İnsan da dâhil, bütün canlılar, aşağı yukarı aynı fizyolojik ve biyolojik ihtiyaçlarda birleştirilebilir. Hiç şüphesiz, bu ihtiyaçlar, canlıların yapılarına, türlerine, cinslerine, familyalarına ve hattâ tek tek özelliklerine göre değişik tezâhürler içinde bulunmakla berâber, araştırılırsa ‘ortak noktalar’ bulunabilir. Bunlar, canlıların muhtaç oldukları, element ve bileşikleri tabiatın bağrından -doğrudan doğruya veya dolaylı olarak- kopararak sindirmeleri, kendilerini soylarını sağlıklı güçlü ve doymuş olarak devam ettirmeleri tarzında beliren faâliyetler olabilir.
Yalnız daha önceden de belirttiğimiz üzere insanın tabiatla ilişkisi bu kadar ve tek yönlü değildir. Yâni insanın tabiatla ilişkisi sâdece, ‘element alışverişi’ yapmaktan ibâret değildir. Onun, bütün tabiatla, bütün canlılarla ve bütün insanlarla zihnî ve hissî ilişkileri de vardır. İnsan, tabiata, canlılara ve diğer insanlara yalnız ‘midesi’ ile değil, ‘kafası’ ve ‘kalbi’ ile de yaklaşır. Üstelik, insan hayâtında ‘kafanın’ ve ‘kalbin’ oynadığı rol, hiç de küçümsenecek durumda değildir. Kültür ve medeniyetimizden, bunların oynadığı rolü çıkarın geriye, bilmem bir şey kalır mı? Hattâ kesin olarak iddia ediyoruz ki eğer insanın tabiatla ve diğer insanlarla olan ilişkileri sâdece fizik ve fizyolojik olmaktan öte bir şey olmasaydı ‘ekonomik’ hayat’ dahi var olmazdı. Nitekim, daha önceden ortaya koyduğumuz üzere karınca kolonilerinde ve arı kovanında cereyan eden faâliyetlere ‘ekonomi’ adı verilemediğini ve verilmeyeceğini belirtmiştik. Görüldüğü gibi sosyal, kültürel ve politik hayâtımız da fikirlerimizden, heyecanlarımızdan ve inançlarımızdan tecrit edilemez. Aksi halde insanın tabiatla ve diğer insanlarla ilişkisi, arı kovanındaki veya karınca kolonisindeki mertebede bulunsa idi ‘sosyal bir faâliyet olarak ekonomiden’ söz edemezdik. Sosyal ve kültürel değerler, insanlar arasındaki hissî ve zihnî etkileşimle mayalandığına göre insan ‘duygu’ ve düşüncesinin, akıl ve şuûrunun rolü, ekonomik hayâtın vazgeçilmez ve ihmal edilmez bir yönü olmaktadır. İnsan ferdinde ‘zihnî otokritiği’ şuur ve zekâ yaparken insan grubunda ise ‘sosyal kontrolü’ kültür değerleri başarmaya çalışır. İster ferdî ister içtimaî plânda ele alınsın ve düşünülsün, insan gerek tabiatla ve gerekse diğer insanlarla ilişkilerinde ‘başıboş’ değildir. O hem şuûrun hem de sosyal ve kültürel değerlerin devamlı bir kontrolü altındadır. Yüce ve mukaddes Kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, bu konuda şöyle buyurulur: ‘İnsan kendisini başıboş bırakılacak mı zanneder’. (Bkz. Kıyamet Sûresi, âyet, 36).
Gerçekten de insan, tabiatla ve diğer insanlarla ilişkilerinde, devamlı olarak ferdî ve içtimaî bir dalgalanmaya mâruz bulunmaktadır. Yâni gerçekten de ekonomi, içten ve dıştan bir murakabe ile birlikte ve içtimaî değerlerle çevrili olarak duyan, düşünen, inanan ve yücelmek isteyen insanın tabiatla ilişkilerinden doğan bir insan- insan ilişkisi olarak târif edilmelidir. Üretim, tüketim, iş bölümü, dağıtım ve değişim gibi ekonomik faâliyetler başıboş değildir; bunlar, din, ahlâk, hukuk, estetik… gibi millî mukaddes değerlerimizin kontrol ve kritiği altında cereyan ederler. Aksi halde dînin, ahlâkın, hukukun, estetiğin murakabe etmediği veya edemediği ‘ekonomik faâliyetler’, insanı fert ve cemiyet olarak ezer, alçaltır ve sömürür. Maalesef, ileride görüleceği üzere, kapitalist ve komünist sistemler, böyle bir murakabeye yanaşmadıkları için insanlığı, kan ve gözyaşına boğmuşlardır. İslâm ekonomi sistemi, gerçekten öğrenilmeye ve yaşanmaya değer…
KAYNAKÇA
Arvasi, S, Ahmet. Türk İslâm Ülküsü 2. s. 27-28.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.