Genç kelimesinin mânâsına dâir çizilen çerçeve ve rivâyetler çoktur. TDK’ye baktığımızda “Yaşı ilerlememiş olan, gelişmesini tamamlamamış olan, dinç, zihin bakımından yeterince gelişmemiş, toy, yeni gelişmekte olan” gibi mânâlar ihtivâ etmektedir. Genel mânâsıyla literatüre baktığımız zamân da gençliğin en yüksek hareket ve hamle gücünü içinde barındırdığını dâir tanımlama ve tasvîrler görmekteyiz. Tecrübeden yoksun, toy, gelişmeye muhtâç, yüksek hareket ve hamle gücüne sâhip bir gençliğin önüne doğru ve en uygun yol haritası konulmadığı yani kılavuzsuz kaldıkları takdîrde bu dinamizmle millette açabileceği tahrîbatı tahayyül etmek zor olmasa gerek. Dîvânü Lugâti’t-Türk’e baktığımızda da “tâze, civân” mânâsına tesâdüf ederiz. Elinize Türkçe-Farsça bir sözlük alıp karıştırdığınızda defîne kelimesinin Farsça karşılığının “genç” olduğunu görmeniz de mümkündür. Geçmişten bugüne ulaşan eserlerde daha çok defîne anlamıyla kullanılan bu kelimenin civân mânâsında kullanıldığı misaller mevcûttur.

Şunu diyebiliriz ki gençlik insan ömrünün hazînesidir. Bu hazîneyi değerlendirme şekline göre insan ya büyük bir zenginliğe ulaşır ya da trajik bir iflas ve hüsrâna uğrar. Gençler, her devirde ve coğrafyada milletlerin en değerli varlığı olmuştur. Gençliğin taşıdığı değer toplumla gelecek arasında bir köprü kurulmasını ve milletlerin târihî varlığını geleceğe taşımasını sağlayacak en önemli vâsıta olmasından kaynaklanmaktadır.

“Kendi geleceğini temînat altına almak, millî ve mânevî değerlerini muhâfaza etmek ve geliştirmek isteyen her toplum, gençlerine önem vermelidir.” Onları bilgili, görgülü, millî ve mânevî değerleri ile teçhiz ve yüksek şahsiyet sâhibi nesiller olarak yetiştirmelidir. Ancak böyle milletler geleceğe ümitle bakar ve kararlılıkla yürür. Bunun aksine genç nesillerini ihmal eden, tâlim ve terbiyelerine önem vermeyen, onların sâdece aklını ve bedenini hormonlu gıda ve bilgilerle besleyip gönlüne ve rûhuna açlık orucunu tutturan milletler ise kan ve gözyaşlarıyla târih sahnesinden silinip giderler. Dolayısıyla târihî açıdan gençlik, toplumların geleceği olarak varsayılmış, toplumların gelişmesinde üstlendiği rol sebebiyle her zaman gündemde olmuştur. Gençlik içinde yaşadığı toplumla dinamik bir bağ kuran, içtimâî gelişme ve değişimlere aktif olarak katılan ve kimi zaman yön veren bir içtimâî kategoridir.

Gençlik hayat denilen o uğrakta yaşamaya başlamanın, kendi yolunu ve metodunu seçmenin de başlangıç dönemidir. Ülkeler, toplumlar için istikbal habercileridir. Eski kuşaklar misyonlarını tamamlayıp yavaş yavaş târih sahnesinden çekilirken yenileri öne çıkacağına göre onlara kaçınılmaz yol açma hâli, gençliğin her dönem önemsenmesini, “biçim verilmesini”, kültürün, hayat tarzının taşıyıcıları olarak tanımlanmalarını gerektirir.

