Her başlangıcın bir sonu vardır elbet. Yaklaşık sekiz dokuz sayıdır “… lâzım” diyerek misâfir olduğum dimağlarınıza bugün “neme lâzım” diyenlerle, nemelâzımcılıkla misâfir olacağım. Türk Dil Kurumu’nun internet sözlüğü bu kavramı “gerekli şeylerle ilgilenmekten kaçınma durumu, bir şeyi umursamama durumu, neme gerekçilik” olarak anlatmaktadır. Bu yazı dizisine böyle bir konu ile son vermemin nedeni sekiz dokuz aydır anlatmaya çalıştıklarımızı umursamayan, tâbiri câizse “amaaan, ne diyorsunuz siz ya” diyerek bütün bunların gereksiz olduğuna inanan bir gürûhun bulunmasıdır. Bu idealistliğin içinde böyle gerçeklerin de var olduğunu unutmamak lâzım. Unutmamak lâzım… Aslında güzel bir yazı çıkarmış buradan.

Bâzı insanlar bakamaz ama görür, bâzı insanlar bakar ama göremez. Biz bakamayan insanlara âmâ, engelli deriz lâkin görmemenin vehâmetiyle pek ilgilenmeyiz. Bunun gibi örnekler pek çoktur aslında. Bâzı insanlar gerçekten duymaz ama onlarla gerekli dille konuşabiliriz, bâzı insanlar duyar ama onlarla konuşamayız… Evet, nemelâzımcılardan bahsediyorum. Gözleri vardır; görmek istemezler, ilgilenmezler, görmezler. Kulakları duyar ama dinlemek istemezler, oralı olmazlar, duymazlar, dinlemezler. Kalpleri vardır ama iyinin ve kötünün vicdanlarına tesir ettiğini söylemek pek güçtür, hissetmezler. Ortada maddî bir engel yâhut sorun yoktur ama nedense bâzı meselelerde onları kullanmadıklarını, donup kaldıklarını görürüz. Genellikle “realist” takılırlar. Gerçekliğin girdâbında savrulup giden bir yığın insan ve onları anlatan tek bir kavram: Neme lâzım.

Toplumdan izole varlıklar değiliz. Herkesin bizimle aynı görüşte de olmasını beklemiyorum, bu gerekli bir şey de değil ama görüşsüz ve fikirsiz insanlar da beni bâzen dehşete düşürüyor. Aslında insanların belli bir konu hakkında fikirlerinin, görüşlerinin, tavır ve tutumlarının olmaması değil beni dehşete düşüren. Hepimiz her şey hakkında bir şeyler bilmek zorunda da değiliz. Lâkin bâzı insanların gözleri kendilerinden başka bir şey görmez, kulakları kendilerinden başka bir şey işitmez, elleri kendilerinden başka bir şeyle ilgilenmez olmuş. Sosyal bir varlık olan insanın böylesine vurdumduymaz tavırlar sergilemesini havsalam almıyor.

Bir derdimiz var değil mi? O derdimizi en basit şekliyle anlatmak istersek ona, “Türk milletini, onu millet yapan değerlerle birlikte muhafâza etmek” deriz. Aslında bu arzu çok uç, çok radikal, çok farklı ve değişik bir değer ve anlam dünyâsına sâhip değildir. Biz olarak var olmak isteriz ve bunun için mücâdele ederiz. Bu kadar tabiî bir mesele karşısında bâzı insanlar var ki sâdece yaşarlar, sâdece kendileri yaşarlar, sâdece kendileri için yaşarlar, sâdece kendilerinin kim olduğunu önemsemeden yaşarlar. Evet, yine onlardan bahsediyorum: Nemelâzımcılar… Sıradan bir Türk insanını düşünelim. Hangi insânî vasıflara sâhiptir? Ben aklıma gelenleri yazacağım. Eğer tek başına okuyorsanız biraz düşünmenizi eğer arkadaşlarınızla ya da âilenizle okuyorsanız bir iki dakika düşünüp beyin fırtınası yapmanızı ricâ edeceğim.

Sıradan bir Türk insanını aklıma getirince, hayal edince düşünceli birisini görüyorum. Olaylara, durumlara ve kişilere üstünkörü bakmayan, yaptıklarında bir anlam ve hikmet olan, üç düşünüp bir yapan ve aklının zekâtını veren birisi geliyor aklıma.

