Yaklaşık on yılda (ortaokul, lise ve üniversite) öğrencilerine bir yabancı dil bile öğretemeyen Türkiye Cumhuriyeti, ikinci Özal hükûmeti zamanında Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK Başkanlığı’nın kararı ile yabancı dilde eğitim yapılabileceğini kabul etti. Ben ve bâzı arkadaşlar, bunun ekonomik ve kültürel sömürü olduğunu savunurken birçok kişi ve yetkili bunun Türkiye’de bilimin ve düşüncenin gelişmesini sağlayacağını savundu.

Bu karar özellikle başta özel üniversiteler olmak üzere bütün özel okullarda uygulanmaya başladı. Maalesef özel anaokullar, çocuklara Türkçe öğretmeden İngilizce veya Fransızca öğretmeye çalışmaktadır. Yabancı dilde eğitim, sürekli İngilizcede eğitim olarak anlaşılıyordu. Çünkü o gün olduğu gibi bugün de bâzıları İngilizcenin bilim dili olduğunu savunuyorlardı, Türkçenin bilim dili olmadığını iddia ediyordu. Maalesef bir YÖK başkanı da bu iddiadaydı.

Bütün diller, sözcüklerin ve dolayısıyla da cümlenin anlamını çeşitli oranlarda sınırlar. Türkçe ise bunun istisnâsıdır. Bilim dili kabul edilen İngilizce ve Fransızca doğuştan bilim dili değildi. Öyle olsaydı Batı’da karanlık çağ yaşanmazdı. Türkçe bilim dili olmaya en müsâit dildir. Bizimkiler Arapların ve Farsların Türkçeyi kötülemek üzere Hz. Muhammed’in hadisi olarak uydurdukları sözde hadislere îtibar ederek Arapçayı, Selçuklular ve Osmanlılar döneminde bilim dili kabul ederek medreselerde eğitimi Arapça yaptılar. Dolayısıyla Türkçede bilim gelişmedi ve geriledi. Bunun için sosyolojinin ve târih felsefesinin kurucusu kabul edilen, kendisi de Arap olan ünlü İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinin üçüncü bölümünde İslâm Dünyâsı’nın bilimde geri kalışını anlatırken bunlardan en önemlisinin ana dili Arapça olmayan Müslüman milletlerin Arapça eğitim dili olarak kullanması olduğunu söyler.

Bilim dili kabul edilen dilleri, bilim dili yapan o dilde eğitim yapan bilim adamlarıdır. Bu açıdan yabancı dilde eğitim yapmak, Türkçenin bilim dili hâline gelmesine mâni olmaktadır.

Dünyâda yabancı dili eğitim dili kabul edenler, sâdece Afrika ve Asya’daki birtakım ülkelerdir. Bu ülkeler Fransızların ve İngilizlerin ünlü sömürge ülkeleridir. Oralarda İngilizceyi veya Fransızcayı eğitim dili hâline getirenler sömürgeci idârecilerdir. Bizde ise sömürgeci idâreciler yoktu fakat zihnen sömürülmüş şahıslar mevcuttu. Türk târihi bu konularda bize birçok olumsuz örnek sunuyor. Mesela Osmanlılar döneminde yabancı okullar açılmıştır. Bâzılarına Türk çocukları da gitmiştir. Bugün birçok akademisyen ABD mekteplerinde okumuştur. Türkiye’de o günden bugüne onlar arasından bir bilimsel anlayış ortaya koyan hiçbir kimse çıkmamıştır.

Elbette bilim yapmak için Türk insanlarının bilim dünyâsından haberdar olmaları gerekir. Ancak bu yabancı dilde eğitimle olmaz; iyi bir yabancı dil eğitimi ile olur. Bunun için biz bir veya birden çok yabancı dil öğretelim diyoruz. Ancak eğitim dilimiz Türkçe olmalıdır. Çünkü yukarıda da söylediğimiz gibi birçok açıdan Türkçe bilim dili olmaya en uygun dildir. Bunun için dil biliminin kurucusu kabul edilen ünlü Alman Max Müller şunu der: “Türkçeyi söyleyip yazmak için en ufak bir istek beslenmemiş olsa dahi, bir Türkçe grameri okumak bile gerçek bir zevktir. Kiplerdeki hünerli tarz, bütün çekimlerde egemen olan kurallara uygunluk, yapımlarda baştanbaşa görülen saydamlık, dilde parıldayan insan zekâsının hârikalı kudretini duyanlar hayrete düşmekten geri kalmaz. Bu öyle bir gramerdir ki bir billur içinde bal peteklerinin oluşunu nasıl seyredebilirsek, onda da düşüncenin iç oluşlarını öyle seyredebiliriz. Türk dilinin gramer kuralları o kadar düzenli, o kadar kusursuzdur ki bu dili bilginlerinden oluşmuş bir kurul, bir akademi tarafından bilinçle yapılmış bir dil sanmak olasıdır.”

