Uzaklarda azap çeken kardeşim
Lâle gibi boyun büken kardeşim
Kuşatılmış zâlim düşman içinde
Sel gibi gözyaşı akıtan kardeşim
(Bu yazı 1938 yılının Mart ayında şehit edilen Mağcan Cumabay’ın ölüm yıldönümü sebebiyle ölüm vaktini bildiğimiz bilmediğimiz bütün Türk aydınlarını anmak, anlamak ve anlatılmasına vesîle olmak için kaleme alınmıştır.)
Kuzey Kazakistan’da günler birbiri ardına akıp giderken, takvimler 1893 yılının Haziran ayını gösterdi. O gün Sasık Göl yakınlarında yaşayan mütevâzî bir âilenin ilk çocuğu dünyâya geldi. Bu çocuğa Kazakistan’da daha önce hiç kimseye verilmemiş bir ad verildi: Mağcan. Bu topraklarda adıyla bir ilk olan bu çocuk, kim bilir milleti için daha ne ilklerle anılacaktı.
Mağcan eğitimli bir âileye mensuptu. Mağcan’nın dedesi Jumabay oldukça saygın bir insandı. Babası Beken ise ticâretle uğraşan varlıklı bir kimse idi. Mağcan öncelikle ilköğrenimini köyünde tamamladı. Daha sonra babası onu Ceditçi medreselerden biri olan Çala Kazak Medresesine gönderdi. Burada Türkiye’de eğitim görmüş Ceditçi bir öğretmen olan Muhammed Can Begişov’dan dersler alarak bu medresede Ceditizm felsefesiyle yetişti. Mağcan’ın daha bu yıllarda edebiyâta ve şiire ilgisi artmaya başladı. Aralarında en çok etkilendiği okumaktan, şiirlerini ezberlemekten keyif aldığı, sözleriyle gönlünde deryâları coşturduğu, dizeleriyle zihin dünyâsında büyük kapılar araladığı kişi ise Abay’dı.
Yukarıda adı geçen dönemin büyük şâiri Abay’dan biraz daha bahsetmek yerinde olacaktır. Bir Kazak Türk’ü olan Abay (Abay Kunanbayoğlu) Kazak edebiyâtının en büyük şâiri kabul edilir. Hatta Kazak edebiyâtının Abay öncesi ve Abay sonrası diye ayrıldığı söylenir. Abay’ın Kazak halkına yol göstericiliği, halkı çalışmaya, aydınları araştırma yapmaya, ideallerini gerçekleştirmeye ve bu yolda emek sarf etmeye çağırması onu önemli bir şahsiyet hâline getirir. Abay şâirliğinin yanı sıra aynı zamanda besteci ve Hanefî Mâturîdî çizgisinde olan ilâhiyatçı bir filozoftur. Aynı zamanda Alaş Orda Hareketi’nin (Kazak Millî Hareketi’nin) mânevî lideri kabul edilen çok önemli bir isimdir. Abay, şiirlerinde yaşadığı dönemdeki toplumda yaşanan problemleri ele almıştır. “Büyük Ülkem, Kazak’ım, Görkemli Yurdum” şeklinde başlayan şiirinde halkının bütün kaygı ve hasretini, vatan sevgisini, hayâtının zorlu yanlarını, aşklarını dile getirmiştir.
Abay, hayattayken yazdıklarının yeterince anlaşılamamasından yakınarak şöyle demiştir; “Ben bu satırlarımı yazıyorum. Benim çevrem beni anlamadı. Ama ümit ederim beni anlayacak bir nesil gelecek”. Evet, o nesil henüz Abay hayattayken gelmiştir fakat Abay’ın ömrü görmeye yetmez. Küçük Mağcan 11 yaşındayken Abay vefat eder. Mağcan daha 11-12 yaşlarında Kazakların bu büyük şâirinden etkilenerek şiirler yazmaya başlar. Abay için “sözü altın hâkim Abay” der ve onu kendine örnek alır. Fakat onun şiiri için Abay’a benzer şiirler dememiz çok yanlış olacaktır. Mağcan romantizm ile realizmi ve sembolizmi ustalıkla bir araya getirir. Bir süre sonra da kendine özgü yeni bir şiir yazmaya başlar. Bunlar daha önce Kazak halkı tarafından duyulmamış yüksek bir estetik anlayışla yazılan şiirlerdir. Daha sonra Mağcan serbest şiir yazmaya ve söylemeye başlar. Bu âdeta Kazak edebiyâtında yapılan bir ihtilâl gibidir. Hem de daha çok genç yaşlarda yazdığı Mağcan’ın bu şiirleri halk arasında okunmaya ve ezberlenmeye başlar. Abayla birlikte değişen Kazak edebiyâtı artık Mağcan ile birlikte kanatlanmış, bambaşka bir noktaya taşınmıştır. Bu sırada artık Mağcan fikirlerinin ve duygularının ilk meyve vereceği yere, Ufa’ya doğru yola çıkar.
