Gücü bilgide arayan, her dâim Hakk’ı tutup kaldıran, adâlet meşâlesiyle tüm cihânı aydınlatma ülküsünü ezelden beridir kanında taşıyan, nesillerin her bir çağında sesi olan bâzı kıymetli öyle eserler vardır ki âdeta her okunduğunda farklı diyarlara gidilir, her okunduğunda gönüller yeniden hayat bulur…

Yakın târihimize ve belki de binlerce yıl bizlere ışık tutacak, reçete olmaya devam edecek olan Türk’ün pek kıymetli mücevherlerini; zihinlere ilmek ilmek işlenen târihin temel taşlarını anlamaya, anlamlandırmaya ve dilimiz döndüğünce de anlatmaya çaba gösterdik. Öyle ki özellikle Türk edebiyatı içerisinde bir dönüm noktası teşkil eden ve geçiş dönemi eserleri olarak adlandırılan dört kıymetli eser, bir edebiyat anlayışından elbette ki ileridedir. Eserlerin müellifleri edebiyatı, mânâ bulma, hakîkate çağırma ve duyurma noktasında bir araç olarak kullanmıştır.

Bir devir ki ezelden bir akışı ebede kadar yürütmeye ant içmiş, bir söz ki nesilleri dâima diri tutmaya çalışan, bir anlayış ki her yok olmaya yüz tuttuğunda bir daha bir daha bağıran bunun yanında bahsi geçen eserler için Allah’ın kutsal emânetlerini koruyan, kollayan, duyan, duyuran olan demiştik…

Yazılarımızın başından îtibâren alıp sona doğru bağlantılı bir şekilde ilerleyecek olursak öncelikle Türk’ü Türk yapan birtakım hasletler ile değerlendirmemiz gidişatımızı ve varmak istediğimiz netîceyi zihinlerinizde şekillendirecektir.

Eserlerimizin ilki; içerisinde unutulmaya yüz tutmuş tüm değerlerimizi bir devlet anlayışıyla sunan, târihî birikimi Türk olmanın gurur ve şuuruyla kendi değerlerinin rûhuyla birleştiren ve hâlihazırda gerek stratejik açıdan gerekse de bir milletin rûhunun nasıl korunacağını ve yüzyıllar ötesinden süregelen bir anlayışla; özellikle günümüzde bu topraklarda daha da kök salıp bu köklerin çınar misâli tüm cihâna tekrardan yayılmasının gerektiğini anlatan Yusuf Has Hacip’e âit olan Kutadgu Bilig idi. Yapmış olduğumuz bu tanıma binâen bir de Kutadgu Bilig için bir milletin aynı zamanda reçetesidir demiştik. Eğer “Hangi temellere dayanarak bir reçete olarak gördük ve Türk’ün içtimâî-idârî durumlarına yapılan tespitler sonucunda ve bunlar üzerine aslolanın verilmesine niçin bu eserde ihtiyaç duyulmuştur?” diye soracak olursak, târihî şartlar bize bunu ispatlar niteliktedir. Nasıl mı? Şöyle ki öncelikle yazıldığı döneme baktığımızda 11. yüzyılın en değerli eserini görmekte olduğumuz Kutadgu Bilig, Sadri Maksudi Arsal’ın da dediği üzere: “Bu eser, medenî bir Türk mûhitinde asırlardan beri toplanmış ahlâk, siyâset ve hukûka dâir fikirlerin bir hulâsasıdır”. Dikkate değer ki Firdevsî, efsânevî İran târihini tasvir ederken Türk müteferriki Yusuf, devlet idâresinden, hukuktan, içtimâî ahlâktan bahsetmektedir. Derinlemesine incelendiğinde görülüyor ki Kutadgu Bilig’in yazılışında güdülen asıl gâye, devlet ve teşkîlatı ile ilgili hususlarının birtakım ölçü ve hudutlarla çizilmesidir.

