Yeni Ufuk dergisi etrafında bulunmuş herkes, başlıktaki soruyla muhatap olmuştur. Soru, Yeni Ufuk dergisinin eskiden beri tâkipçileri olan, bir şekilde yolları dergiyle kesişen herkesin yakından tanıdığı Bayram Kiriş ağabeye âittir. Aslında bu soru yıllar boyu insanın, kendisini anlama ve anlamlandırma yolunda sorduğu ontolojik bir sorudur. Bu soru herkesi derin bir tefekküre iten, sorulduğu ortamlardaki muhabbetin gidişâtını doğrudan etkileyen ve ilerleyen saatlerde de yoğun bir zihin faâliyetinin sonucunda başımızın üstünden yavaş yavaş alevler çıkaran meşhur sorudur.
Sohbet masalarındaki bu yoğun tefekkür faâliyetinin netîcesinde herkes kendi varlığını, nereden geldiğini, nereye gittiğini ve nerede olduğunu aramaya başlar. Bu yoğun sorgulama ve anlamlandırma faâliyeti bizi donukluğa ve miskinliğe kapılmak bir yana aksine milletimiz için daha çok çalışmamız gerektiğini anlayıp büyük ıstıraplar duyarak harekete geçmemize vesîle olmuştur. Herkes o masadan hesâbına düşeni alır.
Benim de Yeni Ufuk dergisiyle tanışmamın ikinci adımı Bayram ağabey ile olan bu derin muhabbetlerden birisidir. Bu soru, beni, sonraları şu düşünceye itmişti: Ben kimim? İnsan ne? Biz nereye gidiyoruz? Neredeyiz? Neden bu dünyâya geldik? Türk milliyetçiliği nedir?
Bu soruların netîcesinde kendimizi kâinatın, Türk milletinin, Türk milliyetçiliği fikriyâtının bir yerinde konumlandırmaya çalışıyorduk. Tabii ki bu konumlandırma, sunî ve yapay bir konumlandırma olmamalıydı.
Neden İnsan?
İnsanoğlu târih sahnesine çıktığı ilk andan beri daima bu sorunun peşinden gider ve kendini bu kâinatta anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan bir varlık olarak hayâtını sürdürür. Bu hayat serencâmı içerisinde de kendisini tanıdığını, bildiğini düşünür. Aslında tanır ve bilir de. Lâkin bu nasıl bir tanıma ve bilme faâliyeti diye baktığımızda birtakım sorular ve sorunlarla karşılaşmaya başladığımızı görürüz. Bu sorulara verdiğimiz şuurlu cevaplarla, bir şeyler daha da anlamlı olmaya başlar. Bu sorulara bile cevap veremezsek bir medeniyet iddiasından nasıl söz edebiliriz ki?
Geçmişten günümüze kadar yeryüzündeki olumlu ya da olumsuz bütün değişimlerin ya da dönüşümlerin insan eliyle gerçekleştiğini biliyoruz. Bu durum bugün böyle olduğu gibi yarın da böyle olacaktır. İnsanoğlu her zaman kendi geleceğinin hazırlayıcısı olacaktır. Ne ekerse onu biçecektir.
Bir milletin sâhip olduğu en kıymetli ve en büyük kaynağı insanıdır, gençliğidir. Türk milleti olarak bizler de kendi insanlarımızı, millî kültür dâiresi içerisinde, çağın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde; millî bir felsefeyle, eğitimin metotlarına uygun bir şekilde yetiştiremezsek, milletimizi hak ettiği seviyeye çıkaramayız. Aksi yönde uygulanan her türlü insan yetiştirme faâliyetinde kendi milletine yabancılaşma, milletinin değerlerini hor görme ve aşağılama belirtileri gözlemlenir. Bu durum netîcesinde de insan kendisini içinde yaşadığı topluma zarar verecek yapıların içerisinde bulabilir. Bu durum, bilerek ya da bilmeyerek gerçekleşecek ve bu insan başkalarını da yaptıklarının doğruluğuna inandırmaya çalışacaktır. Hatta bu süreç bütün değerlerimizi ya da kurumlarımızı (adâlet, din, hukuk, makam vb.) istismar edip vâsıta olarak kullanmaya kadar gidebilir.