Eğitimine 1910-1913 yıllarında Rusya Müslümanlarının önemli merkezlerinden Başkurdistan’ın başkenti Ufa’daki Galiye (Aliye) Medresesinde devam eder. Galiye Medresesi Türk dünyâsında yenileşme hareketinin en üst kurumlarından birisi konumundadır. Burada üst düzeyde bir eğitim verilmektedir. Mağcan bu medresedeyken hocası Alimcan (Galimcan) İbrahimoğlu’un dikkatini çeker. 1912’de hocası Alimcan İbrahimoğlu’un da yardımıyla ilk kitabı olan ‘Şolpan’, Kazan’da basılır. İki yıl burada eğitimini sürdürdükten sonra hocası ona, “Sen çok zeki bir gençsin, seni doyuracak bilgiler burada yok, başka okullara gitmen gerek” diyerek Mağcan’ın buradan alması gereken bilgi ve tecrübeyi aldığını ifâde eder. Mağcan Ufa’daki eğitiminden sonra memleketine döner.
Bu yıllarda, Mağcan’ın eserlerini muhâfaza ederek günümüze ulaşmasında büyük rolü olan, eşi Züleyha ile evlenir. 1913-1916 yılları arasında bir yandan edebiyat çalışmalarını sürdürürken bir yandan da buradaki öğretmen okuluna devam eder. Bu sırada Kazak halkının özellikle eğitim sorunlarına çözüm bulmak amacıyla oluşturulan “Birlik” hareketinde yer alır.
Kazakistan, nerdeyse Anadolu coğrafyasının üç katı genişliğinde bir ülkedir. Bu geniş coğrafyayı, bu büyük ülkeyi Kazak toprağı olarak tescilleten hareket “Alaş Orda Hareketi” olmuştur. Alaş hareketi halkı aydınlatmak ve millî bağımsızlığı sağlamak gâyesine hizmet eden bir millî uyanış hareketidir. Bu geniş coğrafyanın temelinde Alaş hareketinin, başta Alihan Bökeyhan olmak üzere dönemin liderlerinin büyük mücâdeleleri yatmaktadır. İşte bu harekette mücâdele ederek yerini alan önemli isimlerden birisi de Mağcan Cumabay’dır. Alaş hareketinin yayınladığı dili Kazak Türkçesi olan Kazak Gazetesi’nin yazı kurulunda yer alır. Daha sonra aynı gazetede şiirleri yayımlanmaya başlar.
Rusya’daki 1917 Devrimi sırasında özerk bir Kazak hükümetinin kurulması çalışmalarına katılır. Rusya kurucu meclisinde Kazakları temsil eder. Alaş Partisi’nin Akmola İl Komitesi Eğitim Birimi başkanı olur. Eşiyle birlikte 1923 yılında Moskova’ ya taşınır. Burada Moskova Yüksek Edebiyat ve Sanat Enstitüsüne kaydolur. Burada okuduğu sıralarda Rus dili ve edebiyâtını yakından tanıma imkânı bulur. 1919-1923 yıllarında yayın faâliyetlerine ağırlık vererek çeşitli gazete ve dergilerde çalışır. Bu yıllarda “Batır Boyan” adlı şiiri yayımlanır.