Yusuf Has Hacip de bu noktayı “Sözümü bu dört şey: Kânun, kut, akıl ve âkıbet üzerine söyledim.” diyerek belirtmiştir. Bu dört unsurda da ortak bir menfaat vardır ki bu da tartışmasız Türk milletinin menfaatidir. Yâni toplumun amacına, gâyesine hizmet eden unsurları yine toplumun her ferdi için de hükümdar tarafından kazandırılması şiddetle tavsiye olunan “kut” anlayışı halkasının içinde barınmaktadır. Devlet idâreciliği noktasında temelde alınan husus, topluluk içerisinde yönetilenler ve yönetenlerin ayrılması dünyâdaki tüm anlayışlardan üstün bir kimlik taşımaktadır ki burada hem idâre edilenler hem de idâre edenler aynı kuvvetle çalışması tavsiye olunur. Hâlihazırda yönetenlerin bir ülkü sâhibi olması gerektiğini topluma da mutlak sûretle bir ideal ve ülkü verilmesinin gerekliliğini çağlar öncesinden Türk’e sesleyen bu eserin izlerini Türk’ün son Başbuğu olan Alparslan Türkeş’in Dokuz Işık adlı eserinde de görmekteyiz.

Türk’ün değer verdiği, Türk’ü Türk yapan değerlere ve eserler üzerinden karşılaştırılmasına girdiğimizde evvela akıl unsurunun yerini inceleyelim. Kutadgu Bilig’e göre akıl ve bilginin en çok kullanılması gereken yer iktisâdî hayattır. Bu konuda da öncelikle toplum içerisindeki çeşitli meslek dallarına ayrılan insanların liyâkat üzere iş yapması gerektiği vurgulanmıştır. Akıl, her şeyden önce bilgiyi ve müspet düşünceyi emrettiği için devlet idâresinde olduğu kadar meslekleri değerlendirmede ve onları icrâ etme noktasında da bilgiyi göz önünde tutmaktır ki bu da mûcizelerden ziyâde gerçekçi düşünceye inanan, devlet kurma noktasında kâbiliyetli olan Türk milletin fikir yapısını bizlere gösterir. Akıllı olmanın Tanrı vergisi olduğunu dile getiren Kutadgu Bilig, bize bir yön çizmiştir ve bu yönü kendi çağında, çağının ihtiyaçlarına göre somutlaştıran Dokuz Işık’ta da görmekteyiz. Buna misal verecek olursak yine paralel giden bir temel düşünce var ki insanın evvela aklen kendisini bulmanın yanında kendisini gerçekleştirme ülküsüne varabilme kâbiliyetinin devlet eliyle, özellikle de eğitim aracı ile mümkün olacağını, çeşitli meslek dallarında bilginin gücü ve işin ehline verilmesi gerektiğini bu iki eser de Türk’ün ahlâkıyla taçlandırarak verilmesi gerektiğini vurgulamışlardır.

Kutadgu Bilig’deki kut vazîfesinin aynı zamanda toplumdaki her fertte bulunması gerektiğini yâni hizmet anlayışını da ve bu anlayışın getirecek olduğu birtakım donanımlarla Dokuz Işık’tan bir alıntı sunacak olursak:

“Ülküler, uzak hedeflidir, uzun vâdelidir. Bir ülkünün hemen yarın gerçekleşmesi mümkün olmayabilir. Ülküler, önümüzdeki yılları, önümüzdeki yüzyılları kapsayabilir. Ama ülkü, insanın kalbini aydınlatan bir ışıktır. Ülkü, insanların yönünü tâyin etmesini sağlayan bir kılavuzdur. Milletler için de millî ülkü, milletin kılavuzu, milletin yolunu aydınlatan güneştir. Ülküsüz insan çamurdan bir varlık gibidir. Ülküsüz insan dümensiz, pusulasız gemi gibidir. Ferdi toplumdan, toplumu da fertten ayırmayan ve bunları da birbirine kurban etmeyen tek millet olarak Türk milleti, ebedî bekâsını temin için her dâim sesini duyurmuş ve duyurmaya da devam edecektir.”

Kuvvetin, gücün ve yükselmenin temellerinden bahsederken görmekte olduğumuz en önemli durum ise reçete olacak olan eserin yazıldığı dönemde de Batı’nın adâleti, şahsî çıkarlara vâsıta yapmak ve kölelik sistemini perçinlemek için “mantıkî” gerekçeler hazırlayarak “Hak, kuvvetli olanındır.” ilkesini yıkıp yerine “Hak, haklınındır.” ilkesini, Türk’ün ezelî târihini de temsilen savunmuşlardır. Çağlarca ferdiyetçi anlayıştan kurtulamamış milletlerin dünyâya sunduğu bir anlayış olan “hak, kuvvetlinindir” ilkesini Dokuz Işık yıkmıştır.

