Târih sahnesine çıktığımız ilk günlerden, şu âna kadar Türk târihine baktığımızda; yükselişlerin ve alçalmaların olduğunu görürüz. Acaba şu soruyu kendimize hiç sorduk mu: “Niçin büyük devletler meydana getirebildik? Sonra o devletler neden zayıfladı ve yok oldu?” Tabi ki bu soruların çok farklı cevapları vardır. Fakat biz bugün konumuza da uygun olarak bu cevaplardan birinin üstünde duracağız: İnsan. Evet insan. Târihe baktığımızda büyük devletler kurabilmemizin en önemli sebeplerinden biridir insan. Bunun birçok misalini verebiliriz. Mesela İskitler dönemi: Bu dönemde Alper Tunga ve Tomris Han gibi önemli hükümdarlar yetişmiş ve bizlere yön vermiş. O Alp Er Tunga ki asırlar sonra Karahanlı Devleti kurulurken kendilerini ona bağlamışlar, onun soyundan geldiklerini söyleyerek meşrûiyet kazanmışlar. Târihi, İskitler döneminden yakın zamana doğru getirdiğimizde Asya’da Hun Devleti’ni görürüz. Teoman Han, Mete Han, Kiok Han, Çi Çi Han ve daha niceleri…

Mete Han, Hun Devleti’nin başına geçtiğinde Hun Devleti’ni zayıf gören düşmanları topraklarımızı ele geçirmek için harekete geçtiler. Savaşmak için bahane aradılar ve Mete’den akla gelmeyecek isteklerde bulundular. Mete devletini, askerini güçlendirmek için bunlara boyun eğdi fakat düşman iki devlet arasında çorak bir toprak parçası istediğinde Mete’nin verdiği cevap bugün de hâlâ bizlere yol göstericidir: Toprak milletimin malı, onu veremem.

Yüce Göktürk Devleti’nin kuruluşunda ve güçlü bir devlet olmasında da bizim için güzel örnekler vardır. İki kardeş, Bumin ve İstemi, sen-ben kavgasına düşmeden, ortak hareket ederek Aşina soyunu Türklerin başına hakan yapmışlardır. Belki de Asya’daki en büyük devletimizi kurduk.

Târihimizde bunun gibi nice örnekler vardır. Son olarak Bilge Kağan ve kardeşi Kültigin’den bahsederek asıl konumuza geçebiliriz. 600’lü yıllar Göktürkler için felâket yıllarıdır. Devletimiz zayıflamaya başlamış ve Çin ile mücâdelede geri kaldığımızı görürüz. Sebebine baktığımızda, herhalde en etkilisi, Türk’ün Türk ile mücâdelesi diyebiliriz. Uzun yılların verdiği kardeş kavgaların yorgunluğu, kuraklık bizi eski gücümüzden kopardı. Bu fırsatı bekleyen, oluşması için aramıza senlik-benlik kavgası sokan, düşmanımız Çin 630 yılındaki savaşı kazanmış ve on binlerce Türk’ü esir etmiştir. Kürşad ile başlayan bağımsızlık ateşi, Kutluk Kağan döneminde Göktürk Devletinin tekrar kurulmasını sağlamıştır. İşte onun çocukları Bilge Kağan ve Kül Tigin babaları gibi Türk kağanı olmuş, milleti için gece gündüz çalışmıştır. Türk milleti kötü günler yaşamasın, hep güçlü, huzurlu ve Türk kalsın diye Orhun Âbidelerini dikmiş, asırlar öncesinden bugünlere seslenmiştir.