Sovyet rejiminin baskısı ise devam etmektedir. Mağcan bu baskı ve tehditler devam ederken rejimin istediği şeyleri değil, kendi milletinin menfaatine olan yazılar kaleme almaya devam eder. Taşkent’te bir üniversitede güdümlenmiş altmış Kazak aydını Kasım 1924’te bir araya gelerek bir toplantı gerçekleştirir. Bu toplantıda Mağcan’ın şiirlerinin eski feodalizmi övdüğü ve şiirlerinin yeni rejim için sakıncalı olduğuna dâir eleştirilerde bulunurlar. Mağcan yapılan eleştirilere aldırış etmez ve yazmaya devam eder. Puşkin, Ivanov, Sibiryac’ın şiirlerini ve Maksim Gorki’nin eserlerini de Kazak Türkçesine çevirir. Ardından “Alka” bildirisini yayımlar. Alka adlı Sovyet karşıtı gizli bir örgüt kurduğu iddiasıyla 1929 yılında tutuklanır ve 1930 yılında on yıl hüküm giyer. Suçu milliyetçiliktir! Toplama kampına gönderilir. Ağır şartlar altında çalıştırılır. Ünlü Rus yazarı Gorki’nin girişimiyle 1935’te serbest bırakılır. Fakat faâliyetleri yakından tâkip edilmektedir. Ayrıca Mağcan’ın çevresi tehdit edilmektedir. Kitapları artık basılmıyor, şiirleri yayımlanmıyordur. Bir süre sonra tekrar tutuklanarak sorguya alınır. İstenilen cevaplar alınmayınca da ağır işkencelere mâruz bırakılır. Daha sonra tekrar serbest bırakılır. Serbest bırakıldıktan sonra Kuzey Kazakistan’a, akrabalarını görmeye gider. Burada güzel bir anı yaşanır. Bir kış günü akşamı akrabalarını ziyâreti sırasında bir çocuk dünyâya gelir. O gün doğan çocuğa “Mağcan” ismi verilir. Mağcan bu durum karşısında duygulanır ve doğan çocuk için “Küçük Mağcan’a” diye bir şiir yazar.
Çok geçmeden 1937 yılının Aralık ayında hakkında yakalanma emri çıkartılır. Mağcan’dan, bâzı arkadaşları hakkında bilgiler almak isterler. Buna karşılık serbest bırakılacağı söylenir fakat Mağcan tek bir kelime etmez. Etmediği içinde cezâsı kesilir. Şubatta kesilen cezâsı çok geçmeden mart ayında gerçekleştirilir. Mağcan Cumabay, 19 Mart’ta henüz 45 yaşındayken kurşuna dizilerek şehit edilir.
1938’de birçok Alaş aydını gibi Mağcan’ın da nereye defnedildiği hâlâ bilinememektedir.
Mağcan’ın ölümünden sonra onun adını anmak, şiirlerini okumak yasaklanmış; adını ananlar, şiirlerini okuyanlar hapsedilmiştir. Ölümünden önce ziyârete gittiği köydeki birçok insan hapse atılmış, aralarından dokuz kişi toplama kampına gönderilmiştir. Bunlardan yalnız bir kişi geri dönebilmiştir. Geri kalan insanlardan ise bir daha haber alınamamıştır. Haber alınamayanlardan bir tanesi de çocuğuna “Mağcan” ismini veren babadır.
