Hatay, ilk çağlara kadar uzanan târihî geçmişe sâhiptir. Târihten günümüze gerek liman kenti olması gerek de ticâret yolları üzerindeki stratejik konumu sebebiyle dâima önem kazanmıştır ve devletler için arzu edilen bir bölge olmuştur. Osmanlı idâresinde bulunan Antakya, İskenderun, Belen ve havâlisi Halep vilâyetine bağlı birer kazâ idi. Tüm yurtta baş gösteren fenâlıklar bu vatan parçasında da etkilerini gösterdi. Hal böyleyken Antakya’da şeyhler ve ağalar saltanatı hüküm sürüyor, İskenderun’da ise kozmopolit bir muhit hâkimliğini devam ettiriyordu ve Türkleri boğmaya çalışıyordu. Bu ortam içinde Fransız gemisi İskenderun’a asker çıkarmış ve İskenderun ile Halep’i işgal ettiklerini beyan etmiştir. Kral Faysal da Antakya’yı resmen Halep Faysal hükûmetine bağladığını açıklamıştır. Bunun üzerine Fransızlar, Antakya’yı işgal etmiş ve Faysal hükûmetini ortadan kaldırmıştır. Belki bölgede bir Arap devleti tehlikesi son bulmuştu fakat Fransız işgâline engel olunamamıştı. Nitekim Fransa, 18. yüzyıldan îtibâren bölge ile yakından ilgilenmiştir. Fransa, Toroslara kadar bütün Suriye ile ilgilendiğini, bunu Türkiye ile ileride yapılacak barış antlaşmasına dâhil etmek istediğini beyan etmiştir. Fransızlar, 27 Kasım 1918’de merkezi İskenderun olmak üzere bu bölgede “İskenderun Sancağı” adı altında bağımsız (!) bir idâre oluşturdular. Sancağın kontrolü Fransızlar tarafından sağlanacaktı.

Memleketlerinde ne bir Arap devleti ne de bir Fransız idâresi görmek istemeyen Hataylılar, bu duruma boyun eğmeyerek vatanları için mücâdele etme karârı aldılar. Başta Karamürselzâde Tayfur Bey olmak üzere Sancak ve havâlisi direnişe başladı. Artık Hatay dâvâsı doğmuştur. Dağı taşı Türk olan bu topraklar elbette düşman elinde esir kalamazdı.

Tayfur Bey, Hakkı Bey, Kadir Bey, Abdullah Bey ve ismini sayamadığımız onlarca, yüzlerce kahraman ve mücâhit Kuvây-ı Milliye komutanları ile temâsa geçmek ve mücâdelelerine destek bulmak için Kilis’e, Maraş’a gidip geliyordu. Bâzen bu gidişler onları yakalamak isteyen ve hatta haklarında ölüm fermânı çıkaran işgalci Fransızlardan ötürü oluyordu. Kendi öz vatanlarında kaçak yaşamak zorunda kalıyorlardı.

Bu sırada Ankara ve Fransa arasında müzâkereler başlamış ve Ekim 1921’de netîce kazanmıştı. Buna göre Fransızlar; Adana, Mersin, Kilis ve Antep’i boşaltmayı ve Türk ordusunun noksan harp merkezinin de temînini kabul ettiler. İskenderun Sancağının boşaltılmasını kabul etmeyip ancak husûsî bir idâre kabul ettiler. Bu husûsî idâreye göre: “Türk dilinin orada resmî mâhiyeti hâiz olması, Türk bayrağına benzer bir bayrağı olması, mekteplerde Türkçenin de okutulması, Türk harsının inkişâfının temîni, aynı zamanda Suriye’nin Türk hudûduna yakın olup ekserisi Türk olan yerlerinde de bu maddelerin tatbik edilmesi istenmiştir.” Maalesef Fransızlar bu antlaşmanın çoğunu hiçbir zaman uygulamadı. Bu halde muâmelelerini daha da şiddetlendirdiler. Antlaşmanın sonuçlarını bekleyen, hak ettiklerini alamayan mücâhitler yeniden mücâdeleye başladı. Bundan ötürü mücâhitlerin evleri yağmalandı, onlarla ilişkide olanlar cezâlandırıldı.

1922 yılına gelindiğinde Kurtuluş Savaşı bitmişti. Lozan’a gidecek heyetin başkanı olan İsmet Paşa’ya Tayfur Bey, Gâzi Paşa’nın isteği üzerine Hatay’da olup bitenleri anlattı ve Lozan’da bunların da çözümlenmesini istedi fakat Hatay dâvâsı Lozan’da beklenen ilgiyi görmemiş ve Hatay için eli boş dönülmüştür. Ne olursa olsun Hataylılar dâvâlarından vazgeçmemiş ve mücâdelelerini sürdürmüşlerdir. 1923 Mart ayında Gâzi Paşa’nın Adana’ya geleceği haberi üzerine o dönem Adana’da ikâmet etmek zorunda kalan mücâhitler ve Hatay’dan gelen eşraf, Gâzi Paşa’yı ellerinde “Gâzi Baba Bizi Kurtar” yazılı pankart ile karşılamışlardır. Gâzi Paşa da buna kayıtsız kalmamıştır. Hatay için elinden geleni yapacağını ve Hatay’ın kendi dâvâsı olduğunu beyan etmiştir.

