“…Nerede bir Türk varsa bizim yüreğimiz orada olmalı,
Nerede bir Türk yaşıyorsa bizim kalbimiz orada olmalı,
Türk’e nerede zulüm yapılıyorsa, biz orada olmalıyız…’’
Söze başlamadan önce, başta Hz. Muhammed (SAV) olmak üzere İslâm dîni ve Türk yurdu için şehâdete eren, bilhassa bu yazımızın konusunu oluşturan 1992-95 yılları arasında canından olan, şehâdet şerbetinden içen Boşnak kardeşlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.
Mâvi kelebekler, medeni, çağdaş, uygar olarak ve bir ton övgü dolu sıfatla adlandırılan Batı’nın; kendilerinden olmayan, başka bir dîne, inanca, etnisiteye tahammül edemeyişinin ve ayrıca târihî süreçlerin bir netîcesi olan Türk düşmanlığının tezâhürü olarak ortaya çıkmıştır. O hâlde şu soruyu cevaplamak gerekir: Bu, Türk düşmanlığının bir tezâhürü olarak Türklerden alınmak istenen intikam niçin Bosna topraklarında, Boşnak kanı dökmeye gerek duymuştu?
Bilindiği üzere Boşnaklar, Avrupa Hun İmparatorluğu’nun yıkılmasının akabinde Balkan topraklarında hayatlarını idâme ettiren Peçeneklerden gelmektedirler. İzleyen süreçte Fatih Sultan Mehmet Han’ın 1463-64 târihlerindeki Bosna seferinden sonra Bosna, Osmanlı toprağı hâline gelmiştir. Türklüğü ve İslâmiyet’i yayma amacı ile Anadolu’dan büyük çoğunluğu Konya ve Karaman civârından olmak üzere iskân hareketleri başlatılmıştır. O günlerden îtibâren Bosna toprakları; Osmanlı toprağı, Türk yurdu olmuştur. Dört yüz yıldan fazla bir süre Osmanlı’nın önemli topraklarından biri olan Bosna, Osmanlı Devleti’nden koparıldıktan sonra ise şu an üzerinde durduğumuz Türk düşmanlığının, Türklerden alınmak istenen intikâmın odak noktalarından biri hâline dönüşmüştür. Nasıl ki Çin, Doğu Türkistan’da Uygur Türkü kardeşlerimize zulmediyor, Türk düşmanlığını açık açık ifâde ediyorsa Avrupa Devletleri de aynısını Bosna’da, Boşnaklara yapıyordu. Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç (Alija Izetbegović)’in de dediği gibi: “Sırplar bize Türk derdi. Müslüman olduğumuz için. Bosna’da kim Müslümansa Türk’tü.”
Merhum lîderin bu ifâdesinden yola çıkarak Sırpların ve Hırvatların tekelinde olan silâh tutanlar, kurşun sıkanların yanı sıra; Ukrayna’da ve Kosova’da ses çıkaran Avrupa ülkelerinin bu soykırım karşısında neden sessiz kaldıkları âşikârdır. Mâvi kelebeklerin, Bosna’daki direnişin, bağımsızlık ateşinin sembolü olduğunu söylemeye gerek kaldığını düşünmüyorum. Ama neden? Neden başka bir renk, başka bir hayvan veya başka bir cisim değil de “Mâvi Kelebek?”
Bosna Savaşı’nda Uluslararası Kızılhaç verilerine göre 312.000 kişi hayâtını kaybetmiştir. Aradaki eşitsizlik sayılardan da anlaşılacaktır ki bu sayının iki yüz bini Bosna halkındandır. Bunca ölüm bunca şehâdet, Avrupa’nın ve dahi dünyânın gözleri önünde, dünya kamuoyunun bilgisi dâhilinde, Birleşmiş Milletler ’in kontrolünde sistematik bir soykırıma tabiî tutularak vukû bulmuştur. Srebrenitsa (Srebrenica) Soykırımı olarak da akıllara kazınmıştır. Bir bütün olarak soykırım adını versek de ayrı ayrı bölgelerde yapılan katliamlarda öldürülen siviller; eli kanlı Çetnikler ve Bosna Sırp Cumhuriyeti ordusu mensupları tarafından toplu mezarlar şeklinde gömülmüş ve yerleri Bosnalılardan gizlenmiştir. Kazılan bu mezarlar hem çok derin hem de üzerleri çevredeki doğallığı bozmayacak bir biçimde, doğal bitki örtüsüyle yeşillendirilerek kapatılmıştır. Bu alandaki araştırmacılar ülkeye gelip inceleme yaptıkları hâlde toplu mezarlar bulamamışlardır. Ve hatta o günlerin teknolojisi olan uydu fotoğraflarıyla karşılaştırdıkları hâlde sonuç alınamamıştır. 2007 yılında Bosna – Hersek, Sırbistan’a “soykırım” dâvâsı açmış, bu sebeple “Uluslararası Adâlet Divanı” toplanmıştır. Ancak dîvan, soykırıma dâir herhangi bir delil olmadığını öne sürerek soykırımı reddetmiştir. Bunun üzerine Bosna, bir komisyon oluşturmuş ve toplu mezarların ortaya çıkarılması için düğmeye basmıştır. Araştırmaları tâkip eden birinci yılın sonunda bölgedeki mâvi kelebek nüfûsunda gözle görülür bir artış yaşanmış ve coğrafyanın bitki örtüsünde değişimler meydana gelmiştir. Peki, bu ne demek oluyordu? Bir anda meydana gelen bitki örtüsünün değişiminin ve mâvi kelebek sayısındaki artışın altında nasıl bir sebep yatıyordu?