Oral Tavı (Ural Dağı) şiirinden;
Bir zamanlar senin sâhibin Türk idi
Mekân edip, göçüp-konup yürümüştü
Dağdan ve taştan korkmayan bahadır
Türk, Koynuna yayı ile girmişti
Yiğit Türk, geniş bozkırda güzellik idi
Otursa da göçse de konsa da hür idi
Aradan yıllar geçer… Tam elli yıl sonra, Mağcan’ın şiirleri özgürlüğüne kavuşur. Kazakistan devleti Mağcan’ın tüm şiirlerini yayımlar. Bugün “Mağcan” ismi de Mağcan’ın şiirleri ve eserleri de yaşatılmaktadır. Mağcan’ın “Oral Tavı”, “Kazak Tili”, “Peygamber” ve “Türkistan” şiirlerinde insana, vatan topraklarına, birlik ve berâberliğe, millî rûha, Türklüğe, Türk birliğine, Türk diline, Türk târihine ve kültürüne verdiği önemi bu şiirlerinden açıkça anlarız. Yine Kazak târihiyle ilgili konuları destan türü bir anlatımla ele aldığı şiirleri de vardır. “Batır Boyan” bunlardan birisidir. Fakat Mağcan yalnız bir şâir olarak yaşamamış, şiirleriyle berâber bir harekete ruh vermiştir. Mağcan büyük bir mücâdelenin sembolüdür. O, Türk dünyâsına büyük bir mîras bırakmıştır. Bağımsızlığa giden yolun; kendi özüne Türk kültürüne ve Türk diline sâhip çıkarak, ancak bunları canlı tutarak erişilebileceğine inanmış, anlatmış, yazmış, yaşamış ve yaşatmıştır. Şüphesiz kaleminden dökülen bütün bu haykırışlar yalnız o dönemde yaşayan Türkler için değil yıllar sonra gelecek nesiller için de bıraktığı bir mîras niteliğindedir. Mağcan da mücâdelesini gerek kalemiyle gerek duruşuyla ve gerek davranışlarıyla, bu şuurla sürdürmüştür.
Mağcan’a dâir altını çizerek belirtmemiz gereken önemli bir bilgi daha vardır. Mağcan yaşadığı dönemde halkını, özellikle de gençleri harekete geçiren, onlara ciddî mânâda tesir eden şiirler yazmıştır. Abay’dan sonra en büyük şâir olarak kabul edilen Mağcan Cumabay yalnız kendi toplumu için şiirler kaleme almamıştır. Aynı dönemlerde İstiklâl Harbi içinde olan, bağımsızlık mücâdelesi veren Anadolu Türkleri için yazdığı “Alıstağı Bavrıma (Uzaktaki Kardeşime)” adlı şiiri de onun gönlünden bizim gönlümüze dökülen mısrâlardır. Uzaktaki kardeşimiz, uzaktaki kardeşlerine der ki;
Ufkuna karanlık çöken kardeşim
Ömür boyu cefâ çeken kardeşim
Diri diri derinizi yüzerler
Ağır işkenceden bıkan kardeşim
Anamız değil miydi altın Altay
Oynaşır dururduk iki deli tay O
nun kucağında, yaylalarında
Aydınlık yüzümüz sanki dolunay
Ayrıldık mı kuzu gibi sürüden
Yağmur gibi yağan oktan, çeriden
Pars yüreği Er Türkümün yüreği
Korkar olduk şimdi cinden periden
Hürriyete âşık olan Türk hani?
Gerçekten hasta mı oldu dondu mu kanı?
İçimdeki harlı ateş söndü mü?
Kim söndürür bu ebedî volkanı?
Sen orada, ben burada uzakta
Kaygımız kan kusarız tuzakta
Lâyık mı kul olmak yekin gidelim
Ata mîrasımız o altın tahta
Mağcan’ın bizler için yazdığı bu dizeler bir bütünün parçaları olduğumuzu hücrelerimize kadar hissettirir ve hatırlatır. Bizler belki bunu rahat zamanlarımızda bile hatırımıza getiremezken Mağcan; Sovyet rejiminin baskı ve zulümlerine, zindanların karanlığına, hayâtındaki bin bir türlü zorluklara rağmen kendi dertlerini unutarak bizim için gözyaşı dökmüş ve biz 15 Aylık Eğitim ve Kültür Dergisi Mart 2022 Sayı 92 kardeşlerini unutmamış, yüreğinin en derinlerinden bu dizelerle bizlere seslenmiştir. Bizler içten bir haykırışla, sitemle ve özlemle seslenen Mağcan’ı duyabilmiş miydik? Peki, biz uzaktaki kardeşimize cevap verebilmiş miydik, biz de ona içten bir duyguyla seslenmiş miydik?
