Mehmet Emin Yurdakul, Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’le başlayan Türk milliyetçiliğinin edebî serüveninin Cumhuriyet Dönemi’ndeki en başarılı temsilcisi olan “Bayrak Şâiri” Arif Nihat Asya, nazım ve nesir vâdisinde sayısız eserler vererek daha sağlığında ölümsüz bir isme sâhip olmuş ender sanatçılarımızdan biridir.

O, sanatını, mâzî ile hâl, hatta istikbâl arasında bir köprü yaparak yeni yetişen nesillere, Türk’ün târih içindeki büyüklüğünü ve yüceliğini, İslâm’ın ruhlarda meydana getirdiği ürpertiyi, töre ve geleneklerin insan hayâtına verdiği disiplini ve bütün yaratılmışları yaratandan ötürü aynı sıcaklıkla kucaklatan ilâhî sevgiyi, bağlanılacak yüce değerler olarak göstermiştir.

Eserlerini verirken hem “sanat için sanat” hem de “toplum için sanat” anlayışlarını aynı derecede gözetmiş ne sanat endişesinden ne de içtimâî fayda düşüncesinden uzaklaşmıştır. Sanatçı, şöhretini biraz da eski ile yeninin birleşimini yapmaktaki ve sanatçı kişiliği ile toplumcu karakterini bir âhenk içinde tutabilmekteki başarısına borçludur.

Arif Nihat Asya, sâdece başarılı bir şâir, nesir ve üslûp sanatkârı değil, aynı zamanda millî ve mânevî yönü ağır basan bir fikir insanıdır. O, sâdece şâir olarak edebiyat dünyâmızın değil, Türk milletinin maddî ve mânevî gerçeklerinden yola çıkan sağlam fikirleriyle fikir dünyâmızın da bir yıldızıdır. Onun edebî yönünü inkâr eden ve unutturmaya çalışanlar, millî ve mânevî hassasiyetleri öne çıkarmasından da rahatsızdırlar.

Asya’nın şiir ve nesirlerine yansıttığı fikirlerini dört grupta toplayabiliriz: Milliyetçiliği ve vatanseverliği, Türkçeciliği, Mâneviyâtçılığı ve Toplumculuğu. Bu dört alandaki fikirlerini örneklerle ele alalım.

A.Milliyetçiliği ve Vatanseverliği:

Asya’nın eserlerinin en mümeyyiz vasfı milliyetçiliğidir. O, samîmî bir Türk milliyetçisidir. Bu milliyetçilik ırkçılığı reddeder, milleti millet yapan değerleri kucaklar. Bu değerler; vatan, bayrak, dil, din, kültür, ortak târih ve ülküdür.

Asya’nın milliyetçiliği, kaynağını târihimizin büyüklüklerinden, zaferlerinden ve kahramanlarından alır. Destan şiirinde;

“O zaferler getiren atların

Nalları altındanmış;

Gidişleri akına,

Gelişleri akındanmış.”

Diyen şâir, ‘Devler’ şiirinde “Sarsarak köprüleri / Devler geçti bu yollardan” diyerek ecdâdın büyüklüğünü vurgular. ‘Onlar’ şiirinde zaferlerle dolu geçmişimizden;

“Nerde kaldı o çağlar ki

Analar kurt doğururdu,

Hilkat insan çamurunu

Destanlarla yoğururdu?”

Şeklinde söz eder. Asya, mâziye özlemini bir “Ağıt” a dönüştürür ve:

“Ağlayın, parmakları nur

Sularından kınalı kızlarım,

Ağlasın Meraga göklerinden

Meraga’ya bakıp yıldızlarım!”

Diye yas tutar.

“Yiğitlerim uyur gurbet ellerde…

Kimi Semerkant’ta bekler beni,

Kimi Caber’de.”

