Dün yine çınaraltında meçhul filozofla berâberdik.
Ona şu suali sordum:
-İnsanın en kudretli silâhı olan tebessümü dudaklarımızdan çalan hangi kuvvettir? -Fransızca “autorite” kelimesini bâzı kimseler “sulta” bâzıları da “velâyet” diye tercüme ediyorlar. Bence bu iki tercüme de doğrudur. Çünkü “otorite” iki türlüdür. Bir otorite vardır ki ona hürmet ve muhabbetle itaat ederiz; “velâyet”tir. Diğer otorite daha vardır ki ona korkarak ve tiksinerek itaat ederiz. Bu da “sulta”dır. Ahlâkçılarla inkılapçılar yalnız velâyeti meşru görürler; onlarca, sulta gayrimeşru ve izalesi vâcip olan bir kuvvettir.
İnsanlar totemli semiye devrinde iken yalnız velâyet vardı sulta yoktu. Semiyenin reisi, ferdî hiçbir kuvvete mâlik olmayan bir memurdan, bir cumhur reisinden ibâretti. Avustralya vahşilerinde bu hâli görüyoruz.
Kuzey Amerika’nın garp taraflarında Tlingit Haida Kwakiutl adlı kavimlerde semiyenin totemi, semiye reisi tarafından gasp ediliyor. Totem ferdileşerek hâkimiyet topluluktan ferde geçiyor. “Velâyet-i amme” (kamu otoritesi) yerine de “sulta-i hassa” (kişisel baskı) geçiyor. İşte derebeylik böyle başlıyor.
Derebeyi en önce kendi semiyesini sonra kabilesine âit semiyeleri daha sonra aşîretin diğer kabîlesini sultasına alarak nihâyet bütün aşîrete hâkim oluyor. Âilenin asabe misâlinde yakın akrabalar asabenin sultası altına giriyor. Asabenin bir türünde de âilenin reisi, bütün asabesini ve kendi çocuklarıyla karısını sultası altına alıyor. Yâni bunları öldürmek ve satmak kudretlerine mâlik oluyor. İşte bu âile enmûzecinedir ki “pederşâhî âile” adı veriliyor. En nihâyet bir aşiret beyi, bütün diğer aşîretleri ve şehirleri hâkimiyeti altına alarak “Sultan” adını alıyor. İşte fertlerin ruhları üzerinde dâima bir tazyik icra ederek ruhlarından neşeyi ve dudaklarından tebessümü kaçıran bu sultalardır. Bununla berâber sultalar yalnız siyâsi sahada kalmıyor. Din ki en tatlı ve rûha en samîmî neşeyi veren bir müessesedir, bu da zühdün ve taassubun ona hulul etmesiyle (onun içine girmesiyle) sulta sâhibi oluyor. Ahlâk, câhil mürebbîlerin ve muallimlerin elinde sultalı bir hâkim vaziyetine giriyor. İktisâdi hayat da bugün sermayedarları yarın ameleleri sulta sâhibi kılıyor. Gazeteler de bâzen tehdit vaziyeti alarak sulta sâhibi olmaya çalışıyor. Hulâsa zavallı insanlar gerek âile gerek cemiyet içinde birçok sultaların tahakkümü altında kalıyorlar. Bütün bu sultalar kalplerdeki şetâretin dudaklardaki tebessümün düşmanlarıdır. Tebessümü milletin fertlerinde yeniden umumileştirmek için bütün bu sultaları kaldırmak lâzımdır.
– Velâyet hürmet duygusunu uyandırdığına göre onda da bir nevi sulta mahiyetinin bulunması lâzım gelir. Çünkü hürmet duygusunu tahlil edersek bunun sevgi ile korkudan oluşmuş olduğunu görürüz.
– Korku iki türlüdür: Birincisi, babamızdan korkmak ikicisi, yılandan korkmakla temsil edilebilirler. Tabiî babamızdan korkmak, yılandan korkmak gibi değildir. Babamızdan korkmamız, onun sevgisini ve teveccühünü kaybetmek endişesinden ibârettir. Zâhitleri istisna edersek bizim Allah’a karşı olan korkumuz da babamıza karşı olan korkumuz gibidir. Çünkü Allah’a karşı olan korkumuz da onun muhabbet ve teveccühünü kaybetmek endişesinden ibârettir. Bir çocuğa sormuşlar Allah’tan mı korkarsın yoksa yılandan mı? Zeki çocuk şu cevâbı vermiş. Alah’tan korkarım, yılandan da ürkerim. Demek ki bu çocuğa göre korku ile ürkmenin mânâları ayrıdır. İşte velâyelte sulta da böyledir. Velâyeti hem severiz hem de ondan korkarız. Sultadan ise ürker ve nefret ederiz.
– Bu ifâdelerinizden anlaşılıyor ki memleketin her müessesinden sultayı kaldırmak, onun yerine velâyeti ikâme etmek lâzımdır. Cumhûriyetin hakîkî mânâsı da budur değil mi?
– Evet, cumhuriyet demek bütün bu sultaları kaldırmak demektir. Cumhûriyet, velâyetlere hürmet eder, yalnız sultaları kaldırır.
– Cumhûriyet aynı zamanda hürriyetin azamî bir derecesi demektir. Velâyetler hürriyeti takyit ve tahdit etmezler mi? Nasıl oluyor da velâyeti hürriyete zıt görüyorsunuz?
– Velâyet hürriyetimize tamamıyla mâlik olduğumuz hâlde hürmet ettiğimiz bir toplumsal kudrettir. Velâyet hatta zerre kadar bile hürriyetimize tecâvüz etse derhal mâhiyeti değişir, sulta hâlini alır. O hâlde hürriyete aykırı bir velâyetin tasavvuru bile gayrimümkündür. Velâyet olmasa cemiyette inzibat olmaz. Hürriyet de olmasa terakki vücûda gelmez. Şimdi tamamıyla anlaşıldı ki Türklerde şetâretle tebessümü yeniden uyandıracak âmiller sultasız bir velâyet, mefkûreli bir hürriyettir. Çünkü şetâretin ve tebessümün bir membaı da mefkûrelerdir. Bunu da yarınki sohbetimizde îzah edeceğim.
KAYNAKÇA
Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. Ötüken Yayınevi. İstanbul. 2016. s. 27-29.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.