Millî Devlet gazetesi için ilk yazımı, “Hani Akif merhum, İstiklâl Marşı’mızda ‘Sönmeden Yurdumun üstünde tüten en son ocak’ diyor ya… Denizli’de böyle bir ocak tütüyor. Bize düşen de bu ocağa odun taşımak…” diye bitirmiştim. Bu ocak büyüyerek, güçlenerek bugüne geldi. Büyüyen ateşinden yurdun çeşitli köşelerine öğseğiler atıldı. Bu öğseğilerin düştüğü yerlerde ateş yavaş yavaş büyümeye başladı. Büyüdükçe harlandı, harlandıkça büyüdü.

2015’te tanıştığım Yeni Ufuk dergisi de böyle bir ocağın ateşinin zayıf çıtırtılarının çıkardığı ilk sesti. Ama bir kere alev almıştı. Ateş azimle beslendi. Bugüne gelindi. Elinizde tuttuğunuz yüzüncü sayı, vatanın dört köşesinden gelen seslerin gür bir avaza döndüğü hâli. Artık, “Biz de varız, biz de varız” diye haykırmakta.

Aslında bu hikâyeyi yaşayanların içinden birisi mutlaka yazmalı. Roman olmalı. Tıpkı anahtarla kilidi açılan kapıdan girilen konağın çatısı çatıldığı gibi. İçindeki üçler, yediler, kırklar anlatılmalı. İsimsiz kahramanların döşediği taşlarla yapılan yollardan alplar geçide girmeli. Geçitten geçip gündönümleri tekrar yaşanmalı. Evet, bu hikâye mutlaka yazılmalı.

Birinci Denizli Seferi

Dedim ya, Yeni Ufuk dergisiyle tanışmam 2015’te Denizli’deydi. Rahmetli Sadi (Somuncuoğlu) ağabeyi konferans için davet etmişlerdi. Birlikte gittik. Benimkisi yârenlikti. Hem de arabayı kullanacaktım. İyi ki de öyle olmuş.

Bir düğün salonunda 25-30 genç ve büyük kısmı Sadi Bey için gelmiş Denizlililer vardı. İnanç, azim ve kararlılıkları hareketlerinden belli oluyordu. Salonun havasından da Denizli’de, câmiada, bir şeyler olduğu hissetmiştim. İçimden, “Eyvah, burada da mı ayrılık yoksa…” diye geçirdiğimi hatırlıyorum.

Ama çok şükür korktuğum çıkmadı. Nasıl mı? Cevâbı, derginin Genel Yayın Yönetmeni Berkan Sözer’in söylediklerinde görüyoruz. Sadi Bey’in vefâtının ardından yaptığımız anma programında açıkladıkları, o akşamki toplantının sabahında Sadi Bey’in gösterdiği ufuk ve verdiği cesaretten bahsetmişti Berkan. Oradan yürümeye başladılar.

Zaman zaman telefonla görüştük, bazen Ankara’da karşılaştık. Sohbetlerden anlaşıldığına göre bir karar almışlardı. Önemli bir karardı. Yollarını eğitimle döşeyeceklerdi. Bilginin gücünün farkındaydılar.

Zaman zaman telefonla görüştük, bazen Ankara’da karşılaştık. Sohbetlerden anlaşıldığına göre bir karar almışlardı. Önemli bir karardı. Yollarını eğitimle döşeyeceklerdi. Bilginin gücünün farkındaydılar.

İkincisi De Çok Güzeldi

İlk Denizli seyahatinden birkaç yıl sonra bir davet aldık. Yeni Ufuk dergisinin dördüncü kuruluş yıl dönümü etkinlikleri için çağrıldık. İskender (Öksüz) Hoca, Yağmur Tunalı ve Talat Şalk Beylerle birlikte gittik. Sadi ağabey de arabasını vermişti.