Diyen şâir, “Caber yok, Tiyanşan yok, Aral yok… / Ben nasıl varım?” diye sorar ve büyük bir coğrafyada hükümrânken küçük bir coğrafyaya sıkışıp kalmanın hüznünü ise şöyle haykırır:

“Şu yakın suların

Kolu neden bükülmez?

Fırat niçin, Dicle niçin, Aras niçin

Benden doğar, bana dökülmez?

Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum

İtil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum.”

Arif Nihat Asya’da, Destanlar Devrine kadar uzanan târihî geçmişimize, bu târihin büyüklüklerine engin bir özlem vardır. Bunu birçok şiirinde görmek mümkündür. Bu özlemini ‘Gerici’ başlıklı kıtasında şöyle yansıtıyor:

“Târihlere, destanlara yol bulabilsem

Hiç durmadan, düşünmeden geri giderim…

Buna şaşma, ki geçmişte yaşamayı

Gelecekte yaşamaya tercih ederim!”

Asya, Yahya Kemal’in dediği gibi ‘Kökü mâzide olan âti’dir. Mâzînin güzelliklerini gelecekte de yaşamayı düşünür. Bunun için önce çoğalmak gerekir. ‘Ergenekon’ şiirinde bu düşüncesini şöyle ifâde eder:

“Azaldık, yazık;

Sığındık küçük bir koya:

Göçüp gitti yoldaşlarım

Safımdan Ay’a!

Çoğaltın –tezinden– güzeller, bizi:

Vakit yok düğün yapmaya!”

Asya’nın milliyetçilik duygularını belirten şiirleri dışında, başta ‘Bayrak’ şiiri olmak üzere “Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, Fâtihler, Selimler, Süleyman Orduları, Beyaz Atlı, Fetih Marşı, Fâtihler Ölmez, Koçaklama” isimli şiirlerinde açıkça görebiliriz.

Onun milliyetçilik duygusu derin bir vatan sevgisine dayanır. ‘Vatan’ denilen mekân, sıradan bir toprak parçası değil, kutsal bir mekândır. Bu mekân, şehitlerin kanıyla sulanmıştır. Şiirlerinde vatan coğrafyası, dağlarıyla (Ağrı, Süphan, Nemrut, Cudi, Bolkar, Palandöken, Tendürek), tepeleriyle (Çadır Tepe, Dua Tepe, Dumlupınar, Türbe Tepe, Ada Tepe, Tınaz Tepe, Menekşe Tepesi, Allahüekber Tepesi), nehirleriyle (Dicle, Fırat, Seyhan, Aras), şehirleriyle (İstanbul, Bursa, Edirne, Konya, Adana), câmi ve kubbeleriyle (Şehzade, Süleymâniye, Selimiye, Sultanahmet, Ayasofya, Lâleli, Yeni Cami, Haseki sultan) yer alır. Bu coğrafyayı “çınarlar, lâleler, kuşlar, kanadlar, gagalar” süsler. Bu coğrafya insanlarıyla güzeldir. “Çocuklar, anneler, kızlar, gelinler, teller, duvaklar” şâirin insan kadrolarının en belirgin sîmâlarıdır. Şâir, bu insanları gelenek, görenek ve töreleriyle sever.

Arif Nihat Asya’da vatan mefhumu, misâk-ı millî hudutlarıyla sınırlı kalmaz. Geçmişte hükümrân olduğumuz fakat bugün kaybettiğimiz Türk Dünyâsı ile ilgili “Kerkük, Kıbrıs, Tunca, Vardar” gibi yerler, sınırlarımızın dışında kalan “İtil, Tuna, Nil” gibi nehirler, şâirin ilgi alanı içindedir. Şiir ve nesirlerinde, bugün sınırlarımızın dışında kalan eski vatanlarımıza karşı bir özlem göze çarpar.

B.Türkçeciliği:

Asya, aynı zamanda koyu bir Türkçecidir. Milletçe dile sâhip çıkılmasını, onun güzellikleri ve nüanslarıyla korunmasını savunur. Türkçeye giren yabancı kelimelerle, özellikle Batı kökenli kelimelerle mücâdele eder.