İçinde bulunduğumuz milletin derdiyle dertlenen bir avuç insan olan bizler de derdimizin bir sonucu olarak bu yola girdik ve kendi geleceğimizi hazırlamaya başladık. En öncelikli ve en önemli meselemiz nedir diye kendimize sorduk. Türk milliyetçilerinin en önemli ve en öncelikli meselesinin milletini meydana getiren insan unsuru olduğunu tespit ettik. Çünkü az evvel de ifâde ettiğimiz üzere bütün yaşanan hâdiselerin (ahlâk, eğitim, ekonomi, diplomasi, tarım, sanayi, siyâset vs.) temeldeki unsuru insanın ta kendisidir. Milleti millet yapan değerlerde, insan unsurunun içinde olmadığı hiçbir şey yoktur. Hepsi temelde insan içindir ve içinde insan var olduğu için anlamlıdır. Milletimiz için doğru iktisâdî sistemi bulsak, en iyi hukuk sistemini ortaya koysak, eğitimde en mükemmel sistemi geliştirsek dahi; bu sistemleri, projeleri, planları uygulayabilecek yetişmiş insanımız olmadan bu sıkıntılardan kurtulabilir miyiz? Elbette kurtulamayız.
Bunun için önce milletimizi çok iyi tanıyan, bilen nesillere ihtiyâcımız var. Sonra da bu yetişmiş nesillerle inşâ edilecek sosyal vasıtalara ve kurumlara… İnsan, kendini ifâde etme ihtiyâcı güden bir varlık olarak sosyal vasıtalar inşâ eder. Aynı dünya görüşüne inandığı insanlarla bir arada bulunmak ister. Buna uygun olarak da kendi sosyal çevresini ve kurumlarını meydana getirir.
İnsan sosyal bir varlık olması hasebiyle bu durumdan kaçamaz ve tek başına yaşayamaz. Çevresinde gelişen olaylardan etkilenmemesi mümkün değildir.
Var Ettiğimiz Kurumlar
Toplum olarak varlığımızı sürdürebilmemizin en önemli unsurlarından biri de var ettiğimiz kurumlarımızdır. Bu varlığımızı sürdürebilme durumu da içinde bulunduğumuz toplumun sorunlarını çözmeye ve bu sorunları çözecek olan kurumların işleyişine bağlıdır. Kurumların bu sorunları çözebilme kabiliyetleri de yöneticilerinin sorun çözme yetenekleriyle doğrudan ilişkilidir.
Var ettiğimiz kurumların toplumun sorunlarını çözmek adına (toplumun bir tâne, bir sahada, bir türde meselesi olmadığı için) farklı alanlarda varlık gösterdikleri ve göstermek zorunda oldukları târihî bir gerçeklik olarak karşımızdadır. Tam da bu noktada kurumlarımızın, edindiği târihî tecrübelerden ve göstermiş oldukları faâliyet sâhalarından ötürü birtakım farklılıklar meydana gelmektedir. Kurumlarımız bu sorun çözme faâliyetini gerçekleştirirken içinde yaşadığı toplumun değerlerinden bağımsız bir şekilde faâliyet yürütürse, toplumun değerlerine kayıtsız kalırsa; hiçbir çözüm üretemeyeceği, üretse bile toplumun ihtiyâcını karşılayamayacağı hatta yanlış çözümler üreterek, o toplumun başına bela olacağı âşikardır.
Değerler ve kurumlar arasında sorun çözebilme kabiliyeti açısından doğrudan bir ilişkinin olduğunu görüyoruz. İşte bu değerler ve kurumların uygulamalarından ortaya çıkan gelenekler ile sorun çözme kabiliyeti ve toplumun varlığını sürdürmesi arasında doğrudan bir ilişki vardır. Var ettiğimiz kurumlar, o toplumun meselelerini çözebilmek için düşünce üretmek zorundadırlar. Zâten yüzlerce yıllık buhranlı dönemimizi de bu düşünce üretememeye ve zihniyet problemlerine bağlamıyor muyuz? Düşünce veya fikir; insanın neye, nasıl ve niçin inandığını, nasıl ve niçin yaşadığını, neyi, niçin tercih ettiğini ifâde eder. Başka bir ifâdeyle düşünce/fikir insana hayâtıyla ilgili bir ölçü kazandırır. Kurumlarımızı da bu düşünce ve fikirlere bağlı olarak inşâ ederiz. 25 Aralık 1908 târihinde var ettiğimiz Türk Derneği, Türk milliyetçileri olarak bizim ilk ve örnek kurumumuzdur. Bir derdin, bir ıstırabın netîcesi olarak ortaya çıkardığımız bu kurum, milletimizin başına gelen felâketten çıkışın yolunu arayan bir yapıdır. Türk Derneğinden bu yana Türk milliyetçileri birçok kurum var etmiş, bunların önemli bir kısmı da çeşitli sebeplerle kapanmış ya da kapatılmıştır. Neden kapatıldıkları ya da neden kapandıkları bu yazının konusu değildir.
