Ölenlere karşı mesûliyetimiz hep devam eder.

Türk milliyetçiğine gönül veren, kırk beş yıllık kısa ömrünü bu uğurda araştırmalara ve çalışmaya adayan büyük Türk mütefekkiri Erol Güngör, 25 Kasım 1938’de Kırşehir’de doğdu. İlk ve orta eğitimini de Kırşehir’de tamamlayan Güngör, daha ortaokul çağlarındayken Osmanlıca öğrenip lise çağlarında ise Arapça dersleri almıştır. Kırşehir Ahi Tekkesi’nin son şeyhi Hâfız Osman Efendi’nin torunu olarak dünyâya gelmiş, içinde bulunduğu bu mânevî ortam ve aldığı eğitimlerle düşünceleri küçük yaşlardan îtibâren buna göre şekillenmeye başlamıştır.

Âilesinin aktardığına göre Güngör, daha çocuk yaşlarındayken okumaya ve öğrenmeye meraklı bir yapıya sâhipmiş. Dedesi onu 7-8 yaşlarındayken fark etmiş, eve gelen misafirlere; “Benim oğlum profesör olacak.” dermiş. Nitekim öyle oldu. 1956’da yüksek tahsîline İstanbul Hukuk Fakültesinde başlamıştır. Hukuk fakültesi ikinci sınıftayken Fethi Gemuhluoğlu’nun onu Mümtaz Turhan ile tanıştırmasıyla birlikte, Erol Güngör için yeni bir dönem başlamıştır.

Mümtaz Turhan, Batı’yı yakından tanıyan ve Batı’da eğitim almış bir düşünürdür. Bunun yanında Türk kültürünü yaşamış ve memleketine dönerek hizmet etmeyi kendine görev bilmiştir. Turhan, özgün çalışmalarıyla Türk milletinin dertlerine eğilen Türk milliyetçisi bir sosyal psikologdur. Erol Güngör; Mümtaz Turhan’ın teşvîkiyle, Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümüne geçmiştir. Yine Mümtaz Turhan’ın telkîniyle Fransızcanın yanında İngilizce öğrenmiştir. Mizaç îtibâriyle olgun bir yapıya sâhip olan Güngör, 1961 yılında üniversiteden mezun olduktan sonra tecrübî psikoloji kürsüsünde, hocasının yanında asistanlığa başlamıştır. 1965’te doktorasını tamamlar. 1966 yılında ise Prof. Kenneth Hommond’un dâveti üzerine Amerika Colorado Üniversitesinde milletlerarası çalışmalara katılmıştır. Prof. Kenneth Hommond, Erol Güngör’ün sâdece Türkiye’de değil, dünyânın bütün önde gelen üniversitelerinde ders verecek düzeyde bir ilim adamı olduğunu dile getirmiştir. 1971 yılında yurda geri döner, doçentlik unvânını alır, 1978 yılında ise profesör olur. Hayâtı başarılarla dolu olan sosyolog ve sosyal psikolog Erol Güngör, 1982 yılında Selçuk Üniversitesi rektörü olmuştur.

Yazılarında halk-aydın kopukluğuna dikkat çeken Güngör’e göre, halka dönmek milletimizin kendi kudretini tekrar kazanabilmesi için zorunludur. Onun gözlemlerine göre halk; aydınları kibirli, maddî menfaatine düşkün, yabancı taklitçisi, saygısız olarak nitelendirdiğinden ve aydınları kendilerinden biri olarak görmedikleri için çocuklarını okula dahi göndermek istememişlerdir. Aydın kesim ise içinden çıkıp geldikleri kendi halkını câhil, medeniyet seviyesine ulaşmamış bir kitle olarak görmüş ve onları beğenmemiştir. İşte bu şekilde meydana gelen halk-aydın kopukluğu milletimizin birlik ve bütünlüğü adına doğabilecek en tehlikeli sorunlardan biridir. Erol Güngör, bu nedenle eserlerinde sıkça bu konuya değinmiştir. Güngör, inandığı şeyleri yazan, yazdığı gibi yaşayan gerçek bir Türk aydınıdır. O toplumla iç içe yaşamış rektörlük yaptığı Konya’da, sekiz ay gibi kısa bir sürede çok sevilen biri hâline gelmiştir. Ne yazık ki çok erken bir zamanda daha kırk beş yaşındayken, 24 Nisan 1983’te geçirdiği kalp krizi sonrasında vefat etmiştir. Erol Güngör kırk beş senelik kısacık ömrüne birçok çalışma sığdırmış, yapmış olduğu ciddî çalışmalarla da sosyal bilimlere katkı sağlamış bir Türk münevveridir.