Milleti meydana getiren mânevî unsurların başında dilin bulunduğunu kabul eden Arif Nihat, millî dilimiz olan Türkçenin büyük imparatorluklar kuran bir milletin dili olduğunu ve dolayısıyla konuşa konuşa Türkçeleştirdiğimiz, üzerine mührümüzü vurduğumuz her kelimenin Türkçe olduğunu savunur. Türkçenin zamanla sâdeleşeceğini ve gelişeceğini ileri süren sanatçı, bin yıldan beri kullanılan ve Türkçeleştiren kelimelerin “Bu kelimeler Türkçe asıllı değildir.” diyerek tasfiyesinin önce dile, sonra millete ihânet olduğunu söyler.

Dili, kendisine mahsus kanunları olan sosyal bir müessese olarak saydığından, bu müessesenin kişiler ve kurumlar eliyle keyfî bir şekilde bozulmasına şiddetle karşı çıkar. 60’lı, 70’li yılların Türk Dil Kurumu’nun Öz Türkçeciliği konusunda sorulan bir soruyu “Dilimiz bir devamdır kopmaz; / Dili millet yapar, kurum yapmaz.” mısralarıyla cevaplandıran Asya, bu kurumun şimdiye kadar Türkçeye kazandıra kazandıra seksen, doksan veya yüz kelime kazandırdığını, buna karşılık yüzlerce kelimeyi unutturduğunu ve bunun için büyük harcamalar yaptığını, halbuki Türk halkının bu işi bedâva yapabileceğini belirtir.

“Dil zevkinden mahrum kişilerin dilde bir şey yapmaya kalkışmaları kadar gülünç bir şey yoktur.” diyen büyük dil ustasının Türkçenin zenginliği ve Türk Dil Kurumu’nun çabalarının kısırlığı konusundaki görüşlerini daha iyi vurgulamak için şu mısralara göz gezdirmek yeterlidir:

“Acâyip dildir Türkçe.

“Acıklı” denir de

Acıksız denmez.

“Yavuklu” denir de

Yavuksuz denmez.

Ve “saklı” denir de

Saksız denmez.

“Gizli” bulunur

Ama giz diye de

Gizsiz diye de

Bir şey yoktur…

“Öklü” bulunmaz,

Öksüz sayılamayacak kadar çoktur.

Ama Dil Kurumu

Yapar, yapmak istedi mi,

Dediği olur,

Olsun dedi mi.

Öylesine bir

Dil Kurumu,

Ki bilinmez

Bulanık mıdır, duru mu?”

C.Mâneviyatçılığı:

Arif Nihat Asya, samîmî bir Müslümandır. ‘Kaanunî’ başlıklı rubâîsinde “Türk’üm, Oğuz’um, Müslümanım, Sünnîyim” diyerek bu gerçeğin altını çizer. Onun “vatan” anlayışı da İslâmî ruhla yoğrulmuş ve bütünleşmiş bir vatandır. Bunu ‘Vatan’ başlıklı rubâîsinde şöyle ifâde eder:

“Ezanımdan alışıp Tekbir’e

Buldunuz mutluluk imânımla.

Vatan ettim sizi, ey topraklar,

Beş vakit damgalayıp alnımla!”

Asya, ‘Dûa’ başlıklı şiirinde Allah’a şöyle niyaz ediyor:

“Biz,kısık sesleriz…minâreleri,

Sen,ezansız bırakma Allahım!

Ya çağır şurda bal yapanlarını,

Ya kovansız bırakma Allahım!

Mahyasızdır minâreler…göğü de

Kehkeşansız bırakma Allahım!

Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,

Müslümansız bırakma Allahım!

Bize güç ver…cihad meydanını,

Pehlivansız bırakma Allahım!

Kahraman bekleyen yığınlarını,

Kahramansız bırakma Allah’ım!”

