1. Evimin bir penceresi, uzaktan yeşil bir sırta bakar. Oraya tırmanmak için bir keçi yolu buldum. Dün öğleden sonra o sırta kadar yürüyerek gittim. Orada göğe kadar uzanmış bir çınar ağacının gölgesi altında güzel bir istiğrak köşesi buldum. Uzaktan kanatlarını açmış bir kartal gibi görünen bu yüce ağaç, dünyânın hay û huylarına çok uzak olmakla berâber yine o dünyâdan geniş bir ufku kanatları altına almıştı. Burada bir masa ile iki sandalyeden başka oturacak bir şey yoktu. Sandalyelerden birinde oturarak uzak ufukları temâşaya daldım. Biraz sonra ince bir Bağdat abasına bürünmüş, kırk beş yaşlarında fesli ve pantolonlu bir zat gelerek selâm verdi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. Cigara tabakasından iki cigara çıkararak bana uzattı. Ben, cigara içmediğimi söyledim. Kendi cigarasını tellendirdikten sonra şu sözleri söylemeye başladı:

– Burası insanoğullarının ayak basmadığı gizli bir köşedir. İnzivaya çekildiğim günden beri her gün ikindi saatini burada geçiririm. Siz de benim gibi bir münzevî filozofsanız her akşam burada birleşebiliriz. Çünkü münzevîler de kendileri gibi dünyâyı uzaktan seyreden insanlarla görüşmeye muhtaçtırlar.

Biraz durduktan sonra tekrar söze başladı.

– Münzevî demek içtimâî bir vazîfesi olmayan demek değildir. Ben şu karşıdaki beyaz renkli binâda ruh tabibiyim. Bu binâ asabî hastalıkları tedâvi eden bir sanatoryumdur. Yirmi seneden beri gayriuzvî sinir hastalıklarını tedâvi etmekle uğraşıyorum. Demek ki eski zaman münzevîleri gibi değilim. İnsanlardan uzak olmakla berâber, insâniyetten uzak değilim.

Ben merakla şu soruyu sordum.

– İnsanlarla insâniyet birbirinden ayrılabilir mi?

– Evet, dedi, ayrılabilir. Bence insâniyet; ilim, sanâyi, edebiyat, felsefe, hulâsa umûmiyetle medeniyet adını verdiğimiz şeylerdir. Ben, fertlerle hakikî bir dostluğa iştirak etmeksizin bu şeylere meşgul olabilirim.

Ben tekrar sordum.

– İnsanlardan kaçmamızın sebebi nedir?

– İnsanlar, ekseriya insanlığı terk ederek ihtiraslı ve heyecanlı mücâdelelere girişirler. Bense ihtirastan, heyecandan ıstırap duyarım. Hayâtımı dâima sekinet içinde vecd içinde geçirmek isterim. İşte, insanlardan uzak yaşamamın sebebi budur. Hars ve medeniyet gibi insâniyet hazînelerine gelince bunlardan da mahrum kalmaya râzı değilim. Ruhûmu vecdlerle dolduran insâniyetin büyük mefkûreleridir. Hulâsa ben yalnız ihtiraslardan, heyecanlardan kaçıyorum. Çünkü ben rahatı ve huzûru sekinetli ve vecdli bir hayat içinde yaşamakta buldum.

– Beni de bu hayâtınıza iştirak ettirmek lutfunda bulunduğunuz için çok teşekkür ederim. Sizin umdelerinize tâbi bir müridiniz olmaya çalışacağım. Çünkü hayat mücâdelesinin bu asırda aldığı ihtiraslı ve heyecanlı şekil, beni de rûhumdan hasta etmiştir. Umarım ki günde bir saat kadar sizin kurtarıcı sözlerinizi dinlersem bu hastalıktan tamamıyla kurtulacağım.

– Pekâlâ, her gün ikindiden sonra buraya geliniz. Burada insanları hâriçten berâber temâşa edelim. Rûhunuzdan kin, haset, dedikodu gibi garazları çıkarmaya çalışınız. Az zamanda rûhunuzdaki hastalıkların tamamıyla şifâ bulduğunu göreceksiniz.

Birlikte karar verdik ayrılırken meçhul filozofa sordum:

– Burada konuştuğumuz sözleri “Cumhuriyet” gazetesine yazabilir miyim? Çünkü bu gazete için benden makâle istiyorlar. Çok faydalı olan irşatlarınızdan başkalarının da faydalanmasına müsâade etmez misiniz?

Şu cevâbı verdi:

– İnsanlarla uzaktan konuşmayı ben de çoktan beri arzu ediyordum. Siz, buradaki konuşmalarımızı neşredersiniz, benim de bu eski arzum tatmin edilmiş olur.

KAYNAKÇA

Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. Ötüken Yayınevi. İstanbul. 2016. Sf 21- 23.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.