(İskender ağabey biraz gönülsüzdü. Rahatsız olan Işınsu ablayı yalnız bırakmak istemiyor, biraz da yol gözüne büyüyordu. Sadi ağabey bizi meclis lokantasına yemeğe götürmüştü. Sohbet esnâsında geçmişten bir yaşanmışlığı hatırlattım. Ben de Töre’de okumuştum. Ülkü Ocakları yurt sathına yayılırken veya başka bir çalışma için gittiği Trabzon veya Erzurum’dan döndüğünde Töre yazıhanesinde yaşananları anlatmaya başladım. Sadi ağabeyle bıyık altından gülüyor, gözleri ışıldıyordu. Daha başladığımda sonucun ne olacağını anlamıştı çünkü. Ne yaptın, seyahat nasıl geçti diyenlere Sadi ağabey, Atsız’ın: “Uzak uzak ülkelere döndüm seferden / Yaralarım ağır ama mestim zaferden” diye cevap vermişti. Bunu duyan İskender ağabey daha sözüm bitmeden “tamam, tamam gidelim” demişti. Sadi Bey de içten gelen gülüşüyle, “Benim arabayla gidin de ben de sefere katılmış olayım bari” diyordu.)

Toplantı Denizli’de bir oteldeydi. Akşam yapılan anma şöleninde yaşadıklarımız da çok güzeldi. Üç yüze yakın genç vardı. İçlerinde üniversite öğrencisi olanlar mezunlardan çoktu. Mefkûre Mektebi daha çok az mezun vermişti. Çalışmalar bütün hızıyla devam ediyordu.

Geçmişi Yaşatan Bugün

Daha sonra bir sefer daha oldu Denizli’ye. Sadi Bey bu sefere de arabasıyla katılmıştı. Bu defa İskender ve Ahmet Bican Hocalarla ben vardım. Mefkûre Mektebi’nin yaz kampıydı. Gençlerle birlikte olmak çok güzeldi. Ama esas mest eden akşam bahçede hep birlikte söylenen marşlar, okunan şiirler, türküler, şarkılardı. Sağ elin orta, yüzük ve başparmakları birleşmiş, işâret ve serçe parmakları dimdik havada. Anlayacağınız kurt işaretleriyle marşlar söylenip, türküler çığırılıyordu.

Ahmet Bican Hoca’yı da İskender Ağabeyi de daha önce öyle görmemiştim. Mutluluk içindeydiler. Sanırım, yıllar boyu verdikleri emeğin karşılığını aldıklarını da görmüşlerdi. Ve Ankara’ya dönüşte de çok konuşmuştuk. Yaralı değildik ama zaferden mest olduğumuz kesindi.

Cedit Mektepleri ya da Selanik’te çıkan Genç Kalemler bugüne örnek olur sanırım. Eğitimin ve kalemin gücü burada ortaya çıkıyor. Cedit Mekteplerinin Türk Dünyâsındaki etkisi bugün de konuşulmakta. Türk kimliğinin en üst düzeyde güçlendiği, sarsılmaz bir şuur hâline geldiğini düşünelim. Böyle bir eğitimden geçen gençlerin neler yapabileceğinin düşüncesi bile mutluluk verici.

  1. Yüzyılın Meseleleri

Geçmişte milleti içinde bulunduğu girdaptan çıkaran Türk milliyetçileri devletlerini kurtarmaya çalışmışlardı. Kurtardılar da. Büyük Atatürk’ün “Temeli Türk kültürü ve yüksek Türk kahramanlığı olan Türkiye Cumhuriyeti”ni kurdular. 1980’e doğru da emânet edilen bu devlete, millî vasfımıza ve kimliğimize yönelik tehditlere karşı durdular. Onların da çok büyük çoğunluğu üniversiteliydi. Ama yüksek tahsile gidemeyenler de çok ciddi bilgiyle donanmışlardı.

Türk milleti 21. yüzyılda da çok büyük problemlerle karşı karşıyadır. Bunların aşılması da bilgiyle olacaktır. Bilgi hakikate ulaştırır. Birlik ve beraberlik de büyük bir güçtür. Hakikatin ışığı da birliği kolay kılar.

Alperen Yüksel, Sadi Bey’in ardından yazdığı ağıtta, “Harladığı ocakta binlerce yürek pişti / Bu yürekler milletin imdadına yetişti.” diyordu.[1] Bugün de harlanan ocakta yürekler pişiyor. Bu yürekler milletin imdadına yetişecek. Hepsi de Töreli ve Devletliler…

Bu ocakları yakanlara, gönlünü ocaklara odun edenlere, bu yolda yüreği pişenlere selam olsun.

“Bir çığ gibi yürüyelim gözler ilerde;

Keder,elem her ne varsa geride kalsın!

Tehlikeler duman gibi tüterken yerde

Arkadaki her düşünce sönüp ufalsın.”

(Atsız, Yarının Türküsü)

[1] Yeni Ufuk. Mayıs 2022. s 21.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.