İktisat, Arapçada ‘tutum’ demektir. ‘İsraf’ kavramının zıddıdır. Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre Allah ‘iktisat yapanları sever’, aksine ‘müsrifleri’, ‘İktisat yapmayanları sevmez.’ İslâm medeniyetinde ‘iktisat’ aynı zamanda bir ilmin adıdır. Batılının ‘ekonomi’ adını verdiği ilmin adı, İslâm medeniyetinde, bizim medeniyetimizde ‘iktisat ilmi’dir. Tamamen aynı mânâda kullanılmaktadır. ‘Doğu-Batı sentezi yapacağım’ derken, müthiş bir ‘kültür ikizleşmesi’ problemi içine düşen bir cemiyetin çocukları olarak bizler de ‘iktisat’ ve ‘ekonomi’ terimleri arasında yalpalayarak ‘sentezin gereğini’ yerine getiriyoruz. Doğu-Batı sentezi, ne saçma bir iddia!…

‘Ekonomi’ kelimesindeki ‘eko’, gâliba Yunancaymış, ‘oikos’ yâhut ‘eukos’ kökünden geliyormuş. Yunancada ‘mesken’ (konut) demekmiş, öte yandan ‘ekonomi’, terim olarak bir ilim dalıdır. Bu ilim, kendine mahsus, esnek kânunlara sâhip olmakla birlikte ‘müspet’ (pozitif) ilimler arasında yer alamamış, ‘tavsifi’ (descriptif) ilimler arasında sayılmıştır. Ekonomi ilmi, ‘objektivizme’ ve ‘determinizme’ bağlı olarak çalıştığı hâlde ‘üniversal’ olmaktan çok, millî sosyal yapılara göre hususiyetler kazandığından daha çok sosyal ilimlerle ‘akraba’ sayılmıştır. Bu, bir kusur değil, değerli bir hususiyettir. Yâni ‘ekonominin kânunları veya prensipleri’, matematiğin, fiziğin ve kimyânın kânunları gibi katı, kesin olmayıp ‘millî ekonomilerin’ doğuşuna zemin hazırlayarak esneklikte tezâhür etmektedir.

Ekonomik hayat, hiç şüphesiz sosyal hayatın çok önemli bir yönünü temsil etmektedir. Ekonomik hayat, sosyal hayattan tecrit edilemez. Bu sebepten sosyologlar, ‘ekonomik olayları’ da sosyolojinin metotları ile inceleyerek bir ‘ekonomik sosyoloji’, yâhut ‘iktisadî sosyoloji’ ilmi meydana getirmişlerdir. Bunun yanında, ekonomi olaylarını, yine ekonomi olayları ile açıklamaya ve yorumlamaya çalışan müstakil bir ‘ekonomi’ ilmi de yukarıda belirttiğimiz biçimde mevcuttur.

Gerek ekonomistler olsun gerekse ekonomik sosyologlar olsun, ‘ekonomi’yi ‘insan tabiat ilişkilerinden doğan-insan ilişkilerinin ilmidir’ diye târif ederler. Gerçekten de fert fert her insanın, ister istemez tabiatla ilişkileri vardır. Yaşayan her insan, tabiatta kendine uygun bir yer tutmaya, tabiatı kendi lehinde kullanmaya, onu kendi ihtiyaçları istikâmetinde değiştirip geliştirmeye mecburdur. Allah, bizi tabiatın bir parçası olarak ve tabiatla birlikte ‘var olmak’ üzere yaratmıştır. Her varlık ve her canlı gibi insan da ‘tabiatın dışına’ çıkamaz. Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ‘insanın, istese de bu mülkün ve âlemin dışına’ çıkamayacağı belirtilir.

Ancak tabiat üzerinde, bizim gibi çırpınan yüzlerce binlerce, milyonlarca ve milyarlarca insan vardır. Bunların teşkil ettiği, âileler, birlikler, köyler, şehirler, milletler, dinî ve felsefî bloklar vardır. Bunların hepsi de büyük bir ihtirasla ‘tabiatı istismâra’ çalışmaktadırlar. Bunlar üretmekte, tüketmekte, değiştirmekte ve iş bölümü yapmaktadırlar. Yine bu insan grupları ve fertleri, bu ekonomik faâliyetlerini sürdürürlerken ister istemez, tabiatla ilişkilerinden dolayı, diğer insanlarla karşı karşıya gelmekteler. Bu ilişkiler bâzen iş birliği bâzen dayanışma bâzen da çatışma biçiminde tezâhür edebilmektedir. Bu ilişkilerden memnun olanlar, huzursuz olanlar, mutlu olanlar, mutsuz olanlar çıkabilmektedir. Târih boyunca, bütün insanları mutlu edecek bir ekonomik düzenin veya düzenlerin kurulması konusunda esaslı çalışmalar ve çatışmalar mevcut olmuştur. Bu, bugün de devam etmektedir. İşte ekonomi ilmi, insanların tabiatla ilişkilerinden doğan bu beşerî ilişkileri inceleyen ilimdir.

Kaynakça

Arvasi, S, Ahmet. Türk İslâm Ülküsü 2. s. 19-20

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.