Onun İslâm’a düşman unsurlarla ve kutsal değerlerle alay edenlerle amansız savaşı vardır. ‘Değil’ başlıklı şiirinde bunlara şöyle hitap eder:

“Kutsal konuları inananlara bırak…

Onlar senin maskaran değil;

Memleket îmânı

Senin yaygaran değil.

Ve Türk’ün îman ateşi

Senin sigaran değil.

Kitabımı yırtmışsın…

Kitabım senin paçavran değil,

Dinlemesini bilen anlar sözümden

Çıldıran değil, saldıran değil, kuduran değil!”

Sanatçı, ‘Kutsal’ kavramı üzerindeki düşüncelerini de aynı adı taşıyan yazısında şöyle açıklar: “Kutsal; içi yenip dışı, dışı yenip içi atılacak yemiş değildir. Kutsal; dudaklar, diller, damaklar ve dişler için değil, yürekler ve vicdanlar içindir. Kutsal şeyler, gündelik lakırdıların garnitürü olsun diye kutsallaşmadı. Kutsal az düşünüp çok söyleyenin (kutsal koruyucusu), çok düşünüp az söyleyenin (kutsal inkârcısı) sayıldığı bir yerde kutsal, göç hazırlıkları yapıyor demektir.”

Asya ‘Gericiler’ başlıklı yazısında ise Müslümanlara “dinci, gerici, yobaz” diyenlere şöyle seslenir: “Bize ‘gerici’ diyenler, darda kaldıkları zaman imdatlarına koşacak tâze kuvvetlerin, geride beklemesi usûlünden haberdar olmayanlardır. Bize ‘yobaz’ diyenler, kendi özel ilericilik anlayışlarının inkâr ve melânet yobazlarıdır! Bize ‘dinci’, bize ‘ümmetçi’ diyenler, millet târifinin kara câhili olanlardır.”

Asya’nın İslâm dîninin yüce peygamberi Hazreti Muhammed’e muhabbeti de büyüktür. Mîlâdî 570 târihinde doğan Hazreti Muhammed’in doğumuna ebcet hesabıyla târih düşürdüğü rubâîsinde bunu şöyle ortaya koyar:

“Beklerken ümit Tanrı’nın gözdesini,

Bir sırrın, kimse açmamış perdesini…

Vermekteymiş -meğer ki-“Arş”, Ebced’den

Dünyâya cihânın en büyük müjdesini!”

Son mısradaki “Dünyâya cihânın en büyük müjdesini!” ifâdesi ebcet hesâbına göre Peygamberimizin doğum târihi olan mîlâdî 570 târihinde tekâbül etmektedir. Asya, edebiyatımızda ebcet hesabına uygun şiir yazar en başarılı şâirlerden biridir.

‘Lâle, Allah ve Hilâl’ başlıklı rubâîsinde ise millî ve manevî değerleri birbirine karşı gösterenlere şöyle cevap verir:

“Tek varlık Türk’e din, vatan, istiklâl!

Üç unsuru ayrı-gayrı bilmekse muhâl!

Farkettiğin an, sen de “ne hikmet!” dersin:

Birdir Ebced’de lâle, Allah ve hilâl!”

Arif Nihat Asya, aynı zamanda bir Mevlâna hayrânıdır. Mevlevî meşrep bir yapıya sâhip olan sanatçı, ‘Mevlâna’ için yazdığı şiirinde, Mevlâna’yı “Hüsnün dili, aşkın dili, gönlün dilidir bu” diyerek özetler:

“Yaz kış, sabah akşam, gece gündüz demeden o,

Esma-i ilâhiyyeyi zikretti de gitti…

Yaz kış, sabah akşam otururken ve dönerken

Esrâr-ı ilâhiyyeyi zikretti de gitti…

Duyguyla, tefekkürlerle kanadlandı yerinden;

Her fikri ve her duyguyu şiir etti de gitti.”