Törenin yılmaz savunuculuğunu yapan iki eserden de misal verecek olursak Kutadgu Bilig’de geçen ifâde öncelikle törenin vasıflarını açıklamaktadır: “O, bilge, bilgili, akıllı bir baş idi. Siyâset icrâ ederken şahsi temâyüllerini dikkate almazdı. İnsanlığı bir bütün sayardı. Bu sebeple ‘Güneş ve Ay gibi bütün dünyâyı aydınlattı.’ ‘Töre Güneş gibidir, sâbittir; bir şeyi eksilmeksizin dâima bütünlüğünü muhâfaza eder. Her yerde parlaklığı aynı kuvvettedir. Aydınlığını bütün insanlara ulaştırır. Hareketi ve sözü herkes için birdir ve herkes ondan nasîbini alır. Cihâna hayâtiyet verir. (Doğduğu zaman binlerce renk çiçek açar.)”. Bundan dolayı ona “Kün-toğdı” denmiştir. Buna ek olarak ise Kutadgu Bilig’e göre kânun, hükümdarlıktan üstündür: “Beylik, ululuk çok iyidir fakat daha iyi olan törü (töre) dir. Fakat bundan da mühim olan törenin tüz(eşit) tatbik edilmesidir. Halkın işini kişilik (insanlık) ölçüsünde düzenleyen bey o ölçüde iyidir. Böyle bir iktidar dünyâyı sarar, kurt ile kuzu bir arada yaşar.”

Dokuz Işık’ta ise aynı düzen içerisinde bir Türk töresinden bahsedilmiştir. Dokuz Işık, her Türk milliyetçisinin üzerine düşen birtakım sorumluluklardan bahsetmiş ve kurt ile kuzuyu bir arada yaşatmanın ancak Türk töresinin verdiği disiplin ile olacağını söylemiştir. Buradan hareketle Türk töresine, ahlâkına, kânunlarına, nîzamlarına riâyet etmek, hürmetkâr olmak vurgulanmıştır.

Türk’ü Türk yapan hasletler içerisinde görmekteyiz ki öncelik fertten ziyâde fertle birlikte bütün bir milleti temsilen oluşan nîzamlar çerçevesinde yâni yapılan her eylemin toplumcu bir bakış açısıyla gerçekleştiğini görmekteyiz. İlk yazımızda buna binâen kânun ve adâlet kavramını bir gümüş taht üzerinden nasıl tasvir edildiğinden bahsetmiştik. Milliyetçilik, Ülkücülük, Ahlâkçılık kavramlarını Kutadgu Bilig’de târif edilen gümüş tahtın üçayağına gâyet tabiî olarak bir benzetebiliriz ki yerinde bir benzetme olacaktır.

Töre şöyle betimlenir: Bir gümüş taht, birbirine bağlanmış üçayak üzerinde durur. Üçayak üstünde olan şey bir yana eğilmemesi, sarsılmaması için her üçünün düz durması gerekir. Ayaklardan biri yana yatarsa, öbür ikisi de kayar. Elinde büyük bir bıçak tutan Han’ın (törenin) solunda acı ot (uragun), sağında şeker bulunur. Burada bıçak hükümdârın işleri, şeker ise zulme uğrayıp hükümdârın kapısına gelen insan içindir. O insan, hükümdardan tatlı-tatlı ayrılır, yüzü güler, sevinir. Acı ot ise zorbalar ve doğruluktan kaçan insanlar içindir. Onlar için hüküm verildiğinde bu hoşlarına gitmez ve acı ot yemiş gibi yüzlerini ekşiterek giderler.

