Geçtiğimiz sayılarda âile kurumunu, târihî ve dînî açıdan değerlendirmiştik. Bu yazımızda eğitimde, âilenin üzerine düşen vazîfelerden ve bunun millet için sonuçlarından bahsedeceğiz.

Kültürümüz ve millî kimliğimiz, bizi diğer milletlerden ayıran önemli bir husustur. Milleti oluşturan fertler, fertleri yetiştiren de âileler olduğuna göre millî kimliğin oluşmasında, millî kültüründe muhâfazası ve tekamülünde âilenin üzerine düşen vazifeler büyüktür. Peki kimlik nedir?

Kimlik bir özelliğin, bir niteliğin belirtisi oluşuna ya da bir âidiyet duygusuna atıf yapar ve bu işlem, farklılıkları ortaya koyar. Bu bağlamda kimlik, bireyin ya da toplumun niteliklerini, özelliklerini ve nereye âit olduklarını dile getirir.[1]

Toplumdan bağımsız bir fert olamayacağından ötürü, kimlik yalnızca fert için değil, millet için de var olan bir mefhumdur. Biz buna millî kimlik diyoruz.

Nevzat Kösoğlu’nun tanımı ile millî kimlik yâhut sâdece kimlik, millî kültürün ferdî ve içtimâî planda ortaya çıkan üslûbudur; kişiyi ve toplumu farklılaştıran, en yakınlarından başlayarak diğer benzerlerinden ayıran özellikleridir. Bu farklılıklar en geniş ifâdesi ile yaşama biçimindeki özellikler, kendine -kişiye ve topluma- mahsus oluşlardır.

Millet olmayı başarabilmiş her topluluğun kendine âit dili, inandığı bir dîni, ahlâkı, kültürü vardır ve milletler bu hususları muhâfaza ederek nesillere aktarabildiği ölçüde güçlü kalabilirler. Bu farklılıklar bizi diğer milletlerden ayırır, kendi içimizde de tutarlılık ve bütünlük sağlar. Cemiyetin sağlıklı ve huzurlu olması fertlerin uyum ve âhengiyle doğrudan ilişkilidir. Aynı cemiyete mensup lâkin birbiriyle uyumsuz, düşünce ve yaşayış anlamında alâkasız fertler milletin yarını için tehlike arz ederler.

Kültür aktarımının, kimliğin oluşmasında okul ve içinde bulunulan sosyal çevrenin de etkisi azımsanamayacak ölçüdedir lâkin kimlik inşâsı önce âilede başlamaktadır.

İlim adamlarına göre çocuğun eğitimi âilede, hatta henüz dünyayla temas etmeden anne karnında başlamaktadır. Çocuklar, okul çağına gelene kadar en çok anne ve babayla temas etmekte ve kendisine onları örnek almaktadır. Çocuğun ileriki yaşlarda nasıl bir yetişkin olacağını da bu süreç (0-6 yaş) ve anne babanın çocuğuna verdiği eğitim belirlemektedir. Çocukların eğitimi ve yetiştirilmesi, milletin kaderiyle doğrudan ilişkide olduğundan, âileler mensup olduğu millete şuurlu evlatlar yetiştirip milletine olan borcunu ödemekle vazîfelidirler.

Peki, bizi biz yapan bu değerleri aktarmada âilenin rolü nedir?

Dil

Dilimiz, kültürün en temel unsurlarındandır ve kültürümüzü bir sonraki nesle aktarmamızdaki en büyük vâsıtalardan biridir. Kültürel değerlerden ilk olarak çocuğa dil aktarılmaktadır. Anne, çocuğuna millî ve mukaddes değerlerini aktarmadan önce mensup olduğu milletinin dilini aktarıp öğretmektedir. “İşte bundan dolayı insanoğlu farkında olmadan anne kucağında öğrendiği dili, ana dili diye adlandırmıştır. İnsan, ancak ana dilinin içinde düşünebilir. Çünkü ana dilinde sözcükler zihne sadece ses olarak değil, bir durumun içinde, duygu ve düşüncelerle kodlanır.”[2] Düşünme faâliyetleri açısından böyle bir ehemmiyeti olan dilin çocuğa temiz ve özenle aktarılması, nesillerin birbiri ile bağlantısı ve nesillerin kültürü aktarması açısından çok mühimdir. Çocukların kendine örnek alacak ve çocuğa köklerini bildirecek olan masallar, hikâyeler, ninniler, türküler okunması buna örnek teşkil edilebilir.