Fransızlar İskenderun’dan çekilmiyor, Sancak içindeki Türklere karşı eşitsizlik ve kontrolsüzlük içindeki muâmeleleri artış gösteriyordu fakat mücâhitler hiçbir zaman ümitlerini kaybedip çıktıları yoldan dönmediler. Nitekim Adana’da bulunan, başta Tayfur Bey ve diğer mücâhitler olmak üzere merkezi Adana olan “İskenderun Sancağı ve Havâlisi Müdâfaa-i Hukuk Cemiyeti”ni kurdular. Bu cemiyet ile hem Adana’daki Hataylılar ile toplanıyorlar hem de Hatay için ne yapacaklarını kararlaştırıyorlardı. Ankara Antlaşması’nın husûsî idâresine uymayan Fransızlar ile hükûmetimizin her türlü teşebbüsü netîcesiz kalmakla berâber 1936’da Suriyelilerin Fransızlarla anlaşarak genel seçim yapmaları dolayısıyla Gâzi Paşa: “Bundan böyle Fransızlarla aramızda senelerce sürüp giden dâvânın netîcelenmesinin zamânı gelmiştir.” diyerek hemen akabinde ise Tayfur Sökmen’i çağırarak “Bundan böyle dâvâya resmen el kondu. Antakya, İskenderun ve havâlisinin ismi bundan böyle Hatay’dır. Cemiyetinizin adını “Hatay Egemenlik Cemiyeti” olarak değiştirin ve faâliyetlerinizi bu isim altında yürütün.” demiştir.

Hatay Egemenlik Cemiyeti faâliyet merkezini daha rahat irtibat kurulacağı için Dörtyol olarak belirledi. Cemiyetin fahrî başkanı olarak görev yapan Tayfur Sökmen, Antakya Şubesi ile temâsa geçip faâliyetlerini yürütürken Fransızlar rahatsızlık duydular. Tayfur Sökmen’in Büyük Millet Meclisinde mebus olmasından dolayı Gâzi Paşa’ya “Bir mebusunuz hudutta faâliyette bulunarak Sancak’ta kargaşalık çıkarmaktadır. Geri çekilmesi…” diyerek hükûmet nezdinde protesto edince Gâzi Paşa “Mebus bizim değil, müstakildir.” diye cevaplamıştır. Tayfur Sökmen’in üç sene önce bağımsız Antalya milletvekili olarak seçilmesini isteyen Gâzi Paşa, o günlerden bu yaşanması muhtemel olayları tahmin etmişti.

Türkiye ile Fransa arasındaki görüşmeler Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Cenevre’de sürdürülen görüşmeleri Hatay halkı müjde olarak nitelendirdi. Bu görüşmelerden çıkan sonuca göre Hatay halkı dilediği cemâat listesine yazabilecek ve oy kullanabilecekti. Bu elbette ki müjdeli bir haberdi. Daha önceleri yapılan seçimlerde Türk nüfûsunu azınlık göstermek için baskılar yapılmış, başka cemâatlere kayıtlandırılmışlardı. Cenevre’den gelen gözlemci heyetin akabinde Türkiye’de bulunan Hataylılar oylarını kullanmak için Hatay’a gitmiştir ve bir kısmı da geri dönmemiştir.

Gözlemci heyetin yapılan oylamadan sonra olumlu bir kanı ile dönüşü netîcesinde Milletler Cemiyeti, Hatay’da bir millet meclisi seçiminin yapılmasına karar vermiştir. Milletvekili seçiminde Fransızların müdâhale edecekleri düşüncesiyle hükûmetimiz bir Türk Tugayı’nın Hatay’da bulunması gerektiğini söylemiş ve bir Tugay’ın Hatay’a girmesini kararlaştırmıştır. Kurmay Şükrü Kanatlı komutasındaki Tugay, 5 Temmuz 1938’de Hatay’a girmiştir. Hatay halkı müthiş bir sevinç ve heyecana kapılmıştır. Hasret kaldıkları, arzu ettikleri Türk askeri sonunda Hatay’a ayak basmıştı. Bu Hatay halkı için hem unutulmaz hem de inanılmaz bir andı. Öyle ki bölge eşrâfından Kemal Bey, süvâri birliğinin geçişi sırasında birliğin önünü kesip “Türk ordusu Hatay’a girerse tek kızım Necla’yı kurban edeceğime and etmiştim.” diyerek Albay Şükrü Kanatlı’nın atının ayakları altına kızını kurban etmek için yatırmıştır. Albay Şükrü Kanatlı, atından atlayarak küçük kız çocuğunu kucağına almış ve onun yerine getirilen bir koç kesilmiştir. İşte Hatay halkının Anavatan’a yeniden kavuşmak için ne büyük bir arzu duyduğunu bu olay bize gösteriyor.