“Mağcan Cumabay’a cevap vefâ borcunun îfâsıdır” diyerek Feyzullah Budak tarafından seksen üç yıl sonra şu dizeler kaleme alınmış ve uzaklardan bize seslenen kardeşimize, biz de şu dizelerle seslenmişizdir;
Uzaktan azâbımı bilen kardeşim
Sevgisiyle gözyaşımı silen kardeşim
Özü amansız düşmanlar ortasında
Gönlünü derdime bölen kardeşim
Ortak anamız idi, Altın Altay
O bir Tulpar idi, bizler birer tay
Bağrında şimşek gibi çakardık
Karşımızda sönük kalırdı, gün ve ay
Alalı altın âşık atıştık elbet
Tepişip bir döşekte yatıştık elbet
Altay gibi bir ananın ak sütünü
Berâber emip, berâber tadıştık elbet.
Bir gün bu devrânın süresi doldu.
Tanrı emriyle sefer mukadder oldu.
Akdeniz–Karadeniz aşıp gitsem de
Yüreğim Altın Altay’da kaldı.
Bilirim öksüz kalıp kanat açamadığın
Uçmaya davransan da uçamadığın
Yön bulduran, yol gösteren can kalmayınca
Düşman kurşunlarından kaçamadığın
Sana değen kurşun, bana saplandı
Günahsız kanımız birlikte aktı
Toprağa düşen kan, onu yurt kılar
Bizi ayrılıp, bölünmek yaktı.
Ben de hasretim, gezdiğimiz ovaya
Gündüz güneşe, gece gümüş nurlu aya
Bizi ipek kundaklara sarmalayıp
Bağrında büyüten anamız Altay’a
Özgürlüğe kanat çırpan Türk canı
Ne hasta düştü ne de tükendi hâli
Sönmedi yüreklerdeki ateş
Kurumadı damardaki atalar kanı
Kardeşim, sen o yanda, ben bu yanda
Kudret doğmaz ayrı ayrı yatanda
Gücü-kuvveti toplamak gerek
Atalardan mîras ulu vatanda: TÜRKİSTAN’ da!
Son söz olarak; Mağcan Cumabay’ı Türk milliyetçilerinin çok iyi tanıması ve anlaması gerektiği kanaatindeyiz. Mağcan Cumabay yaşanan baskılara, yapılan acımasız zulümlere ve nice sıkıntılara rağmen Türk milletinin değerlerini yaşatma azmini göstermiş; elinden kalemi, dilinden bağımsızlığı düşürmemiştir. Mağcan Cumabay, bir mücâdelenin adı olmuş ve o mücâdeleye âdeta bir ruh vermiştir.
Bizlere de önemli bir mîras bırakmıştır. Bizlere bıraktığı bu mânevî mîras îmânımızı diri tutacak güçlü bir mücâdele rûhudur. O sadece kendi dönemindeki sıkıntıları dile getirmemiş, aynı zamanda Anadolu coğrafyasında yaşayan kardeşlerinin çektiği acıları da yüreğinde derinden hissetmiştir. Bizler Mağcan Cumabay’ın, şiirindeki kardeşliği, birliği, fikri ve rûhu dâima hatırlamalıyız. Ne Türkistan coğrafyası kolay bağımsızlığına kavuşmuştur ne de Anadolu toprakları! Uğruna dökülen kanların, verilen büyük mücâdelelerin hatırımızdan çıkmaması ümidiyle… Mağcan Cumabay ve nice şehit edilen Türk aydınlarının rûhu şâd olsun…
Kaynakça
1)Mağcan Cumabay, Uzaktaki Kardeşime, çev. Ali Akbaş (Ankara: Bengü Yayınları, 2018).
2)M. Erkam Bülbül (Yön.), Köklerin İzinde, TRT Avaz, 2019.
3)Mutlu, H.K. (2017). “Mağjan Jumabayev ve “Türkistan” Şiiri, Uluslararası Türk Lehçe Araştırmaları Dergisi (TÜRKLAD), Cilt:1, Sayı: 2.
4)Okçu, Y. ve Dinç, A. (2019). “Kazak Şâir Mağcan Cumabayev’in Şiirleri Üzerine Tematik Analiz”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Sayı: 95.
5)Rayman, H. (2011). “Mağcan Cumabayev’in Şiir Dünyâsı”, Türk Dünyâsı Araştırmaları, Sayı: 95.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.