Ahlâk

Kısaca târif edecek olursak ahlâk, davranış ölçüsüdür. Kişinin davranışlarına yön veren, insanların birbiri arasındaki ve insanın diğer canlılar arasındaki ilişkisini düzenleyen bir mefhumdur. Ferdi, iyi/kötü doğru/yanlış davranışlarını belirleyen sâhip olduğu ahlâktır. Biz Türkler olarak ahlâkımızı Peygamber efendimiz (s.a.v)’ in uygulamaları olan İslâm ahlâkı ile millet olarak yaşadığımız tecrübelerin yani Türk töresinin yoğrulması ile kazanırız. Burada göz önünde bulundurulması gereken husus ise milletlerin tecrübe ederek oluşturduğu ahlâkî değerlerin kabul ettikleri dîne uygunluğudur.[3]

Yerli yabancı birçok düşünür ve yazar eserlerinde; Türk toplumunun iyi niyet, ahde vefâ, çalışkanlık, yardımseverlik, cömertlik, birliktelik, hoşgörü, terbiye ve dînî kurallara bağlılık noktasında sâhip olduğu ahlâkî özelliklerden bahseder.[4]

Yâni ahlâkî değerler, milletlerin tecrübelerinden süzülerek gelen ve milletleri birbirinden ayıran bir mefhumdur. Mensup olunan milletin inancına ve kendi ahlâkına sâhip olmak fertlerin cemiyet içinde huzurlu bir yaşam sürmesini sağlaması bakımından çok mühimdir. Çocuk âile içerisinde anne babanın birbiriyle olan ilişkisi, anne babanın ona karşı olan tutumu ve anne babanın dışarıyla olan sosyal ilişkilerinden bu ahlâkî ölçüleri örnek almalıdır. Anne ve babanın kendinde olmayan bu ahlâkî özellikleri yalnızca doğru olduğunu ve çocuğunu bunları yapması gerektiğini söylemesi bir işe yaramamaktadır. Çocuğa söylemekten ziyâde bu konularda örnek olunup yaşamına aksettirmesi sağlanmalıdır.

Din

Diğer eğitim faâliyetleri gibi din eğitimi de insanın yetişmesine ve gelişmesine katkı sağlarken bireyin içinde bulunduğu gelişim özelliklerini, kalıtımla getirdiği hazır özelliklerini dikkate alan ve bunları çevre ile bütünleştirerek yararlı hâle getirmeye çalışan bir süreçtir. Din eğitiminde amaç, dînin gerekliliklerini öğretmekten daha fazlası, bilgilerin kişinin davranışlara dönüşmesini sağlamaktır.[5]

Diğer değerler gibi dînimiz de eğitim yoluyla aktarılıp kişinin gelişmesinde katkı sağlamalıdır. Aynı zamanda, cemiyet içinde düzen ve huzur tesis etmesi bakımından din eğitimi çok önemli bir husus olmaktadır. İnsanın sosyal bir varlık olarak hayâtını sürdürürken mensup olduğu milletin ve o milletin dîninin ön gördüğü dînî ve ahlâkî ölçülere sâhip olması, toplumun güvenli ve huzurlu olması açısından çok mühimdir. Çünkü bu değerler cemiyet hayatında bütünlük ve birlikteliği berâberinde getirmektedir. Fert, bu değerleri âilede öğrenmeli, anne babanın kendi arasında ve diğer insanlarla kurduğu ilişkiden bunu görüp örnek almalıdır. Değerlerden yoksun, inandığı gibi yaşamayan fertler, ferdî anlamda mânevî buhrana kapılmakta, cemiyet hayâtında da düzensizliğe sebep olmaktadır. Mânevî sorunları olan suça meyilli fertler araştırmaya tâbi tutulduğunda, çoğunluğunun âilesi tarafından iyi bir din ve ahlâk eğitiminden geçmediği, ilgisiz ve sevgisiz büyüdükleri ortaya çıkmaktadır. Yâni âile yetiştirdiği çocuktan mensup olduğu millete karşı sorumludur. Çünkü o çocuk daha sonraki yaşlarda milletin huzurunu ve güvenliğini kaçırabilmekte, millet ve devlet için bir külfet hâline gelebilmektedir.