Bu sayısız devletlerin son örneklerinden biri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir. Bundan yüz yıl önce düşmanlarımız kendi aralarında anlaşıp topraklarımızı işgal ettiler. İtalyanlar Antalya ve çevresini; Fransızlar Adana, Urfa, Maraş, Halep, Antep ve çevresini; İngilizler Musul, Kerkük ve çevresini; Yunanlılar İzmir ve çevresini; İtilâf kuvvetleri Boğazlar ve çevresini işgal ettiler. Türk’ü imhâ planı Sevr’i önümüze koydular, bizi yok etmek istediler. Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları bu duruma îtiraz ettiler ve Millî Mücâdeleyi başlattılar. Var olma savaşında gâlip geldiler. Türkiye Cumhuriyeti Devletini bize mîras bıraktılar. Burada Mustafa Kemal Paşa’yı ve yetişmiş insanın önemini anlayabilmek için târihî bir hatırayı paylaşmak isterim:

Bilindiği gibi İstanbul’un işgali yıllarında çok trajik bir olay yaşanmış ve bu felaketten Atatürk’ün dâhiyâne bir müdahalesi ile alnımızın akı ile çıkmıştık. Bu başarı aynı zamanda İngiliz gururunun ve İngiliz haşmetinin de unutulmaz bir yenilgisi olmuştur. İşgal yıllarında İngilizler eş zamanlı olarak Mebusan Meclisini basmışlar, süngü kuvveti ile tutukladıkları bazı milletvekillerini Bekirağa Bölüğüne tıkmışlardı. Burada aynı zamanda Türk ordu kumandanı paşalarımız, Türk gazetecileri ile sözde Ermeni tehciri ve soykırımı sorumluları da tutuklu bulunuyorlardı. İngilizler, buradaki tutukluların millî mücâdeleci güçler tarafından kurtarılıp Anadolu’ya kaçırılacağı istihbâratı üzerine tedbir alırlar. Ellerinde bulunan bu tutuklu zevâtı Malta Adası’na sürgün ederler. Bunların içinde Ermeni tehcirine karışmış bulunan zevâtın Malta’da infaz edilecekleri de ilân olunur.

İçlerinde Ziya Gökalp, Mithat Şükrü Bleda (İttihat ve Terakki Umumî Kâtibi), Said Halim Paşa (İttihat ve Terakki Sadrazamı), Şükrü Kaya (daha sonra Dâhiliye Nazırı), Fethi Okyar (Eski Nazırlardan), Hüseyin Cahid Yalçın (gazeteci başyazar), Ahmet Emin (gazeteci başyazar) ve başkaca çok önemli zevat yanında Birinci Dünya Savaşı sırasındaki İngiliz cephelerinde, Çanakkale’de yine onlara karşı savaşanlar ve ünlü Medine müdafii Fahreddin Paşa da vardı. İngilizlerin bu emrivâkisinin İstanbul’daki gizli telgraf merkezi aracılığı ile Mustafa Kemal Paşa’ya duyurulduğu sırada Yunan işgal kuvvetlerinin Ankara’yı hedef alan saldırı hareketi de başlamak üzeredir. O sırada Ankara’da yargılanıp îdama mahkûm edilen ünlü İngiliz câsusu Hintli Mustafa Sagir’in infâzı da gündemdedir. Halide Edip, Atatürk’e rica eder ve der ki:

– Aziz Paşam. Şu ana kadar karşımızda açık düşman olarak Yunanlılar vardı. Şimdi bu idamı gerçekleştirirsek İngilizler devreye girerler, başımıza yeni gaileler açarlar. İdamı durdurunuz.

Mustafa Kemal Paşa:

– Hanımefendi, İngilizlerin hangi işte parmağı yok ki? Bu idam İngilizlere rağmen icra edilecektir. İşte o kadar!

