Büyük ihtimalle S. Faik Abasıyanık’ın Karanfiller ve Domates Suyu adlı hikâyesini okumuş ve bu hikâyenin kahramanı Kör Mustafa’yla tanışmışınızdır. Şâyet aranızda henüz tanışmadım diyenler varsa mutlaka bu hikâyeyi okumalı ve Kör Mustafa’daki gayretin tadını domates sularında, inancın ve sabrın rengini onun ürettiği koyu al karanfillerde bulmalıdırlar.
Çünkü Kör Mustafa bir sabır ve sebat anıtı gibi işe güce yaramaz zannedilen bir toprak parçasını çiçek bahçesine çevirmeyi beceren örnek bir şahsiyettir. Bu konuda elbette sizin de örnek verebileceğiniz birçok roman, hikâye kahramanı olduğu gibi gerçek hayatta örnek aldığınız, almakta olduğunuz nice idealist tipler de vardır.
Sabır ve gayret, idealist insanların vazgeçemeyeceği temel moral kaynağıdır. Nitekim atalar sözü gibi çerçevelenmiş “Her işin başı sağlıktır.” sözüne ufak bir ekleme yaparak diyorum ki: Her başarılan işin başında da sonunda da müthiş bir gayret ve sabır vardır.
Bu konuda sizlere bir başka misal vermek istiyorum. Gerçi Doğu Türkistan da yaptıkları zulümden dolayı milletinin adını söylemekten pek tat almasam da yine de bu örneği vermek istiyorum: Çin bambu ağacı. Bizim diyârımızdan çok uzaklarda yaşayan bu ağacın yetişme mâcerası şöyledir:
Önce ağacın tohumu ekilir, sulanır ve gübrelenir. Birinci yıl tohumda herhangi bir değişiklik olmaz. Tohum yeniden sulanıp gübrelenir. Bambu ağacı ikinci yılda da toprağın dışına filiz vermez. Üçüncü ve dördüncü yıllarında da her yıl yapılan işlem tekrarlanır. Bambu tohumu sulanır ve gübrelenir. Fakat inatçı tohum bu yılda da filiz vermez. Çinliler büyük bir sabırla beşinci yılda da su ve gübre vermeye devam ederler. Ve nihâyet beşinci yılın sonlarına doğru bambu yeşermeye başlar ve altı hafta gibi kısa bir sürede yaklaşık 27 metre boyuna ulaşır.
Şimdi akla gelen ilk soru şudur: Çin bambu ağacı 27 metre boyuna altı haftada mı yoksa beş yıl altı hafta da mı ulaşmaktadır? Aslında bu sorunun cevâbı ne haftadır ne de yıl. Bu sorunun cevâbı kocaman bir sabır ve hedefe doğru emin adımlarla yürümektir.
O halde,
Yürü, hâlâ ne diye kendinle savaştasın?
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.
diyen Arif Nihat Asya’nın bu muhteşem şiirini dudaklarınızdan düşürmeyerek kendinize ve gençliğinize güvenerek yürüyün. Ferhat gibi dağları delecek, M. Sinan gibi Selimiyeleri göklere yükseltecek, savaşta ve barışta korkusuz bir yiğit Mustafa Kemal Atatürk gibi başı dik, alnı açık yürüyecek olan sizlersiniz…
Türk milletinin sâhip olduğu maddî ve mânevî değerlerle beslenerek çıktığınız bu kutlu yürüyüşünüzde, ilmin ve bilginin zırhına bürünerek büyük bir inanç ve îmanla haksızlığa, hukuksuzluğa son verecek, karanlıkları ortadan kaldıracak yeni bir hayâtın müjdecisi olacaksınız.
Elbette bu ideal hayâtın yılmaz ve yıkılmaz temsilcileri olarak yürürken hatta koşarken zaman zaman önünüze engeller çıkacak, zorlu ve zahmetli birtakım sıkıntıları göğüsleyecek ama bir adım dahi gerilemeyeceksiniz. Çünkü siz, Türk milletin ümîdi ve yarınısınız. O halde memleketin neresinde olursanız olun, hangi mesleği yaparsanız yapın içinizde var olan ümit meşalesini tutuşturarak bulunduğunuz yeri aydınlatmaya devam edeceksiniz. Açlığımızı, susuzluğumuzu siz gidereceksiniz Unutmayın siz, tek tek ve birlikte dünya Türklüğünün sesi sedâsı, vicdânı, bilgi pınarı, îman kalesi olacaksınız. Sizinle marşlarımızı dünden bugüne, bugünden yarınlara taşıyacak, sizinle deyişlerimizde, ilâhilerimizde her gün yeniden Hacı Bektaşça, Yunusça coşacağız.
Ne mutlu sizlere… Sizler Türklüğün dağlarında, ovalarında açan kır çiçekleri, papatyalarısınız. Sizler târihimizin derinliklerinden kopup gelen kahramanlarsınız… Sizler Türk milletini mutlu ve mesut yaşatmak için gecesini gündüzüne katıp kütüphânelerde, laboratuvarlarda dirsek çürüten, emek veren, zaman harcayıp ter dökenlersiniz.
İtici gücünüzü mensubu olduğunuz bu büyük ve asil Türk milletinden, bitip tükenmeyi bilmeyen sabır ve gayret pınarından alarak yürümektesiniz. İşte bu sabır ve gayret sizi ve hepimizi şükürler olsun ki Yeni Ufuk dergisinin 100. sayısına ulaştırdı.
Yolunuz ve bahtınız açık olsun. Nice sayılara el ele, gönül gönüle ve kervanınıza yeni ülkü erleri katarak ulaşmanız dileğiyle derken; sizleri, Nihal Atsız’ın o ölümsüz mısrâlarıyla selamlıyorum:
İçim yine sevinçlerle dolup yanıyor,
Rûhum sanki deniz olmuş dalgalanıyor,
Uzak uzak ülkelerden döndüm seferden,
Yaralarım ağır fakat mestim zaferden.
Zafer ümit kaynağının bir çeşmesidir.
Zafer birçok gönüllerin birleşmesidir.
Gönülleri birleşenler ölse de bir gün
Gök kubbede kalacaktır seslerinden ün.
Gönülleri birleşenler! Selam sizlere!
Uzaklarda dertleşenler! Selam sizlere!
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.