Kültür

Kültürün mânevi unsurlarının aktarımından yukarıdaki başlıklarda bahsetmiştik. Bir de kültürün maddî tezâhürleri olan kıyafet, mûsikî, yemek vardır ki gözle görülmesi ve bizi yabancı kültürlerden ayırması bakımından çok mühimdir. Bir millet estetik zevkini, duygusunu, düşüncesini ve inancını bu unsurlarına yansıtır. Kültürün farklılığının yansıdığı en mühim bu unsurlarla da çocuk ilk olarak âilede karşılaşır. Çocuğumuz bizden farklı diye sızlanıyor, bize benzemiyor diye üzülüyoruz. Hiç türkü dinlenmemiş bir evde büyüyen bir çocuktan yabancı müziklere özenmemesini bekleyemeyiz. Biz çocuklara kültürümüzün yaşanması konusunda öncü olup örnek teşkil etmezsek çocuğumuz ileride kendine öncü olacak ve örnek teşkil edecekleri kendi seçer. Kültürün yaşanması tanınmasıyla başlar, tanımadan sevemez, sevemeden de kültürümüzü yaşayamayız. Kendi kültürümüzü nesillere aktarmanın yolu, en yakınımızdan, evlatlarımızdan başlamak olmalıdır.

Şahsiyetin Oluşumu

İnsan fert olarak doğar, zamanla şahsiyet olur. Bir bakıma ferdiyetimiz, doğuştan getirdiğimiz biyolojik-psikolojik ham maddedir ve şahsiyetimiz, bu potansiyel varlığımıza kazandırılan içtimâî ve harsî çehredir. Yâni biyolojik ve psikolojik varlığımız, millî ve beşerî değerlerle yoğrularak “şahsiyet” hâline dönüşür.[6]

Yâni doğuştan kazandığımız biyolojik ve psikolojik özelliklerimizin yanında, mensup olduğumuz millete âit değerlerimizle hemhâl olarak şahsiyet sâhibi oluruz. Kişinin güçlü veyâhut zayıf bir şahsiyete sâhip olacağının kodları yine âilede belirlenmektedir. Anne ve baba yukarıda açıkladığımız millî değerlerini benimseyip bunları yaşamına aksettirebileceği ölçüde çocuğuna öğretip yaşatabilmektedir. Anne ve babalar çocuklarına kendi örnek oldukları kadar masallarla hikâyelerle Türk târihinin kahramanlarını, güçlü şahsiyetlerini anlatmalıdır.

***

Târihimiz hayâtın her sahasında kendimize örnek alabileceğimiz güçlü şahsiyetlerle doludur. Hepsinin farklı alanlarda Türk milletine katkısı olmuş, bâzen onlar olduğu için Türk milletinin başına birtakım felâketler gelmemiş, bâzen de yüz yıllarca süren katkılarından ötürü Türk milleti onlara borçlu kalmıştır. Bizim için burada mühim olan güçlü şahsiyetlerin nasıl bir eğitim sonrasında güçlü şahsiyetler olduğunu anlatmaktır.