Kurgu olarak verilen bu tasvire göre yorumlayacak olursak milletini seven, millî duygularını içerisinde barındıran her fert, kut anlayışına hizmet etmenin kutsal görevini de içerisinde görebilendir. Kutadgu Bilig, burada ‘gönüllü kişi’ tâbirini kullanmıştır. Gönüllü kişi olarak geçenler başta devletin yürütücü âmilini oluşturan ve himâyesi altındaki her ferde de bu anlayışı bu ülküyü aynı zamanda verebilen olmalıdır. (Gönüllü kişi Dokuz Işık’ta geçen Ülkücülere denktir) Bu iki ayak ise ancak Türk’ün ahlâk anlayışıyla taçlanmalı ki yukarıda bahsi geçen tasvire göre yıkılmadan sağlam durabilsin. Bu üçayağın tam olarak teşekkül ettiği bir düzende Türk milletinin değerleri korunduğu gibi hızlıca gelişimi de mümkün ve tabiî olacaktır.

Kutadgu Bilig’de töre, işte bu üçayak üzerine inşâ edilirse bir milletin kurtuluşu ve cihan hâkimiyeti mefkûresini gerçekleştirebilme azmi doğmuş olmaktadır.

Kutadgu Bilig’de törenin oluşumundan ve Dokuz Işık ile karşılaştırılmasından sonra yine maddeleri açarak ilerleyecek olursak: Kutadgu Bilig, töre kavramının birtakım ilkeleri de berâberinde getirdiğinden bahseder. Bu ilkeler kitapta şu şekilde geçmektedir:

Doğruluk (Könilik)

İyilik ve Yararlılık (Uzluk)

Eşitlik (Tüzlük)

Kişilik (İnsanlık)

Dokuz Işık’ta ise sonraki adımlar Kutadgu Bilig ile elbette örtüşmektedir. Dokuz Işık içerisinde her şeyin temelinde yine Kutadgu Bilig’de de olduğu gibi “insan”a verilen mânâ olduğu için törenin ilkeleri içerisindeki maddeler konu bakımından Dokuz Işık’taki “Hürriyetçilik” ve “Şahsiyetçilik” bölümlerine tekâbül etmektedir diyebiliriz. İnceleyecek olursak; Dokuz Işık, şöyle ki hürriyetçilik anlayışı ferdin toplumları sömürmesine; toplumculuk ise fertlerin köleleştirilmesine fırsat vermek demek olamayacağını belirtirken biz görmekteyiz ki tüm bunlar üç sacayağını kendi içerisinde meczetmiş bir toplum tarafından gözetilir ve bu durum her şeyin de üstünde tutulmaktadır.

Kutadgu Bilig’de insan sevgisi, insana verilen kıymet onun kendisini gerçekleştirebilme noktasında kendisine verilen hürriyetle birlikte bir şahsiyet kimliği ortaya çıkarmasını öngörerek hem eğitim hem âile düzeninden dahi bahsetmiştir. Bununla paralel olarak Dokuz Işık’ın içerisindeki şahsiyetçiliğe değinecek olursak verilen ifâdeler şöyledir: “İnsanların kişiliği önemlidir. Toplumculuğu benimsiyoruz ama şahsiyetçiyiz. Bunu demekle de insanları sâdece milyonlarına milyon katmayı düşünerek yaşayan birer varlık olarak kabul etmiyoruz. İnsanları sömürmek isteyen bir ferdiyetçilik; şahsiyeti ezen bir toplumculuk bizim görüşlerimiz dışındadır, insanların şahsiyetini hürriyet ortamı içinde yüceltmek, ona saygı ve sevgi duymak vazîfemizdir. Ferdiyetçiliği değil, şahsiyetçiliği kabul ederiz.”

Birçok sosyolog ve terbiyeci, kesin bir tarzda ortaya koymuşlardır ki toplumlar ülkü meydana getirmeksizin ayakta duramazlar ve fertler toplumla bütünleşmedikçe de mutlu olamazlar. Milletlerin büyük eser ve hamlelere giriştikleri dönemler, büyük bir aşk ve îman içinde mukaddes hedeflere yöneldikleri zamanlardır. Bu îman ve aşk bütün fertlerini ‘tasada, kederde, kıvançta’ toplayarak büyük başarılara götürür. Esâsen büyük şahsiyetlerin, dâhilerin ve kahramanların doğması ve gelişmesi böyle bir millî hamlenin ve coşkunluğun görüldüğü dönemlere rastlar. Büyük şahsiyetlerin kaderleri, milletlerin kaderlerinden ayrılamaz.

