Bizler, yâni Türk milliyetçilerinin çok iyi bildiği bir şey var ki târih milletler çatışmasına dayanır. Bu her dönemde böyle olduğu gibi şimdi de böyledir fakat bu kez bu çatışma somut bir şekilde silâhlarla, işgallerle yapılmamaktadır. Sömürenler fark etti ki bu şekilde sömürmek sâdece sömürülene değil sömürene de zarar vermektedir. Bunun yerine daha kârlı bir yöntem buldular. Sömürmek istedikleri milletlerin hasletlerini unutturup kendilerine benzetmek ve bu şekilde kendi amaçlarına hizmet eden beyinleri rahatlıkla yönetebilmek, buna ideolojiler savaşı diyoruz. Bu nedenle Türk milliyetçileri olarak karşımızdaki ideolojileri modası geçmiş dahi olsa ya da yeni filizlenen bir ideoloji de olsa bilmek zorundayız. Unutmamamız gereken bir şey de her ideolojinin bir felsefî alt yapısının olduğudur. Eğer ideolojilerin felsefî alt yapıları bilinmezse o ideolojiyi savunanların olaylara verdiği tepkilerin sebepleri anlaşılamaz. Her ideolojinin bir tanrı, insan ve toplum tasavvuru vardır. Temelindeki bu tasavvurları iyi anlamazsak ne kendimizi iyi tanımlarız ne de diğer ideolojileri kafamızda bir yere oturtabiliriz.

Kendini Türk milliyetçisi olarak nitelendirmeye başlayan bir insan az çok Türk milliyetçisinin tanrı, insan ve toplum tasavvuruna vâkıftır ya da azamî olarak âilesinden ve çevresinde öğrendiği ile amel edebilir. Bize farklı gelen ve zararı dokunacak ideolojiyi de bir şekilde hisseder ama Türk milliyetçiliğinin de ötesinde ülkücü olmak gibi bir mefkûresi olanlar farklı ideolojileri de tanımalıdırlar. Burada kısaca sosyalizm ve milliyetçi-toplumcu düzenin farklarına değineceğiz. Bunlar ideolojilerin yalnızca uygulama planları ile ilgili olacaktır ki bir ideolojiyi tam anlamıyla tanımaya yetmeyecektir. Uygulama planları oluşturulurken ve anlatılırken illa ki ideolojilerin felsefî alt yapılarına değinmek zorunda kalsak da kısır bir çerçevede kalacağız.

Öncelikle bize uzak olan, bize yabancı olan ve aynı zamanda Türk milliyetçiliğine bizzat düşman olan sosyalizm, bilimsel sosyalizm ve bu ideolojilerin hedeflediklerini ortaya koymak daha faydalı olacaktır. Sosyalizm özel mülkiyetin ve gelir dağılımının, fertlerin sâdece kendi menfaatlerini korumaları sûretiyle veya kapitalizm şartlarında piyasa güçlerinin serbest işleyişi yoluyla belirlenmeyip toplumun denetimine bağlı tutulduğu toplumsal örgütlenme sistemine ve ideolojisine verilen addır. Özel mülkiyet, piyasa ekonomisi ve kâr esâsına dayanan kapitalizme bir tepki olarak doğan sosyalizm sermâye sâhipleriyle işçiler arasındaki eşitsizliği, servet ve refah farklarını ortadan kaldırma iddiasındadır. Sosyalizmin tanımına baktığımızda bir tepki olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. İdeolojilerin birbirleri ile alâkası tam da burada başlamaktadır. Târihte; sanatta, felsefede ya da siyâsette birbirine karşı olan hareketler bâzen karşı çıktıklarının kaynaklarından beslenmiş bâzen de karşı çıktıkları fikirden daha da beter fikirler ve uygulamalar ortaya atmışlarıdır. Sosyalizmde her iki durumun da örneğini târih bize göstermiştir. Şöyle ki sosyalizm karşı çıktığı kapitalizm gibi maddeden beslenir. İnsanı sâdece ekonomik bir değer olarak görür. Daha beter hâle getirmiştir; çünkü sosyalizmde patron= devlet olduğundan işçi yâni insan tamamen köleleştirilmiştir. Sosyalizmde üretim araçlarının toplumun mülkiyetine geçmesi ve özel mülkiyet yerine kolektif mülkiyetin oluşturulması, toplumda sınıf farklılıklarının ortadan kaldırılması amaçlanmaktadır. Henüz kıyaslamaya meselesine gelmesek de amacı sınıfsal farklılıkları ortadan kaldırmak olan bir fikir sistemi, târihin hiçbir döneminde sınıfsal farklılık yaşamamış milletlerde işlemez. Türk milleti içtimâî hayatında sınıf düzeninden ziyâde teşkîlâtlanmış bir millettir. Bu nedenle her millet Marks ve Hegel’in ortaya attığı kalıplara uymamaktadır. Şunu da değinmek gerekir ki hem toplumlar ve milletler üzerine oluşturdukları kalıplar hem de insan fıtratını hiçe sayan iddiaları ideolojinin uygulamalarında ellerinde patlamıştır.