Bunun yanında bizimkiler, Arapça ve Farsça peşinde koşarken on birinci yüzyılda Endülüs Arapları, Endülüslülere Türkçe öğretmeyi düşünmüşlerdir. Şimdi ismini hatırlayamadığım bir Endülüslü Arap bilgin onlar için bir Türkçe dil bilgisi kitabı ve hacmi küçük Türkçe-Arapça sözlük yazmıştır.

Biz bununla, târihî ve günümüz tecrübelerine dayanarak; MEB’in ve YÖK’ün yabancı dilde eğitime son vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Biraz da gülelim: Bilindiği gibi her dilde sözcüklerin bir sözlük anlamı vardır bir de mecaz anlamı vardır. Bir dilden diğerine yapılan tercümelerde bunlara dikkat edilmez ise anlatacağımız örnekte olduğu gibi gülünçlükler ortaya çıkar. İsmi lâzım değil bir hocamızın sınıfına Erasmus programı ile gelen İngiliz öğrenci, hocamızın yanına gelerek durmadan konuşuyor. Hoca derse başlamak istiyor ve öğrenciyi susturmak için:

– Sabah sabah kafamı ütüledin, diyor Öğrenci, elini ayağını göstererek:

– Elimde ütü yok hocam, diyor. Hem kafa ütülenir mi? Gömlek ve pantolon ütülenir. Sizin gömleğiniz de zâten ütülü, diyince hem hoca hem sınıf gülüyor.

Hocamız bu Türkçe deyişi, kelimesi kelimesine tercüme etmek yerine, İngilizlerin ifâdesi ile kullanması gerekirdi.

Bir başka örnekte de öğrenciler işlerini biliyor: Bilindiği gibi bâzı üniversitelerde hem Türkçe hem Fransızca ve Almanca finans bölümleri var. Fransızca bölümüne kayıt yaptıran öğrenciler, dersleri Fransızca anlatan hocadan değil, Türkçe finans bölümüne giderek öğreniyorlar. Fransızca finans sözde kalıyor. Çünkü öğrencilerin çoğu Fransızca finans derslerini anlamıyorlar. Kendi dillerinde öğrenmek daha mantıklı geliyor öğrencilere.

Bunun yanında yabancı dilde eğitim, öğrenciyi yabancılaştırmaktadır. Bu konu hakkında Ali Kerem Akdağ şöyle diyor: “Eğitim hakkının aynı zamanda bir yükümlülük olması aslında önemli bir mesele. Çünkü asıl vatandaşlık bilinci ki daha da ötesinde Türklük gurur ve şuuru eğitimle kazanılır. Bunun yanında eğitimi tercih meselesi hâline getirmek, yâni isteyen okur isteyen okumaz demek milliyet şuûruna sâhip olamayan, Türk devletine güveni olmayan; tek güvendiği sülâlesi veya memleketinden insanlar olan nesiller yetişir. Tâbi burada bir parantez daha açmak lâzım. O da eğitim dili meselesi: Türkiye Cumhuriyeti millî devlet olduğu için anayasasında devletin dilinin Türkçe olduğunu belirtir. Bu, bu ülkede yaşayan insanların dilinin Türkçe olduğu kabul edildiği ve yeni nesillere öğretilecek, eğitim sırasında kullanılacak, diğer devlet kurumlarında da iletişimin dilinin Türkçe olduğu kabul edildiğinin açık beyânıdır. Bu sebeple farklı dillerde eğitim alacak çocuklar; ileride kendilerini bu millete âit hissetmeyecek, edebiyatta ve bilimde farklı bir dil (veya dil sandığı şeyi) kullanacak ki o da ne kadar kullanılabilirse. İşte bir millet bu şekilde bölünür!”[1]

Bir de şunu belirtelim: 1978 yılında bir süre MEB Talim ve Terbiye Başkanlığı’na memur olarak atanmıştım. O zaman gördüm ki MEB ortaokullarda okutulmak üzere İngiltere’ye kitap siparişi vermişti ve buna milyonlarca lira ödemişti. Atandığım o zamanlarda İngiltere’nin devlet bütçesinin yüzde kırkı İngiltere dışında İngilizce eğitimden gelmekteydi. İşte bu da yabancı dilde eğitimin ekonomik bir sömürü aracı olduğunu göstermektedir.

Allah Türk milletinin başına Atatürk gibi Türkçe âşığı idâreciler nasip etsin.

[1] Akdağ, Ali Kerem. Türk Milliyetçiliği ve Halkçılık – 2. Yeni Ufuk. Mayıs 2022. Sayı 84. Sayfa 31.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.