Onun yayınlanmış on iki eseri vardır. Bunlar: Türkiye’de Misyoner Faaliyetleri (1963), Türk Kültürü ve Milliyetçilik(1975), Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik(1980), İslâm’ın Bugünkü Meseleleri(1981), İslâm Tasavvufunun Meseleleri(1982), Dünden Bugünden Târih-Kültür ve Milliyetçilik(1982). Bazı eserleri vefâtından sonra yayınlanmıştır: Târihte Türkler(1988), Sosyal Meseleler ve Aydınlar(1993), Değerler Psikolojisi Üzerine Araştırmalar(1993), Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak(1995), Şahıslar Arası İhtilafın Çözümünde Lisanın Rolü(1998), Kelâmî Sahada Estetik Yapı Organizasyonu(1999). Erol Güngör; Ziya Gökalp ve Mümtaz Turhan çizgisinde bir anlayışa sâhiptir. Ancak ikisini de tekrar etmeyen, onları anlamaya çalışan, yeri geldiğinde eleştiren ilmî bir tutum içerisindedir.

Asıl uzmanlık alanı sosyal psikoloji olmasına karşın Erol Güngör’de kendisine örnek aldığı diğer Türk büyükleri gibi sâdece tek bir alanda sınırlı kalmayarak târih, sosyoloji ve güzel sanatlar alanında büyük bir azimle kendini gerçekleştirmeye çalışmıştır. Onu yakından tanıyanlar Türk mûsıkîsiyle ilgilendiğini ve tambur çaldığını, bunun yanında şiirler yazdığını aktarmışlardır. Onun en önemli yanı Türk milliyetçiliğine gönül vermiş bir dâvâ adamı olmasıydı. O Türk milletine duyduğu derin sevgiden dolayı neredeyse bütün sosyal meselelerine eğilmiş, Türk milletinin dertlerine ilmî çözümler aramıştır.

Güngör; eserleriyle, Türk toplumunu tanıtmış, Türklerin uzun bir mâzîye, büyük bir medeniyete sâhip olduğunu hatırlatmıştır. Târih, geçmişten ders çıkarıp bugünü anlamak ve geleceği aydınlatmak içindir. Bu bakımdan târih milletler için çok kıymetlidir. Târihini bilmeyen nesiller kim olduklarını da bilmezler. Bu nedenle doğru ve sağlam bir târih bilgisi öğretilmesi gereklidir. Târih yanlışlarıyla doğrularıyla anlatılmalı, Türk çocukları târihi okurken gururlanmalı, kızmalı, sevinmeli ve üzülmeli ki bir târih şuûru kazanabilsin. Târih şuûru, târihin akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak demektir. İnsan târihi olayları mânâlı bir bütün içinde parçalar hâlinde gördüğü anda târih şuûru kazanmış olur. Eserlerinde târih şuûrunun önemine dikkat çeken Güngör, toplumdaki birliğin kurulmasında ve millî bünyemizin kuvvetlenmesinde târih şuûrunun büyük rolüne işaret etmiştir. Târih şuûruna sâhip olmak, beraberinde özgüveni de getirir. Târih şuûru sâyesinde arkamızda sonsuz bir geçmişin bulunduğunu ve önümüzde sonsuz bir geleceğin bulunabileceğini düşünebiliyor, bu düşüncenin verdiği azim ve metânet içinde hareket edebiliyoruz. Ortak kültür ve târihe sâhip olan toplum arasında bir dayanışma rûhu vardır. Türk milleti atalarının tecrübelerini anlayıp şuûruna vardığı ölçüde sonsuz bir gelecek inşâ edecektir. Erol Güngör Târihte Türkler ile Kültür Değişmeleri ve Milliyetçilik kitabının son bölümlerinde milletimize târih şuûrunu vermeye ve millî karakterimizi anlatmaya çalışır. Eserinde Batılıların Türkiye’ye geldiklerinde şaşırdıkları olayları ele alır. Türk ve İslâm düşmanlığıyla tanınmış olan İngiliz Sefiri Sir James Porter (1769) şunları yazıyor: Türkiye’de yol kesme vak’aları ile ev soygunculukları ve hatta dolandırıcılık ve yankesicilik vak’aları âdeta meçhul gibidir. Harp hâlinde olsun, sulh hâlinde olsun, yollar da evler kadar emindir. Bilhassa ana yolları tâkip ederek bütün İmparatorluk arazisini mutlak emniyet içinde baştan başa geçmek her zaman kabildir… Bu gibi daha nice örnekler târihimizde mevcuttur. Türk milleti asırlar boyunca bizi biz yapan değerlerle diğer milletlerden ayrılmıştır. Kendi karakteriyle, ahlâkıyla, hayâta bakış açılasıyla diğer toplumları kendilerine hayran bırakmıştır. Dün büyük olduğumuz gibi yarın da büyük olabileceğimiz inancını kalplerimizde taşıyoruz.