Asya, Mevlâna’ya o kadar âşıktır ki, ‘Gündönümü’ şiirinde bu aşkını, ölünce Mevlâna’nın yanına gömülmek isteği biçiminde ortaya koyar:

“Dostlarım, dostlarım, gündönümüdür…

Ölürsem atmayın ortaya beni!

Bir yer açın Mevlâna’nın yanında.

Yatırın, yatırın oraya beni!

Burcu burcu kokup çeker uzaktan

Mevlâna toprağı, Konya’ya beni!”

Asya, Mevlâna’nın yanı sıra Yesevî ve Yunus gibi gönül erlerinin de hayranıdır. ‘Destan’ şiirinde şöyle der:

“Siz gelin imdâdımıza,

Elimizden siz tutunuz;

Mevlâna, Yesevî, Yunus.”

D.Toplumculuğu:

Arif Nihat Asya, millî ve mânevî değerlere bağlılığının yanı sıra, içtimâî değerlere de bağlıdır. Ona göre toplumun temelini âile oluşturur. Türk milletinin âile yapısını her türlü dış tehlikeye karşı korumak gerekir. Âilenin en kıymetli varlığı çocuktur. Çocuğu doğuran, büyüten ve yetiştiren de kadındır, annedir. Onun için Asya, eserlerinde kadına, kıza, anneye çok önem verir.

Toplumun sosyal problemleriyle yakından ilgilenen sanatçı, bunların kısır ideolojilerin dar çerçevelerine görüntü olmasına karşıdır. Hayâtı boyunca, toplumun sosyal yaralarını istismar ederek güçlenmeye, toplumu sınıf kavgasına sürüklemeye çalışan Marksist, sosyalist ve komünistlerle fikir mücâdelesi yapmıştır. Onların halkın sosyal meselelerini savunmada ne kadar samîmiyetsiz olduklarını ortaya koymaya çalışmıştır. Asya’nın şiirlerinde ve nesirlerinde “onlar” diye kasdettiği, millî ve mânevî değerlerden nasibîni almamış, bunlara karşı olan, halktan kopuk nasipsizler ile yurdu ve halkı bölmek isteyen bölücü ve Marksistlerdir.

Arif Nihat Asya’nın toplumcu tavrı, şiirlerinde mısrâların, nesirlerinde satırların arasına yayılmış olarak yer alır. ‘Yurd’ başlıklı rubâîsinde belirttiği gibi:

“Köyler vardır yolsuz, ışıksız ve susuz…

Canlar oralarda yalvarırlar “Su” diye

Biz burda havuz beğenmiyorken kuğusuz!”

Asya, bir rubâîsinde günlük hayattan alınmış sosyal muhtevalı bir konuyu, bir fantezi, bir hiciv havası içinde şöyle anlatır:

“Bir hasta için radyodan kan isteniyor;

Tekrar tekrar durmadan isteniyor…

Biz ‘Davranalım, süslenelim, kurtaralım.’

Derken olan oldu. Şimdi can isteniyor.”

Toplumun ıstıraplarına karşı son derece hassas olan şâir ‘Altı Kızlar’ şiirinde ise “Sosyal ıstırâbın millî duygudan kıl kadar ayrılmayan bir mersiyesi”ni vücûda getirir:

“İstanbul’da Kuştepe’nin,

Evlerine dönmemiş kızları

–Gayrı– göremezler güneşi,

Göremezler yıldızları!”

“…Atılmış, itilmiş, unutulmuş

Bir mahalleden

Sepetleri kollarında, çilelerine râzı

Altı yürek, altı gövde, altı kaderdi giden

Arsalar… sokaklar… yokuş… iniş

Toprak… kaldırım… asfalt… gidiş o gidiş!”

“Bayrak Şâiri” Arif Nihat Asya’yı 5 Ocak 1975 târihinde aramızdan ayrılışının kırk yedinci yıl dönümünde bir defa daha rahmet, minnet ve şükranla andık. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.