Günümüz gençliğinin karşı karşıya kaldığı tehlikeler düşünüldüğünde, şu menfî ihtimâlin de yadsınamayacak kadar mümkün göründüğünü söyleyebiliriz. Küreselleşmenin ideolojisi olan kapitalist tahakküm altında yaratılmaya çalışılan yeni dünyâ düzeni gençliği bir nevi yozlaşma sürecine çekmektedir. Genç nüfûsuyla avantajlı konumdaki ülkemizin potansiyelini zayıflatmaya çalışmaktadır. Maalesef ki yaygınlaşan popüler kültür ve pompalanan bedbin ruh hâli ise gençliğin taşıdığı cesâret ve umut filizlerini ezecek ve birey olarak silikleştirecek en büyük düşmandır. Gençlik bugün herhangi bir siyâsî beklenti ve tasavvurun, bir markanın ya da sosyal bir düzenin aparatı olarak kullanımında olmamalıdır. Bilakis gençlerden beklenen siyâsete, ekonomiye ve sosyal hayâta yön verebilecek düzeyde objektif, millî, ahlâklı ve idealist olmalarıdır. Tamâmen para ve konfor kaygısı aşılanmaya çalışılan günümüz gençliği, materyalist bir akımın tesiri altına alınmakta, böylece değerlerinden ve târihinden kopuk bir nesil yetiştirilmektedir. “Ülkemizin ise dün mevcut olduğu ve yarın hak ettiği gibi bir geleceği için hebâ edecek tek bir genci bile olamaz!” Öyleyse gençliğin problemleri ve çözümleri, gündemin en önemli konularından biri olmaya devam edecektir ve etmelidir de.

İnsanoğlu toplum hâlinde yaşamaya geçtiğinden beri gençliğe özel önem vermiş, ona övgüler düzmüş, ona kültürü aktarmak için bilgi ve hikmet dolu sözler etmiştir. Hangi bilge kişiye hangi millete bakacak olsak muhakkak gençliğe yönelik sözler ettiklerini görürüz. Sâdece onlar değil. Anlatılar büyük idealler, ideolojiler de gençliğe görevler çıkartmıştır. Milliyetçilik, milletin ebedî hayâtını onlara emânet eder. Sosyalizm, gençlerin omuzlarında yükselecek bir yeni içtimâî düzen hayâl eder.

Aslında şunu anlıyoruz ki herkes gençliği kazanmak ve kurtarmak ya da kendi arzularına kanalize etmek istiyor. Herkes kendi dâvâsını doğru bilip îman ettiği için toplumdaki gençlerin her biri kazanılmaya namzet görülür ve kurtarılmaya da muhtaç kabul edilirler. Bir başka gerçeklik de şudur ki dâvâya kazanılmış az sayıdaki gençle büyük işler başarmanın mümkün olduğudur. Bundan şunu kastediyorum: sayıya bakmayacağız, etrafımızda toplayabildiğimiz gençlerin niceliğinden ziyâde niteliklerine kenetleneceğiz. Kalabalık olmak tabiî ki önemlidir ama başıboş bir kalabalık yani ahenksiz bir yığın dâvâ için yüktür. Türk milliyetçiliği fikriyâtının aksiyoner hâle geçiş aşamaları ve Türk siyâsetinde etkisi bir düşününüz dediğimi daha net anlayacaksınız.

Her sahada sayı olarak az olsa da nitelikli genç yetiştirebilirse bu hedefe yönelik fert bazında ve toplum bazında değişimi oluşturan bir hareketlilik inşâ eder. İçtimâî değişim ise ancak kültürel hamleler ile mümkün olabilir. Kültür her şeydir, aynı nesilden gençleri sâhiplenip işleyerek bin bilim insanı yetiştirmek, bin sanatçı yetiştirmek, bin bürokrat yetiştirmek ve hatta bin iş insanı yetiştirmek o toplumun gidişâtına yön vermek demektir. Ve bu her alandaki biner genç rastgele ve liyakatsizece seçilmeyecektir. Onlar en iyiler olacaktır. Bu en iyiler domino taşı etkisiyle toplumun bütününe yön vereceklerdir. Aynı nesilden bin bilim insanı dediğimizde uzay fiziğinden tıpa, sosyolojiden psikolojiye ve biyolojiden ilâhiyata bütün bilim dallarını düşünmemiz gerekiyor. Bin sanatçı dediğimizde bestekârdan heykeltıraşa, yazardan ressama yine bütün sanat dallarını kapsayıcı bir ufuk lâzımdır. Bin bürokrat dediğimizde ise diplomatından politikacısına, ekonomistinden mülkiyelisine yine geniş bir yelpâzede ülkenin istikbâl yürüyüşüne ivme kazandırabilecek yüksek zekâları kastediyoruz. Bu yüksek zekâların dâhi olmaları gerekmiyor. Zihin çalıştıkça açılır. İşleyen demir paslanmaz ve çalıştırılmayan zekâlar gün geçtikçe körelir. İşte bizler fedakârca çalışmayı göze alabilecek, yılmayacak, nefsini köreltmiş, kendilerinden fazla olarak dâvâyı düşünebilecek bir seçkin gençlik yetiştirebilmeliyiz. Dehâların gelmesini ve bir kurtarıcının kendiliğinden çıkacağını beklersek çok zaman kaybederiz ve muhtemelen hüsrâna uğrarız. Türk milletine dur durak bilmeksizin zekâlarını işletecek seçkin bir gençlik kadrosu gerekmektedir. Belki bu idealizmdeki gençlerin sayısı bir avuçtan biraz fazla olabilir. Fakat bu bir avuçluk kadro koskoca bir milletin tâlihini değiştirebilir. Ve biliyoruz ki bunlar Türk milliyetçisi ülkücü gençlerdir.