Bitki örtüsünde, ölüm çiçeği de denilen Artemis Çiçeği (artemisia vulgaris) fazlaca yetişmeye başlamıştı. Bu çiçek, cesetlerin toprağa karışınca sağladığı mineraller sâyesinde açan bir çiçektir. Toplu mezarların içerisindeki cesetler, toprağı mineral bakımından zenginleştirerek bu çiçeklerin yetişmesinde katkıda bulunmuştu. Ve diğer bir kilit nokta olan mâvi kelebekler ise sâdece mezarlıklarda yaşar ve bu bitki ile beslenirler. Kelebeklerdeki artışın sebebi, Artemis’in artmış olmasıydı. Kısacası toplu mezarlar Artemis’i, Artemisler ise “mâvi kelebekler”i beslemişti. Bu gelişmeler doğrultusunda araştırmacılar ve halk, kelebeklerin görüldüğü alanlarda kazı çalışmaları başlatmış, yapılan kazılar ışığında üç yüz toplu mezar ve binlerce kişinin cesedi toprak altından çıkarılmıştır. O vakit denilebilir ki bu kelebekler, toprak altında kalan bir soykırımı, gün yüzüne çıkarmışlardır. Mâvi kelebek, bu bağlamda; katliam, soykırım ve acının bir sembolü olarak yeni bir anlam kazanmıştır. “Bastığın yerleri toprak diyerek geçme!” sözünü birebir yaşayan Boşnaklarla özdeşlemiştir. Bunca bulguya rağmen günümüzde hâlâ bu soykırımı görmezden gelen sözde medenî Batı, Ukrayna – Rusya krizi için “2. Dünya Savaşı’ndan îtibâren Avrupa’nın gördüğü en büyük suç” açıklamasında bulunmaktan geri kalmamıştır. Gerçi o dönemde de Boşnaklar katledilirken kutlamalar düzenleyerek kadeh tokuşturuyordu medenî Avrupa!
Velhasıl kelâm, mâvi kelebek hikâyesi Srebrenitsa’da yazıldı. Sonsuzluğun, bağımsızlığın, acının ve gözyaşının ismi o zamandan sonra “mâvi kelebek” oldu. Rahmet ve minnetle…
Ben bir Boşnak olarak sizlerden şunun farkında olmanızı istiyorum. Sebebi farklı da olsa Hocalı’da akan Türk kanıdır. Tek suçlarının Türk olmak olduğu Gulca Katliamı ne ifâde ediyorsa neler hissettiriyorsa, Srebrenitsa’yı da gönlünüzde aynı yere koyun, aynı hisleri yaşayın, aynı şeyleri anlayın. Çünkü akan kanın tek sebebi Türk olmalarıydı. Koyun, anlayın, yaşayın çünkü “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur.” Sona doğru yaklaşırken nerede bir “mâvi kelebek” görürseniz bir Fâtiha okumanızı ricâ ediyorum.
Sözlerime, Bosna Hersekli usta şâir Abdullah Sidran’ın “Suze majki Srebrenice / Srebrenitsalı anaya gözyaşları” isimli ağıt şiirinin Türkçe çevirisi ile son vermek istiyorum. Sağlıcakla kalın.
“… Acaba onlar
Burada duran
Ve buradan
Sanki gerçekten yaşıyormuş gibi
Öyle konuşan
Bizlerin
Gerçekten yaşadığımıza inanıyorlar mı?
Bir zamanlar sâhip olduğumuz
Sağlık ve akıldan
İçimizde kalana
Sağlık denildiğini mi zannediyorlar?
Akıl denildiğini mi zannediyorlar?
Görmezler mi
Duymazlar mı
Bilmezler mi, biz
Biz, geride kalanlarız
Hepimiz
Bizim tüm ölülerimizden daha ölü
Ve bugün onların sesi ile
Bizim ölülerimizin sesi ile
Onların gırtlağından çığlıklar atıyor
Onların çığlıkları ile konuşuyoruz…”
Kaynakça
(1) Bosna Sancak Akademik Kültür ve Tarih Vakfı. “https://www.bsavakfi.org/” (28.06.2022)
(2) Alp, İlker. “Srebrenica Soykırımı (Temmuz 1995)”. Avrasya Etüdleri, Cilt 52, Sayı 2, 2017, s. 127–171
(3) Şehitoğlu, Recep. “Egemenlik Bağlamında Srebrenitsa Katlimı ve Dayton Antlaşması”. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2021, s. 246 – 260
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.