İşte bu; büyük şahsiyet olan Yusuf Has Hacip, bir büyük kahraman Başbuğ Alparslan Türkeş’tir.

Yazı serimizin devâmında İslâmiyet’e geçişi de temsil eden önemli üç diğer köşe taşı timsali eserlerimizden yâni, Atabet’ül Hakayık, Divan-ı Lügat’it Türk ve Divan-ı Hikmet’ten söz etmiştik. Sıra ile gidecek olursak; bilgiyi erdeme yoldaş kılan, nesillere her dâim unutmayacakları ve hâfızalarında dâima diri tutacakları öğütleri veren, Türkçe yazan, Türkçe konuşan, sözleri tek tek bir büyük ummandan çıkarıp inci gibi dizen, dualarla başlayıp dualarla bitiren, görmez gözleriyle gönüllere göz olan, öncelikle söz tutmanın îtibar kazandıracağını her cümlesinde hece hece aksettiren ünlü yazar, Edip Ahmed Yükneki’ye âit Atabet’ül Hakayık’a gelelim. Burada yine baş eser olan Kutadgu Bilig ile benzerliği noktasından ele aldığımızda en temelde şunu görmekteyiz:

Kutadgu Bilig, eğitimin ahlâk anlayışıyla taçlandırılması gerektiğini savunurken ahlâkın aynı zamanda dînin temelinden geldiğini de vurgulamaktadır. Âhiret inancına vurgu yaparken ise ahlâk anlayışlarının hayâta geçirilmesi gerektiğini ancak bu şekilde kurtuluşa erişilebileceğini de reçete olarak sunmuştur. Atabet’ül Hakayık’ın ahlâk anlayışı çerçevesinde bahsedilen ve okuyucusuna aynı zamanda öğüt verdiği durumları sıralayacak olursak bunlar aynı zamanda Kutadgu Bilig’de de geçen kavramlarla özdeşlik göstermektedir. Verilen ahlâk anlayışı ve öğütler şunlardır: Âdâlet, âile birliğine önem vermek, alçakgönüllülük, ana babaya itâat, barış, cömertlik, çalışkanlık, dayanışma, dostluk, duyarlılık, dürüstlük, emeğin hakkını vermek, fedakârlık, helâl kazanç, hoşgörü, ibâdette devamlılık, istişâre, iyilerle dost olmak, işi ehline vermek, kanaatkârlık, sorumluluk, sözünde durmak, öfkeyi yenmek vs. dir. İnsanın sakınması gereken davranışları ise; acelecilik, aç gözlülük, çok yemek, dedikodu yapmak, gammazlık, haram yemek, haset, hırsızlık, içki içmek, kibirlenmek, kin gütmek, menfaatçilik, nefsine hâkim olamamak, rüşvet, sözünde durmamak, yalan söylemek ve zulmetmek olarak sunmuştur.

Türk toplumunun dünya görüşünün, yaşama felsefesinin kendi dînî inançlarından, İslâmiyet’ten ve millî târihten kökünü aldığını ifâde eden Dokuz Işık; Türk milletinin mutluluğunu sağlayacak Türk millî ahlâkına önem vermek mecbûriyetinde olduğunu vurgulamıştır. Ahlâksız kişi ve ahlâksız bir toplumun mutlu olamayacağını ve buna ilâveten böyle bir toplumun kalkınamayacağını bunun yanı sıra yine böyle bir toplumun yüksek düşünceler, kutsal inançlar uğruna fedakârlık ve ferâgat gösteremeyeceğini belirtmiştir. Aynı zamanda: “Ahlâkçılığımızın içinde İslâmiyet esasları, İslâm inançları başlıca yer almakla berâber, bununla yoğrulmuş olan ve târihimizden gelen Türk töresi de yer almaktadır.” ifâdesinden de yine bahsi geçen kavramları sağlamlaştırmak adına törenin içerisinde geçen, töreyi oluşturan ayaklardan biri olması hasebiyle yine bir vurgu hem Kutadgu Bilig hem Atabet’ül Hakayık hem de Dokuz Işık bu nazariyetle mutabık kalmışlardır.