Sosyalizm yalnızca bir milletin bir coğrafyanın ideolojisi olmadığı için farklı şekillerde yorumlanmıştır. Misal İngiliz sosyalizmi ekonomik sorunlara yönelen pratik bir çözüm karakteri taşırken Fransız sosyalizmi hürriyet, adâlet, eşitlik, demokrasi gibi ihtilâlın getirdiği ideal kavramlar etrafında şekillendi; sanayileşme ve hızlı sosyal değişmenin bozduğu değerlere yeniden dönme idealini dile getirdi. Görüldüğü gibi bir tane sosyalizm yoktur. Târihî seyri içinde de sosyalizm birçok şekle girmiştir. Günümüzde anladığımız sosyalizm aslında Marks ve Engel’in Hegel’in felsefesini kendilerince düzeltmelerinden ortaya çıkan bilimsel sosyalizmdir. Bilimsel sosyalizm, sosyalizmden oldukça farklıdır fakat kavramların birbirlerinin yerine kullanılması ve anlaşılması nedeniyle ortalama bir aydının sosyalizmden anladığı aslında bilimsel sosyalizmdir. Burada bizim de milliyetçi-toplumcu düzenle kıyaslamaya çalışacağımız bilimsel sosyalizmin düzenidir.

Bilimsel sosyalizm ismi oldukça gülünçtür. Çünkü esâsında bu “diyalektik materyalizm” adıyla ünlenmiş bir felsefedir. Bilim aşkı, bilim merakı, bilim hevesi bilim demek değildir. Bilim tespitler yapar, malzemeler verir. Hasta bir beyin ile sağlıklı bir beyin hakkında gözlemler yapar, hastalığın nedenlerini araştırır vs. Adâlet duygusu ise bilimin anladığı bir şey değildir, konusu da değildir. Marks ve Engel maddeciliğe dayandıkları için her şeyi bilimle açıklamaya çalışmışlar, insanın manevî yönünü açıklamakta eksik kalmışlardır. Bilimsel sosyalizmde her şeyden önce bilim, din ve felsefe ayrımı ve ilişkileri iyi değerlendirilememiştir. Yaptıklarının bir felsefe değil, bilim olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişlerdir. Pozitivizme bilim için sığınmışlardır ama temel olan şeyin niteliğine inip pozitivizme sâdık kalmamışlardır. Pozitivizmin olay ve olguculuğunu kullanmışlardır. Diyalektik materyalizm felsefesi de 4 maddeye dayanmaktadır.

  1. Değişme
  2. Karşılıklı etki
  3. Zıtlık, çelişme ve sentezlerle sarmal şekilde devamlı ilerleme (tez: onay, antitez: red, sentez: reddin reddi)
  4. Niceliğin niteliğe dönüşmesi (devrim).

Burada aklımıza çok basit bir soru gelmektedir. Her şey tezatların çatışması olarak mı ortaya çıkmaktadır? Toprak ve su birbirine tezat unsurlar mıdır? Bir bitkinin yetişmesi için bırakalım çatışmalarını iş birliği yapmaları bile yetmez üçüncü bir faktör olan güneş ışığına da ihtiyaç vardır. Demek ki her şey çatışmalardan ortaya çıkmadığı gibi doğada birden fazla şeyin işbirliği ve âhengi vardır.

Marks, diyalektik materyalizm gereği, insanlık târihinin de sınıf mücâdeleleri olduğunu söyler (târihî materyalizm) ve toplumların beş merhaleden geçtiği/ geçeceğini iddia eder. İlk devrede âile ve özel mülkiyet yoktu, sınıfsız bir toplum vardı (kabîle komünizmi). Daha sonra üretim araçları gelişmiş ve bunları elinde tutanlar diğer insanlara hükmetmiştir(kölelik devri). Üçüncü merhale ise feodal düzendir. Dördüncü merhale kapitalizm ve kapitalizmi oluşturan şartlardır. Bu kısmı derinlemesine anlatan bilimsel sosyalizm, beşinci merhale olan sosyalist sistem hakkında açık bir tablo çizmemiştir. Bildiğimiz kadarıyla beşinci merhalede komünist devlet ortadan kalkacak ve tekrar sınıfsız topluma kavuşulacaktır. Marks kendi iddiasına uymayan toplumları da “asya tipi” adını vererek bir çatı altında toplamaya çalışsa da Türk cemiyetleri çizdiği bu görünüşe de uymamaktadır. Ferdî mülkiyet, âile, soy ve boy mülkiyeti ile bir arada Türklere has bir biçimde var olmuşlardır.