Türk Derneğini kuranlar, 1909 yılında çıkardıkları “Türk Dili” dergisinde amaçlarını şu şekilde ifâde ediyorlar: “Cemiyetin maksadı, Türk diye anılan bütün kavimlerin mâzi ve âsâr, efâl, ahvâl ve muhîtini öğrenmeye ve öğretmeye çalışmak yâni Türklerin âsâr-ı atikasını, târihini, lisanlarını, avâm ve havas edebiyatını, etnografya etnologyasını ahvâl-i içtimâiye ve medeniyet-i hazıralarını, Türk memleketlerinin eski ve yeni coğrafyasını araştırıp tartıştırıp ortaya çıkararak, bütün dünyâya yayıp dağıtmak, dilimizin geniş ve medeniyete elverişli bir dereceye gelmesine çalışmak ve imlâsını ona göre tetkik etmektir.”
Kurumun gâyesinin Türk milletinin dilini, târihini, kültür hayâtını ve değerlerini öğrenmek ve bu edinilen bilgi ve şuuru Türk milletine, dünyâya yaymak ve bu değerleri muhâfaza ederek geliştirmek olduğunu görmekteyiz. Burada amacımız; bütün Türkçü kurumların târihini anlatmak değil, Türk milletinin bağrından çıkardığımız ilk kurumun, bir araya gelerek var ettiğimiz ilk yapının, bugünün Türk milliyetçilerine nasıl örnek teşkil etmesi gerektiğini anlatmaktır. Şimdi dönüp kendimize soralım. Yıllardır var olan kurumlarımızda Türk milletinin hangi derdine derman olabildik? Kaç tane Türk milliyetçisi yetiştirebildik?
Bu soru herkesin kendi muhâsebesine bırakılmış bir sorudur. Bizlere düşen, durumdan vazîfe çıkarmak ve harekete geçmektir.
İnsanlar, fikirler, kurumlar, toplumlar târihî akış içerisinde var olurlar. Geçmişten taşıdıkları mîrasla güçlenirler ve varlık gösterirler. Elbette bu hâfızanın varlığı kişide bir şuur hâline gelmemişse ve geçmişi bilmiyorsa bu güçten beslenemeyecektir.
Maalesef milliyetçilerin içinde de bu geçmişten habersiz olma durumu gözlemlenmektedir. Bu sebeple de Türk milliyetçiliği çizgisinden sapmalar görülmektedir. Bütün bunlar o kurumları var eden kişilerin ve fikirlerinin bilinmemesinden ve söz konusu kurumların varlık sebeplerinin unutulmasından kaynaklanmaktadır. Diğer yandan maksadı Türk milliyetçilerini bölüp parçalamak olan hareketlerin de var olduğunu maalesef açıkça görüyoruz.
Peki, Biz Ne Yapıyoruz?
Türk milliyetçilerinin en önemli ve birinci meselesinin insan unsuru olduğunu ifâde etmiştik. Bu insanı Türk milletinin ihtiyaç duyduğu doğrultuda, Türk milletinin değerleriyle yetiştirmek bir an önce icrâ edilmesi gereken bir vazîfeydi ve Mefkûre Mektebi bu görevi icra etmek üzere yola çıkmıştır.
Diğer yandan Türk milliyetçilerinin kendilerini ifâde etme noktasında sıkıntıları vardı. Millî Devlet gazetesi, bu sıkıntıyı Türk milletini ilgilendiren güncel hadiseler noktasında gidermeye çalışmaktadır.
Bütün bu inşâ ettiğimiz kurumlar, Yeni Ufuk ateşiyle ortaya çıkmış yapılardır. Yeni Ufuk, Türk milletini yeniden hak ettiği seviyeye çıkarma irâdesidir. Yeni Ufuk, Türk milliyetçiliğinin öğrenilecek bir şey olduğunu düşünenlerin dergisidir. Yeni Ufuk, Anadolu’daki çoban ateşlerinin sönmediğinin göstergesidir.
Bizler, eğilmeden, kırılmadan, bükülmeden meydana yenmek için geliyoruz. Türk milliyetçilerinin ne kadar yarım kalmış işi varsa tamamlamak için geliyoruz. Türk milleti üzerinde hâince ve sinsice türlü planlar yapanların planlarını suya düşürmek için geliyoruz. Bekleyin, biz geliyoruz…
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.