Târih bir milletin hayat hikâyesidir. Her milletin hayat hikâyesi birbirinden farklıdır. Bu yüzden bir toplumu başka bir topluma benzetmeyi istemek onu kimliksizleştirmektir. Her memleketin ayrı şartları olduğu gibi ayrı ihtiyaçları vardır. Bunların karşılanması sonucunda kültür meydana çıkar. Batılılaşma hareketi bizden apayrı bir medeniyet olan Batı’nın, kültürünün benimsenmesiyle süregelen bir mesele hâline gelmiştir. Batı medeniyetinin ilim ve teknikteki ilerleyişini tâkip eden süreçte, çağa yetişmenin onlar gibi olmaktan geçtiği düşüncesi doğmuştur. O dönemde Batılılaşmak ve çağdaşlaşmak birbirine karışmış vaziyetteydi. (Günümüzde de bu etkiden kurtulduğumuz söylenemez.) Güngör’e göre, Avrupalılaşmak ve modernleşmek aynı şey değildir. Bu yüzden modernleşmek için mutlaka Avrupalı olmak gerekmez. Zâten herhangi bir milletin bir başka millete âit kültürü olduğu gibi benimsemesi imkânsızdır. Yukarda da belirttiğim gibi Güngör modernleşmeyi savunmuş ancak onu Batılılaşmaktan ayırmıştır. İkisini birbirinden ayıramayanlar kendi değerlerine düşman, aşağılık duygusuna kapılmış aydın tipini meydana getirdi. Türk aydını artık Batı’yı üstün görerek kendini aşağı görme hastalığına yakalanmıştı. Hepimizin bildiği gibi karşısındaki insanı kendisinden üstün gören bir zihniyet, asla onunla yarışamaz. Başbuğ Alparslan Türkeş’in de söylediği gibi: “Bir insan kendisinin aşağı olduğuna inanırsa, inandırılırsa, bir insan başkalarının kendinden yüksek olduğuna inandırılırsa, o insan en âdi kölelik zincirine vurulmuş olur. Bu da insanları yaratıcı güçten mahrum eder ve çalışamaz, yararlı işler yapamaz duruma sokar.”

Erol Güngör Türk milletinin ihtiyâcı olan aydın tipinin en iyi örneklerinden biridir. O neslini aşmış, kendinden sonraki nesillere ilham kaynağı olmuştur. Güngör günümüzde hak ettiği ilgiyi görememiş ve kıymeti anlaşılamamış bir mütefekkirdir. Pek çok sosyal meseleye yerli bir bakış açısı getirmiş ve bu alanda dirsek çürütmüş olmasına rağmen ne yazık ki sosyoloji bölümlerinde ismi dahi duyulmamıştır. Bizim üzerimize düşen görev onu daha yakından tanımak ve tanıtmaktır. Güngör’ünde dediği gibi, “Ölenlerle yaşayanlar arasındaki irtibat hiç kesilmez” ki kesilmemeli de. Vatanına ve milletine bu denli düşkün, bölücü değil birleştirici rûha sâhip, özüyle sözüyle kendinden emin ve kendini halkı için adamış Güngör ve daha nicelerini unutmamalı, her birini ayrı değerler alarak fikirleriyle, yaptıkları işlerle yaşatmalıyız. Biz Erol Güngör’ün fikirlerini yaşattıkça, üzerine yeni bilgiler katıp güncellendikçe onunla bağımız hiç kopmayacak. Onun açtığı yoldan bizler yürüyeceğiz. Bu ülkü ve îman ile millet uğrunda hayırlı işler yapmak, faydalı, yol gösteren, ideal alınan fikirlere namzet bir gençlik olarak bu şuurla gelecek nesli şekillendirmeliyiz. Hepimiz birer Erol Güngör olmalıyız.

Kaynakça

Ayvazoğlu Beşir. Defterimde Kırk Suret. Ötüken Yayınları. s. 123.

Güngör Erol. Türk Kültürü ve Milliyetçilik, Yersu Yayınları.

Güngör Erol. Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, Ötüken Yayınları.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.