Cenevre’de çıkan karârın ardından Nisan 1938’den îtibâren seçim listeleri tekrar düzenlenmeye başlandı. Ancak Fransa ile yapılan anlaşmaya rağmen Sancaktaki Fransız sömürge yöneticileri, Türkler ve onlarla iş birliği yapanlara karşı baskı ve şiddet eylemleri uygulamaya devam etti. Bu yüzden kargaşalıklar çıktı; ölenler ve yaralananlar oldu. Bunun üzerine Türkiye, üzerinde bir sorumluluk hissederek siyâsî bir baskı yaratmanın sorunu çözeceğine inandı. Gâzi Paşa, 29 Mayıs 1938’de Mersin’e gitti. Ordu birliklerinin geçit törenini izledi. Bu olay Fransızların Hatay’daki tutumunu değiştirdi. Nitekim Fransız sömürge yöneticileri, merkezden Türklere uygulanan siyâsetin durdurulması emrini aldılar.

24 Ağustos 1938’de yapılan seçimler netîcesinde kırk milletvekilinden yirmi ikisini Türklerin elde ettiği sonuçlarla Hatay Meclisi açıldı, hükûmet kuruldu. Bu yeni hükûmet öncelik olarak halkın içindeki çatışmaları, hasımlıkları bitirmeyi amaçladı. Halkına ırk ve mezhep ayırmaksızın aynı vatanın, aynı devletin evlâtları olduklarını hatırlatacak eşit muâmeleler gösterdi; her cemâate kültürünü, dinini rahatça yaşayacağı ortamı sağladı. Senelerce aynı vatanın evlâtları olan fakat birbirini hasım olarak gören, Sünnî-Alevî diye ayrılan bu iki cemâatin arasındaki husûmeti bitirmek için faâliyete geçti. Öyle ki birbirlerinin câmilerine bile gitmeyen Sünnî ve Alevî cemâatlerin bu hasımlığı bitirmeleri için birkaç cuma namazını Alevî câmisinde kılan devlet erkânı, böylece iki cemâatin birbirlerinin câmilerine gidip gelmelerine vesîle olmuştur. Hatta bu iki cemâat arasındaki husûmet gün geçtikçe azalmıştır.

20 Ekim 1938 gece yarısı Fransızlar Hatay-Suriye hudûdunu kapattılar. Türkiye hudûdu zâten kapalı olan Hatay Devleti, Suriye hudûdunun da kapatılması ile güç duruma düşecekti. Bu durumu öğrenen Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, sınıra karakolların kurulmasını ve kimsenin gelip gitmemesine karar verir. Bu durum üzerine Türkiye hudûdu, Hatay Devleti’ne açıldı. Ticârî işler başladı. Fransızlar telâşa düşüp özür diledikleri hâlde sınırı açacaklarını söyleseler de Hatay Devleti “Siz açsanız da biz açmayacağız. Bundan böyle uçaklarınızın Hatay semâlarında uçmasına izin vermeyeceğiz.” cevâbını vermiştir. Bu olaylar üzerine Anavatan’a duyulan hasret ve heyecanla Hatay Millet Meclisi oy birliği ile 23 Haziran 1939’da Anavatan’a katılma karârı aldı. 23 Temmuz 1939’da ise Türkiye Büyük Millet Meclisi Hatay’ın Anavatan’a katılışını kabul etti. Türk’ün kudret ve îmanının göstergesi olan Hatay dâvâsı, müspet bir şekilde sonuçlanmış ve tüm yurtta sevinçle, coşkuyla karşılanmıştır.

Eşsiz bir Türk şehri olan Hatay’ın kurtarılması için çalışan, mücâdele eden başta Gâzi Mustafa Kemal olmak üzere, Hatay Devlet’i Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, şanlı Türk Ordusu ve bu dâvâya hizmet etmiş tüm kahramanlarımıza minnet borçluyuz. Allah hepsinden râzı olsun.

Kaynakça

(1) Sökmen, Tayfur, Hatay’ın Kurtuluşu İçin Harcanan Çabalar. Ankara: Türk Tarih Kurumu. 1978.

(2) Melek, Abdurrahman, Hatay Nasıl Kurtuldu. Ankara: Türk Tarih Kurumu. 1986.

(3) Sofuoğlu, Adnan, Hatay’ın Bağımsızlığı ve Türkiye’ye Katılımı, Türk Yurdu, Ekim 2011.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.