Milletin bütün gençlerden aynı heyecanı beklemek de hayalciliktir. Bununla birlikte birkaç bin iyi yetiştirilmiş genç ileride kilit noktalara uzandıklarında diğer bütün gençleri özendirici duruma getirirler. Meselâ Aziz Sancar özendirici bir karakterdir değil mi? Şimdi artık pek çok gencimiz “Ben de onun gibi olabilirim” demeye başlamıştır. Biz gençlerimize hep geçmişi anlattık, geçmişimizdeki dâvâ adamlarını işâret ettik. Tabiî ki geçmişimiz gücümüzdür ve bizim hareket noktamızdır ama o geçmişteki büyük adamlar sâdece kitaplarda ve konferans salonlarındaki konuşmalarda gençliğin karşısına çıkıyorlar. Onlar bugünün gençliğinin göremedikleri efsânevî kimselerdir. Demek ki Aziz Sancar gibilerin çoğalmasını sağlayacak esaslı bir hamleye ihtiyâcımız var. Bu milletin bugünkü gençliğinden Oktay Sinanoğlu gibi, Aziz Sancar gibi bin bilim insanı yetiştirmemiz ütopya değildir. Bu bin kişinin her biri Nobel almayacak ama her biri parmakla gösterilen çalışmalara soyunacak ve bir milletin istikbal dâvâsının neferleri olacaklar.

Nurettin Topçu Yarınki Türkiye adlı kitabında: “Dünyâmızda günlük hayâtını sâdece saâdet ekmeğine banarak yaşayan milletler, idealsiz milletler, Avrupalının ancak tekniğini memleketlerine sokabilmiş olabilen milletlerdir. Onlar, büyük milletlerin ıstıraplarının değil, saâdetlerinin sırrını araştıranlardır. Onlar, büyük milletlerin ıstıraplı emeğine değil, göz kamaştırıcı eserine düşkündürler.” Topçu bununla şekilciliği kastediyor. Avrupalının göz kamaştırıcı eserine düşkünlük nedir? Bizler onların emeğine ter dökmeden ortak oluyoruz, hazıra konuyoruz, onların bu eserleri tasarlayabilecek konuma nasıl ulaşmışlardır pek de merak etmiyor ve yeterince umursamıyoruz. Şahsî ve ahlâkî zaafları olan, taklitçi, tüketici ve inançsız bir gençlik, gelecekte kilit noktaları tıkayacak ve ilerleme sürecindeki ülkemizin hareket alanını azaltacak bir yığın ile bu ahvâlimizi devam ettiriyoruz.