Atabet’ül Hakayık’ta:

“Ey dost bilginin izini tâkip et, sözü bilerek söyle. Mal hırsını gönülden çıkar.”

Derken yine bir gönüllü kişiden, Türk’ün ahlâkıyla taçlanıp şahsiyet kimliğine bürünmüş kişiden, Ülkücü bir kimlikten, ideal insandan ve bu insanların çokluğu netîcesinde bir milletin varoluşu ve devamlılığına bir vurgu yapılmaktadır. Yine meselemiz defalarca tekrar ettiğimiz üzere fertten ziyâde ferdi de göz önüne alarak toplumcu bir bakış açısıdır.

Yine gönlümüzde binlerce kandil yakan eserimizden biri: “Divânü Lügat-it Türk” eseridir. Kaşgarlı Mahmut, bilindiği üzere bu eserini başta dili korumak ve geliştirmek, en temelde ise Türk’ün tüm kültür unsurlarını dünyâya tanıtmayı temel alıp Türk’ün her bir kültür unsurundan bir medeniyet hamlesi çıkacağını kanıtlamak gâyesiyle yazmıştır.

Tanrının ülkeleri Türk’ün himâyesine mülk olarak vermesi ‘Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresini’ de gözler önüne sermektedir ve bunun için de bu eser aynı zamanda Bağdat’tan dünyâya yapılan bir çağrıdır. Bu mefkûrenin aynı zamanda dilde birlikle olabileceğini bizlere sunmuş ve yol açmıştır. Buna mukâbil olarak Kutadgu Bilig’in de Divan- ı Lügat’it Türk’ün de dile, Türkçeye verdiği önem tartışılmaz bir gerçektir ve Dokuz Işık da buna ek olarak birçok kalkınma maddelerinin içerisinde buna hizmet edecek en önemli kavramın dilimiz Türkçe olduğunu vurgulamakla birlikte yabancı dilde dahi eğitime karşı bir tutumda bulunmuştur. Bulunmuştur ki başından beri anlattığımız Türk’ün kimliği, kendisini bel kemiği olan diliyle muhâfaza etsin ve geliştirebilsin.

Gelelim bir diğer büyük, kıymetli eserimiz Hoca Ahmed Yesevi’nin Divan-ı Hikmet eserine. Bir çağı açıp bir çağı kapatan, yetiştirdiği Alperenler sâyesinde Türk-İslâm ülküsünü yayan, derin bir mutasavvıf gücüyle hemen her noktaya değinen, bu sebeple temel bir taş olan, kendi çağından gelecek çağlara hikmetleriyle seslenen, Hoca Ahmet Yesevi; her şeyden evvel ayak bastığı her toprakta hikmetleriyle arkasından gelecek olan nesillere birer işâret bırakmıştır. Her şeyden evvel insan eğitiminin çok önemli olduğunun bilincine sâhip olan ve bu düsturla insan yetiştirmeye ömrünü adayan Hoca Ahmed Yesevi, hikmetlerini üç sacayağına oturtur diyebiliriz: İlim, îman ve aşk. Öncelikle ilim, başlı başına bir medeniyet kurmanın temel taşıdır. Ancak ilim yoluyla insan fıtratını tanımak ve anlamak, bunun devâmında ise gâye olarak ortaya konulan toplumsal ve siyâsî bir düzen oluşturmak mümkündür. Cehâletin kaçınılmaz bir sona sürükleyeceğini devamlı vurgulayan hikmetler yine ölçüsünü Kur’an-ı Kerim’den almaktadır. Yüce kitabımızda: “Allah, aklını kullanmayanlara bela verir.” (Yunus, 100. Âyet) âyeti geçmektedir. Akıl ise ilmin gereğine uygun kullanılmaktadır. Bu üç kavramın aynı zamanda insanı kanatlandıran vâsıtalar olarak gören Hoca Ahmet Yesevi, gâyeye varmak için ise bu kanatları eksiksiz kullanmak gerektiğini belirtmiş ve kullanmanın metotlarını hikmetleri aracılığıyla sunmuştur. Bu kıymetli eseri ise öğrencilerinden biri olan Şaban Durmuş sohbetlerden yazıp Divan-ı Hikmet’i oluşturmuştur.

