilgi ve akıl üzere söylenilen sözlere bakacak olursak şu şekildedir:
“Bilgiden sözüme temel atarım;
Ey dost, bilgiliye yaklaşmağa çalış.
Saâdet yolu bilgi ile bulunur,
Bilgi edin ve saâdet yolunu bul.”
Karşılaştırma (Kutadgu Bilig ile):
(Kut’u Tanrı bilgili ve gönüllü kişiye verir. Verir ki halkına saâdet getirsin.)
…
“Kemik için ilik ne ise insan için bilgi odur;
İnsanın ziyneti akıldır, kemiğinki ise iliktir.
Bilgisiz, iliksiz kemik gibi boştur;
İliksiz kemiğe kimse el uzatmaz.”
Karşılaştırma (Kutadgu Bilig ile):
(İşi ehline, bilene vermek lâzımdır ki kişi hem halka hem de kendine rezil olmamalıdır.)
…
“Bilgilinin sözü öğüt, nasihat ve edebdir;
Bilgiliyi Acem de Arap da öğdü.
Bilgi malı olmayan için tükenmez bir hazînedir;
Bilgi, nesepsiz için yerilmez bir neseptir.”
Karşılaştırma (Kutadgu Bilig ile):
(Halkı yöneten hükümdâr akıllı olursa buna herkes boyun eğmek zorunda kalır ve böylece dünyânın hâkimi olur. Akıl işte böyle kıymetli bir hazînedir.)
Bilgi en temelde eğitim için vardır fakat eğitimin öneminden bahsederken yine Kutadgu Bilig anlayışının devâmı olarak şunu söyleyebiliriz ki eğitim önce insana, oradan da topluma sirâyet etmelidir ki millî bir bütünlük kurulabilsin verilmek istenen mesaj her iki kitapta da bu şekilde ele alınmıştır.
“Kibir libasını giydin ise derhal çıkar;
Halka karşı göğüs kabarttın ise
Dilini derhal düzelt!”
…
“Ey dost bilginin izini tâkip et, sözü bilerek söyle.
Mal hırsını gönülden çıkar.”
…
“Hani emr-i mâruf kılan iyi er?
Hani iyi kişinin duracağı yer?
Yerersin zamâneyi, halkı koyup,
Zamâneyi yerme, insanını yer.”
Buradan da anlamaktayız ki kişi bir zulme uğradığında veya bir toplum sıkıntıya girdiğinde önce dönüp kendisini yoklamalıdır, yoklamalıdır ki diri dursun.
Tüm değerlere aynı anda sâhip çıkmanın, çıkabilmenin öneminden bahseden bu iki incelediğimiz kitap da İslâmiyet’e geçiş dönemine aittir ki Allah’ın da buyurduğu üzere akıl üzerine fazlaca değinmişlerdir. Akıllı kimseler elbette hükümdar olup milletini gözetecekti fakat istenilen odur ki hükümdârın adâlet çatısı altında tüm toplumun da adâlet üzere yönetilmesi ve herkesin akıllı kimse olmasını sağlamak ve bunun en güzel yolunun ise iyi ahlâk ve eğitimden geçmesi gerektiğini vurgulamışlardır. Sâhip çıkılması ve milletin özünü kaybetmemesi gerektiğinden aynı zamanda bahsedilen kavramları koruyup eş zamanlı geliştirmenin öneminden, Türk’ün Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi’nin ancak bu şekilde gerçekleşebileceğinin mümkün olduğundan bahsedebiliriz. Yazan ellerden, okuyan dillerden ve gören gönül gözlerinden Allah râzı olsun, mekânları cennet olsun… Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin…
Not: “Kutadgu Bilig’den Dokuz Işık’a” adlı seri yazımıza bir sonraki sayımızda Kaşgarlı Mahmud’un “Divanü Lügat’it-Türk” adlı eserinden devam edeceğiz.
Kaynakça
(1) Çağbayır, Yaşar. Günümüz Diliyle Atabet’ül- Hakayık. İstanbul: Ötüken Yayınevi. 2009.
(2) Büyükbaş, Hakkı ve Fahri Vargün. Kutadgu Bilig’de Devlet Yönetimi- Hükümdâr- Adâlet İlişkisi. Ardahan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 4. (2016): s. 27-33.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.