Batılılar, evet, teknolojide bugün için ileridedirler lâkin onları bu duruma sürükleyen konjonktürü bizim kavramamız gerekiyor. Bu konuda çok şeyler söylenebilirse de Batılının birkaç asır boyunca bizden çok fazla çalışarak şimdiki durumuna yükseldiği apaçık ortadadır. Tatbikî şöyle bir îtiraz geliyor: Batılılar dünyâyı yüzyıllardır sömürerek şimdiki durumlarına gelebilmişlerdir! Bu söylem şüphesiz doğru olmasına rağmen Batılıların birkaç asır müddetle çok fazla çalıştıkları gerçeğini değiştirmiyor. Biz Türkler bu durum hilâfına şu tavırla mukâbele edebilmeliyiz: Avrupa, dünyâyı iliklerine kadar sömürerek başarmıştır. Biz Müslüman Türkler ise insanlığı sömürmeksizin başarıya ulaşılabileceğini bütün dünyâya gösterdik ve göstereceğiz!

Türk gençliğinin mukaddes ülküsü bu olmalıdır. Pis Avrupa veya Kahrolsun Amerika diyerek nutuk çekerek ve slogan atarak bir yere varamadığımızı hep görüyoruz. Şu hâlde çene yarıştırmak yerine zekâlarımızı yarıştıracağız. Ahmet Mithat Efendi Tercümân-ı Hakîkat gazetesindeki yazılarından birinde şöyle der: “Rûhları dâim ıstırapta çünkü fikirleri dâim iştibahtadır (şüphededir)” İşte bugünün gençliği bu şüpheden sıyrılacak. Bugünün gençliği “adamlar yapıyor kardeşim” demeyecek, bugünün gençliği “eller aya biz yaya” söylemini terk edecek, “biz adam olmayız kardeşim” yılgınlığını bugünün gençliği elinin tersiyle itekleyecek, kendinden şüphe etmeyi artık bırakacak ve diyecek ki: “Yedi sekiz asır önceki atalarım robot tasarlayabildiyse ben de bugün uzayı keşfe çıkabilirim!” Türk gençliği büyük düşünecek. Bir genç kendisini toplum ve dâvâ içinde ufak bir nokta olarak görse bile aynı genç kendi varlığını büyük Türk milleti organizmasının bir hücresi olarak düşünüp büyük işlere soyunma cesâretini kendisine telkin edecektir.

Unutma ki biz, dünyânın en büyük imparatorluklarını kurmuş ve hâkimiyetini eski dünyânın bilinen her köşesinde yürütmüş bir milletin evlâdıyız. Fazîletlerle dolu emsalsiz bir medeniyetin takipçisi, şanlı bir mâzînin bugünkü temsilcisiyiz. Biz cîhan devletinin kalıntısı üstünde cîhan hâkimlerinin evlâtları olarak oturuyoruz. Rûhun dâima bu şuurla yoğrulsun, şahsiyetin bu vakar ile olgunlaşsın. Peyami Safa’nın kategorize ettiği insan tipi olan ‘keyif adamı, rahat adamı, iş adamı ve ideal (mefkûre) adamı’ tiplerinden ideal adam olmak sana yakışır. Bütün coğrafyaların umut ışığı olan bu milletin umut ışığı da elbette idealist Türk milliyetçisi gençliktir! Bizler üzerimize yüklenen bu mesûliyetin farkına varıp bu milleti ve bu milletin dinamizmi olan gençliği düştüğü bataklıktan kurtarmaya ve o bataklığı kendi değer yargılarımızla kurutup oraya Türk kültür ve medeniyetinin tohumlarını tekrar serpmek zorundayız. Milletimizin ismiyle müsemmâ hazînesi olan tüm gençlerini fedakârlığa değil fedâ olmaya çağırıyorum, yükseliş bayrağını göndere çekmeye dâvet ediyorum. Bütün zaferlerimizi gençliğin enerjisi, zihin berraklığı, idealizmi, cesâreti ve fedakârlığıyla kazandık. Sultan Alpaslan, Bizans Ordusunu yenip Anadolu’yu bize vatan yaptığında 42, 2. Mehmet İstanbul’u alıp Fatih Sultan Mehmet olduğunda 21, Mustafa Kemal Paşa Millî Mücâdele’yi başlatmak için Samsun’a çıktığında 38 yaşındaydı. Târihte büyük değişim ve ilerlemelerle neticelenen hemen her dokunuş ya gençliğin ya da çok genç yaşlarda başlanan mücâdelelerin sonucudur.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.