İlim, îman ve aşk ise yine diğer eserlerde yer yer verilmekle birlikte yine insanın şahsiyetini oluşturan en temel bir kavram olarak görülür ve gönüllü kişi, Ülkücü şahsiyete sâhip bir insanın îman ve aşk ile milletini sevmesi ve ilimlere hâkim olup kendisini yetiştirmesi buna mukâbil olarak da fedâkârlık ve ferâgat noktasında olabilmesini Kutadgu Bilig’de de görmekteyiz. Ne kadar da toplumda bu kimselerin oluşması noktasında bir görüşte hemfikir olunsa da yine bir noktada Kutadgu Bilig, bu kimselerin toplumda herkes tarafından yapılamayacağını da vurgulamaktan kendisini alıkoymamıştır.

Yazımızın sonuna gelirken tüm bu yazı serisinde varılmak istenen gâye târihin, özellikle de târihî şuurun ve Türk’ün edebî anlayışının birleştiği eserlerden hareketle bir nebze de olsa yakın târihe getirebilmek istedik. Yer yer kurulmuş olan târih ve kültür köprülerinin tahtalarının kırıldığını anlayabilmek, bizâtihi sallanan bir köprünün halatlarının kopmak üzereyken tutup yeriniden kaldırmak mümkündür. Fakat biz bunun yerine yine târihî tecrübeden kopmadan bulunulan çağa göre yeniden bir köprü inşâ etmenin mücâdelesini veren ve bu târihin devamlılığını sağlayacak olan köprü için gerekli tüm malzemeleri aramaya çıkan, yiğit erlerin ve kadınların omuzlarındaki bu emâneti yazılan eserler ışığında anlatmaya çalıştık.

Dokuz Işık ise bahsi geçen dört değerli eserimizin yansımalarını Türk’ün devlet anlayışı çatısında bir aruz misâli bahsini geçirmiştir. Sunulmuş olan bu reçete ile çağımızdan belki daha yıllarca ana hatlarıyla Türk’ün tüm dertlerine şifa olmaya devam edecektir. Dokuz Işık’ın temelinde işlenilen nokta ise hâlihazırda bu unutulmaya yüz tutmuş dört eserimizin bugünün şatlarına ve milletin ihtiyâcına göre yapılacak olan kalkınma hamlelerinde rayından çıkmış olan Türk’ün benliğini olması gereken yerine tekrardan getirmekle mükellef görmesidir. Bu dört eser ve Dokuz Işık’a varan süre zarfında elbette birçok kıymetli eserler vücûda gelmiştir. Tüm bu eserler ve temelde dört eser, Dokuz Işık’ın hazırlanması temelinde büyük rol oynamıştır. Bu seriyi yazmaktaki esas gâye ise târihî süreçteki tekâmülü ortaya koyarak şuurlu bir bakış açısı kazandırmaktır. Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in şu sözü bütün bir târihten ve şuurdan kopmanın bir millet için nelere sebebiyet verdiğini belirtecek niteliktedir:

“DALINDAN KOPAN YAPRAĞIN ÂKIBETİNİ RÜZGÂR TÂYİN EDER.”

KAYNAKÇA

1) Cengiz, Oğuzhan. Alparslan Türkeş ve Dokuz Işık, İstanbul: Bilge Oğuz Yayınları, (2019)

2) Akalın, Şükrü Hâlûk. Divânü Lügat-İt Türk. TDK Yayınları.

3) Başer, Sait. Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre. İrfan Yayıncılık. (2011)

4) Büyükbaş, Hakkı & Vargün, Fahri. Kutadgu Bilig’de Devlet Yönetimi Hükümdâr- Adâlet İlişkisi. Ardahan Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 4. (2016): S. 27-33.

5) Çağbayır, Yaşar. Günümüz Diliyle Atabet’ülHakayık. İstanbul: Ötüken Yayınevi. (2009)

6) Demirel, Kaan. Kutadgu Bilig’de Devlet Yönetimi, Niğde Üniversitesi, İİBF, Kamu Yönetimi, 2014. C.6, Sayı 14, s. 55-61

7). Kafesoğlu, İbrahim. Kutadgu Bilig ve Kültür Târihimizdeki Yeri. Kültür Bakanlığı Yayınları. (1980) Seri:13. sf 368.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.