Burada vermek istediğim örnek, Başbuğ Alplarsan Türkeş’tir. Kıbrıs Lefkoşa’da dünyâya gelen Alparslan Türkeş, millî kültürün yaşandığı bir evde dünyâya gelmiştir. Yaşadığı dönemde Kıbrıs işgal altındadır ve oradaki Türkler millî kimliklerine sımsıkı dört koldan bağlıdırlar. Onlar için işgâle karşı direnmenin, yok olmamanın, hür yaşamanın bir yolu çocuklarına millî kültürlerini aktarıp güçlü şahsiyetler yetiştirmekti. Başbuğ Alparslan Türkeş’te daha çocukluğunda, âilesinden ve çevresinden bu eğitimi almıştır. Henüz okula gitmeden Türk milletinin değerleriyle hemhâl olarak şuurlu bir şekilde yetiştirilmiş, güçlü bir şahsiyet hâline gelmiştir. İleriki hayâtını Türk milletine hizmete vakfetmesi, küçüklüğünde milletini tanıyıp severek büyüdüğündendir. Âilesi Alparslan Türkeş’i Türk olmanın yalnızca soyla alakalı bir mevzu olmadığını, Türk milletinin değerlerine sâhip olunmasını gerektiğini bilerek yetiştirmiştir. Kendisi de ileriki yıllarda, Türkiye’nin Marksist istilâya ve türlü belâlara mâruz kaldığı dönemde, milletine umut ışığı olmuş ve önderlik etmiştir. Henüz çocukluğunda Türk milletinin değerlerini tanıyıp sevdiğinden ileriki yaşlarında onun muhâfazası için mücâdele edebilmiştir.

Daha örnek verebileceğimiz birçok aydınımız, sanat erbaplarımız da kendi sahasında mühim başarılar elde etmiş, millî kültürümüzü bambaşka seviyelere taşımışlardır. Onlar da âilelerinde Türk milletinin değerleriyle hemhâl olarak güçlü birer şahsiyet hâlinde yetiştirilmiş, ileriki yaşlarında kendi sâhalarında, mensup oldukları milleti kalkındırmaya ömürlerini vakfetmişlerdir.

Bugün de fikrî sâhada, sanatta, edebiyatta, mûsikîde güçlü şahsiyetlere ihtiyâcımız vardır. Âileler de mensup olduğu millete güçlü şahsiyetlerin oluşması için imkân ve fırsat tanıyarak geçmişine ve yarınlarına borçlu olduğunu bilerek evlat yetiştirmelidir. Yıllardan beri süregelen bu tehlikelerin çıkmazların kurtuluşu yine bizlerdedir. Unutmamak gerekir ki “İnsan unsurunu hâkkı ile değerlendiremeyen bir cemiyet, diğer zenginliklerini asla verimli kılamaz.”

KAYNAKÇA

Ereş, Figen. Toplumsal Bir Sorun: Suçlu Çocuklar ve Âilenin Önemi. Aile ve Toplum. Yıl: 11. Cilt: 5 Sayı: 17 Nisan-Mayıs-Haziran 2009.

Tatlılıoğlu, Kasım. Gençlik Suçluluğunda Âile Faktörünün Etkisi Üzerine Genel Bir Değerlendirme. Uluslararası Gençlik ve Kültürel Mirasımız Kongresi. 16-18 Mayıs 2014. 19 Mayıs Üniversitesi. Samsun.

[1] Yıldız Recep, Demir Sakine. Millî Kimliğin Oluşumunda Zihniyet. Dumlupınar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. Yıl 2003, Sayı 8. 20.06.2015

[2] Ergun, Pervin. Kültür Aktarımında Kadının Rolü. 28.09.2022

[3] Kılınçarslan, Ahmet Furkan. Ahlâk-Kültür-Şahsiyet, Yeni Ufuk Dergisi, Aralık 2018 sayısı.

[4] Karademir, Abdulhamit. Okul Öncesi Öğretmenleri Bakış Açısıyla Millî Değerlerimiz: Türk Büyükleriyle Ahlâk Eğitimi. Değerler Eğitimi Dergisi (2020)

[5] Keyifli, Şükrü. Eğitim ve Din Eğitimi. Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13 (2). 103-126.

[6] Arvasi, Seyyid Ahmet. Kadın Erkek Üzerine. İstanbul: Burak Yayınevi. (1996) s. 121

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.