Bilimsel sosyalizm hakkında daha birçok açıklama ve eleştiri getirmek mümkündür. Buraya kadar baktığımızda sosyalizm alt yapısı bakımından Türk milliyetçiliği ile uyuşamaz. Bir kere milliyetçilik önüne sâdece millet isimleri alır başka sıfatlar alamaz fakat sosyalizm ütopik sosyalizm, bilimsel sosyalizm, ihtilâlcı sosyalizm, reformcu sosyalizm, liberal sosyalizm, demokratik sosyalizm gibi birbirinden farklı ve çok sayıdadır. Türk milliyetçiliği bir tanedir. Türk milliyetçiliğinin amacı, yöntemi, tanımı kişiden kişiye değişmez, coğrafyadan coğrafyaya değişmez. Türk milliyetçiliği, Türk milletine olan sevgiden kaynaklanan, milletinin menfaatlerini her türlü menfaatin üzerinde tutan ve her şartta Türk milletinin bekâsını sağlamak amacı ile bilimi araç olarak kullanan bir fikir sistemidir. Dolayısıyla ortaya koyacağı iktisâdî düzen Türk milletinin hiçbir özelliğine aykırı olamaz, Türk milletinin târihinden beslenir ve Türk milletine zararı dokunamaz. Burada şöyle bir soru akla gelebilir, mâdem sosyalizm her toplumda farklı yorumlanıyor bir Türk sosyalizmi oluşturulamaz mı? Hayır. Yukarıda saydığımız özelliklerden anlaşılacağı gibi sosyalizmin âile, din, tanrı, doğa, insan, toplum tasavvurları Türk’ün tasavvurlarının ortak bir paydası yoktur. Sosyalizmi Türk sosyalizmi hâline getirmek demek sosyalizm sosyalizmden, Türk’ü Türk’ten etmek demektir. Üstelik bunun için harcanacak zaman ve emeği kendimizi tanımaya, kendi ideolojimizi ortaya koymaya harcadığımızda ortaya çok güzel bir fikir sistemi çıkmıştır: Türk milliyetçiliği ve dolayısıyla Türk milliyetçiliği doktrini 9 Işık.

Bilimsel sosyalizmdeki sınıfların mücâdelesi sonucu toplumdaki insanları birbirine zıt kutuplar şeklinde birbirine kırdırarak birçok insanın vebâline giren düzen yerine milliyetçi-toplumcu düzende teşkîlâtlanmış birbirini tamamlayan millet sektörü vardır. Bilimsel sosyalizmde üretim araçlarının kişilerde olmaması ve devletin olması söz konusudur. Üretim araçları sâdece devletin elinde olduğunda özel sektördeki patronun yerini devlet alır ve millet yine köleleşir. Oysa üretim araçları milletin elinde olursa millet köleleşmez. Toplumculuk maddesini üç yapıda alındığını biliyoruz. Sosyal ve siyâsî yapı millileştiğinde iktisâdî yapının millîleşmesi oldukça kolay ve uygulanabilir olacaktır. Toplumculukta iktisâdî yapının temelini millet sektörü oluşturur. Millet sektörü sınıfsal çatışmaya dayanmaz. Türk milletinin târihinde olan Abdalan- ı Rum, Gâziyan-ı Rum ve Baciyan-ı Rum sisteminden ve âhilikten esinlenerek milletin teşkîlâtlanarak iş birliği ile Türk milletinin menfaatlerine hizmet ederken insanlıklarını unutmadıkları, köleleşmedikleri bir sistemdir. Burada hatırlatmamız gereken bir husus vardır ki insanın fıtratında sâhiplenme, mülkiyet edinme iki yaşından bu yana vardır. İktisâdî bağımsızlık olmadan siyâsî ve sosyal bağımsızlık gerçekleşemez, iktisâdî bağımsızlık da ancak mülkiyet ile olur. Milliyetçi-toplumcu düzen insanın bu gerçekliğini hiçe saymaz. Bilimsel sosyalizm bu ilişkiyi göz ardı etmiştir. Üretim araçlarının bir kısmına sâhip olan millet özgürdür. Milletin üretim araçlarına sâhip olması nasıl olacaktır? Türk milleti hâli hazırda 6 sosyal dilimdedir: köylüler, işçiler, esnaf, memur, işveren ve serbest çalışanlar. Bu 6 sosyal dilim kendi içinde kurdukları teşkîlâtlarda önce tasarruf edecek bu tasarruflarla da yatırım yapacaktır. Fabrika yapan fabrikalarda her işçi, her köylü, her memur vs. pay sâhibi olacaktır. Bu teşkîlâtlanma üretim işbirliğini getirecektir. Bu teşkîlâtlanmaların da hukûkî, iktisâdî ve sosyal üçayağı olacaktır. Üretim ve gelir dağılımında söz sâhibi olan millet için iktisâdî demokrasi gerçekleşmiş olacaktır. Milliyetçi-toplumcu düzende bilimsel sosyalizm ve kapitalizmde olduğu gibi iki sektör yoktur, bir yeni sektör olan millet sektörü ile bunların uyumu ve iş birliği vardır. Görüldüğü gibi Türk milliyetçiliği diyalektiğe burada da bir darbe vurmuştur. Bir üçüncü şıkkı üretmiştir. Bu üç sektörün sınırları ve yetkileri yasalarla belirlenecektir. Tasarrufu ve kalkınmayı elbirliği ile yapan millet daha sıkı bir şekilde bütünleşecektir.