Ve Atatürk’ü öldürmek için Ankara’ya İngilizlerin çok özel olarak hazırlayıp gönderdikleri Hint asıllı casus Mustafa Sagir, Karaoğlan çarşısında idam edilir. Buna bir misilleme olarak da algılanabilecek olay hemen İngilizler tarafından devreye sokulur: Sayıları ellinin üzerinde olan Türk devlet adamı ve Türk Paşaları ile Türk sadrazamı Ermeni tehciri ve soykırım suçlaması ile Malta’da îdam edileceklerdir. Çeşitli Batı kaynaklarından bu haber Ankara’ya ulaşır. İngilizler zamanlamayı iyi yaptıkları inancındadır. Çünkü onların emrindeki Yunan kuvvetleri Ankara’yı hedef alan büyük saldırı hareketine başlamak üzeredir. Atatürk’ün başında böylesine büyük bir gaile var iken Malta sürgünlerini ve orada idamı hazırlanan Türk aydınlarını kim düşünebilir ki? Ankara önlerinde yeryüzündeki son Türk devletinin son kalesi savunulmaktadır. Ülkenin üçte ikisi işgal altında inlemektedir. Amma bir anda Atatürk’ün büyük bir atılımı ile kriz çözülür. O sırada İran yolu ile Erzurum’a gelen bir İngiliz kurmay heyeti oradan Trabzon’a inecek ve orada yanlarına Azerbaycan’da Ruslarla yapılan savaşlarda Ruslara esir düşen ve sonra serbest bırakılan İngiliz subaylarını da yanlarına alarak Londra’ya gideceklerdir. Mustafa Kemal derhal bunların tevkif edilip hapsedilmelerini sağlar. Daha başkaca bölgelerden tutuklanan ve Ankara’da bulunan İngiliz subaylarını da içine alan esirlerin kurşuna dizileceğini îlan eder. İngilizlere bir ültimatom gibi ulaşan haberde; Malta sürgünlerinin tümünün serbest bırakılmaları, aksine bir davranış durumunda esir tutulan İngiliz subaylarının on gün içinde kurşuna dizilerek infaz edilecekleri, majestelerinin hükümetine bildirilir. Ankara’dan gelen bu haber önce Avrupa’yı, daha sonra da bütün dünya ayağa kaldırır. Daha önce Ankara’da İngilizlerin müdahalesine rağmen iki İngiliz casusunu korkmadan îdam etmesi Mustafa Kemal Paşa’nın ne kadar kararlı ve söylediğini yapan bir lider olduğunu göstermiştir. Malta tutuklularının serbest bırakılması yetmez. Bunların doğrudan -isteyenlerin kendi irâdeleri ile- Ankara’ya ulaşmaları lâzımdır. O da sağlanır ve ondan sonra Mustafa Kemal esir İngiliz subayları serbest bırakır. Ankara’ya gelen bu Türk esirlerinden Rauf Orbay Başbakan, Şükrü Kaya İçişleri Bakanı, Fethi Okyar ve sekiz arkadaşı da çeşitli bakanlıklara atanmışlardır.

Yetişmiş Türk Milliyetçilerinin neler yapabileceğini bu olay ve Millî Mücâdele bize göstermektedir. Yazımızın başında “Niçin büyük devletler meydana getirebildik? Sonra o devletler neden zayıfladı ve yok oldu?” sorularını sormuştuk. Cevap olarak da “insan” demiştik. Târihe baktığımızda büyük devletler kurabilmemizin en önemli sebeplerinden biridir insan.

Bir büyüğümüz sohbetlerinden birinde şöyle bir soru sormuştu: “Bir milletin, devletin en büyük ham maddesi nedir?” Tabi biz hemen madenlerini, akarsularını, denizlerini… akla gelebilecek bir sürü cevap verdik ama doğrusunu bulamadık. Kendisine sorduğumuzda şu kısacık cevabı aldık: “İnsan.” Gerçekten de bir millet için en önemli varlık insandır. İnsan yoksa bulunduğunuz coğrafya ne kadar güzel olursa olsun güçlü, mutlu ve huzurlu olamazsınız. Açlık, yokluk ve sefalet içinde yaşarsınız ya da yok olup târihe karışırsınız.

Okuduğunuz bu dergi insan faktörünün önemini kavramış, fikir sâhibi insanların târihin akışını değiştirebileceğine inanarak yüzüncü sayısına ulaşmıştır. İki yüzüncü, üç yüzüncü, beş yüzüncü sayıları görmek dileğiyle…

Ne mutlu Türk’üm diyene!

Tanrı Türk’ü korusun!

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.