Türk insanını hatırıma getirince diğergâm birisi geliyor aklıma. Sâdece kendini düşünmeyen, kendi menfaatini hayâtının merkezine koymamış birini anımsıyorum. Başkalarının derdiyle dertlenen, çözüm bulmaya çalışan, mücâdele eden, elinden ne geliyorsa onu yapan, hiçbir şey yapmasa bile onu yalnız bırakmayan birisi geliyor aklıma.

Türk insanını düşleyince şefkatli birisi geliyor aklıma. Sâdece eşine ve dostuna değil; tüm dünyâya, evrene, ağaca, suya, toprağa, hayvana, bitkiye yâni anlayacağınız cümle yaratılmışlara şefkatle yaklaşan birisi misâfir oluyor zihnimde. Yüzündeki merhameti ve tebessümü görebiliyorum.

Bu paragraflar böyle uzayıp gider. Sizlerin de bu yazıya katkısı ile eminim ki yeni şeyler öğrendik ama bir şeyi fark etmeyi umuyorum. Bütün bu tahayyüllerin içinde nemelâzımlara, nemelâzımcılara ve nemelâzımcılığa yer vermedik. Türk’ü konuşurken nemelâzımcılardan neden bahsedemiyoruz, sebeb-i hikmeti nedir?

Her milletin ve her insanın seciyesi vardır. Bâzı durumlarda bu iki seciye paralel ilerlerken bâzı durumlarda ayrılırlar. Eğer benim seciyem, yukarıda saydığım unsurları da ihtivâ ediyorsa hem fert olarak seciyem hem Türk milletinin bir mensûbu olarak seciyem birbiriyle uyumludur demektir. Eğer ferdî seciyem, mensûbu olduğum milletin ortak kişilik özellikleri ve seciyesi ile ayrılıyorsa ve sâdece bâzı noktalarda kesişiyorsa bir uyumsuzluk var demektir. Bu durumda karışıklığı gidermenin iki yolu vardır: Ya ferdî seciyeni merkeze alıp millî seciyeni geri plana atmak ya da ferdî seciyeni millî seciyeye yaklaştırmak. İkisinin dışında bir çözüm yolu var mıdır biraz düşünün lütfen. Eğer var ise beni de bilgilendirmenizi istirham ederim.

Târihi, çağlar öncesine dayanan Türk milleti ve onun özel kimliği olarak algıladığımız Türk seciyesi belli başlı ilkelere sâhiptir. Yukarıda saydığımız örneklerin yanına eminim ki daha çok ilâveler yapabiliriz. Târihi, insanlık târihi kadar eski olan bir milleti anlatmak için üç beş kelime elbette yeterli olmayacaktır. Fakat bu tanımlamaların içinde yer alan kavramlarda biz “neme lâzım” olarak yaklaşabileceğimiz tanımlara, tavırlara, olaylara, durumlara ve kişilere anlamlı bir fark yaratacak kadar büyük nispette karşılaşmıyoruz. Elbette ki her toplum ve her insanın hayâtı tek bir doğrultuda gitmez. Nemelâzımcılar elbette ki Türk târihinde ve Türk toplumunda da var olmuşlardır ancak târihî vesîkalara baktığımızda, kültür târihimizi incelediğimizde, sosyolojimizi ele aldığımızda ve yaşam felsefemizi irdelediğimizde müşâhede edilmektedir ki “neme lâzım, nemelâzımcılık ve nemelâzımcılar” Türk insanını anlatan bir norm olarak karşımıza çıkmamaktadır.

Târihi, insanlık târihi kadar eski olan Türk milletinin bugünkü bakiyesi olarak bizlere düşen vazîfe, millî seciyemizi ve ahlâkımızı atalar ve analardan alarak eski günlerine kavuşturmak, özümüze dönmektir. Nemelâzımcılığın bir norm olmadığı, diğergâm ve ince ruhlu bir millet olan Türk milletini temsil hakkını düzgün kullanmak mecbûriyetindeyiz. Dünyâyı etkisi altına alan nemelâzımcılık fikrinin karşısında ilmimizle, irfânımızla, vicdanımızla durmak için yapılması gereken bellidir. Düştüğümüz yerden kalkmak, kalktığımız yerden aramak, Türk insanını aramak ve Türk insanını bulmak zorundayız. Başka çâremiz yoktur.

Türk, Türkleştikçe kuvvetlenir

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.