Milliyetçi-toplumcu düzendeki en can alıcı hususlardan bir tanesi de sanayileşmenin bir bölgede yoğunlaşmayacak olmasıdır. Kendi tasarrufundan kurulan fabrikanın ülkenin başka bir köşesinde olması vatandaşı o bölgeye karşı hassas ve duyarlı hâle getirecek, Doğu-Batı ayrımı son bulacaktır. Bir bölgede yoğunlaşmayan sanâyi sâyesinde göçlerin de önüne geçilecek ve insanlar topraklarından, kültürlerinden kopmadan refâhını sağlayacaktır. Bu daha çok “köycülük” maddesi ile ilgili olsa da milliyetçi-toplumcu düzeni de yakından ilgilendirmektedir. 9 Işık Doktrinin her bir maddesi birbirini tamamlar niteliktedir.

Milliyetçi-toplumcu düzende yurt dışındaki işçilerden sendika meselesine, işsizlikten sosyal güvenliğe, dış ticaretten emek- sermâye bütünleşmesine kadar her şey ince ayrıntılarına kadar düşünülmüştür. Bunlara somut çözümler geliştirilmiştir. Bilimsel sosyalizmde olduğu gibi bâzı yerler bulanık, üstü kapalı geçilmemiştir. Bilimsel sosyalizmde emek bile tam anlaşılamamıştır. Bir saatlik duvar işçisinin emeği ile bir sanatçının bir saatlik emeği eşit görülmüştür.

Bilimsel sosyalizm her yönüyle temelsiz bir duvardı ve bin bir parçaya ayrılarak yıkıldı gitti diyebiliriz. Milliyetçi-toplumcu düzenin geçmişini oluşturan Türk toplum yapısı ise târihte hiçbir milletin yapamadığı adâleti, özgürlüğü, iş birliği ve sosyal düzeni yüzyıllarca sağlamıştır. Milliyetçi-toplumcu düzen ise uygulayıcı olacak ülkücüleri beklemektedir. Ahlâklı, milliyetçi ve ülkücü kadrolarını beklemektedir. Uygulamaya konduğunda bu milletin kanayan yaralarına merhem olacak, kalkınmayı ve gelişmeyi sağlayacak, milletin ihtiyaçlarını giderecek bir sürü iş ülkücüleri beklemektedir. Dünya asıl milliyetçi-toplumcu düzen sağlandığında Türk’ü kıskanacak, Türk’ü engellemeye çalışacaktır. İnsanlık milliyetçi-toplumcu düzenle ancak yeniden Türk’ün adâletine kavuşabilecektir. Milliyetçi-toplumcu düzen temelleri Türk seciyesi olan, harcı Türk hoşgörüsü olan, tuğlaları Türk irfânı olan bir âbide gibi yavaş ve sağlam bir şekilde yükselecektir.

Kaynakça

Eröz, Mehmet. Markxizm Leninizm ve Tenkidi. İrfan Yayınevi. 1978. İstanbul.

Sezen, Yümni. Kapitalizmin Zulmü, Marksizmin Muhasebe Defteri, İslâm’ın İlke ve Hedefleri. İrfan Yayıncılık. 2017. İstanbul.

Türkeş, Alparslan. Temel Görüşler. Dergah Yayınları. Mayıs 1976. İstanbul.

Türkeş, Alparslan. 9 Işık. Hamle Yayınevi. Mart 2017. İstanbul.

https://İslâmansiklopedisi.org.tr/sosyalizm

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.