Târihî kaynaklara göre Mezopotamya diye adlandırılan, Dicle ve Fırat Nehirlerinin arasında kalan bölgede Türk varlığı, bin yıla kadar uzanmaktadır. Türklerin Irak’a ilk yönelmeleri H. 54 (M. 674) târihinde olmuş ve Türkler Emevi döneminde Basra vilâyetine 2000 askerle yerleşmişlerdir. Basra’ya yerleşen Türk askerlerinin buraya gelmelerinin sebebi savaş kâbiliyeti ve ok atmakta pek mâhir olduklarının bilinmesidir. Bu, Emevi yetkililerinin ve bizzat komutanlarının ilgilerini çekmiş ve hilâfet ordusuna alınmalarını sağlamıştır. Bununla birlikte Türkler, ok atmayı bilmeyen Arap askerlerine de bu hususta ok atma tâlimi vermişlerdir.
Türklerin Irak’a ikinci yoğun gelişleri Abbasi Hilâfeti döneminde gerçekleşmiştir. Hilâfet ordusunda üstün başarılar elde eden, iç karışıklıkların bastırılmasında görev alan ve Bizans’a karşı mücâdele eden Türkler, ordu içinde önemli yerlere gelmişlerdir. Abbasilerin ikinci halîfesi Ebu Cafer’ül-Mansur (754-775) ve Harun’ür Reşid (786-809) dönemlerinde, Türk askerlerine ve muhafız birliklerine ciddi derecede ehemmiyet verilmiştir.
Abbasi döneminde Türklerin kalabalık bir şekilde Irak’a göçleri gerçekleşmiştir. Özelikle Halîfe Me’mun ve annesi Türk olan Mutasım-Billah’ın hâkimiyeti sırasında ortaya çıkan birtakım siyâsî hâdiselerden sonra göçlerin arttığı görülmektedir. Hatta Me’mun’un hükümdarlık tahtına oturmasında Türklerin etkin rolü olduğu bilinmektedir. Aynı minvalde Halîfe Mu’tasım’ın iktidâra gelişinden hemen sonra Türklerin Abbasi ordusuna alınmaları konusu, ivedi bir derecede önem taşıdı. Böylece Soğd, Fergana, Esruşene ve Taşkent bölgelerinden tecrübeli ve maharetli Türk subayları, halîfenin hassa askerleri olarak alınmaktaydılar. Böylece Türk askerleri Abbasi hilâfetinin bölünmez bir bütünü hâline gelmiştir. H. 211 (M. 836) senesinde Halîfe Mu’tasım Billah, Türk komutanı Aşnas tarafından halîfenin Hassa ordusu için bir şehir inşâ edilmesini istemiştir. Bu şehir, Mu’tasım Billah emriyle 836 yılında başkent Bağdat’ın 100 km kuzeyinde, Dicle Nehri’nin sol kıyısında inşâ edilmiş ve sonradan başkent olarak îlan edilmiştir. Birçok halîfe, hükümdarlıklarını Sâmerrâ’da (Sürremen reâ “göreni sevindiren”) sürdürmüşlerdir.
Bu dönemde, Türklerin halîfe üzerinde çok etkin oldukları bilinmektedir. İbn-i Haldun bu durumu şöyle yorumlamıştı: Halîfelerin elinde bir şey kalmamıştı. Halîfelerin hâli şairin şu beyitlerinde tavsif ettiği gibiydi: Halîfe, Vasıf ile Boğa arasında, kafesindeki kuş gibi, mahpus bir hâldedir. Papağan kuşuna ne öğretilir ise onu söylediği gibi, halîfe de bu iki Türk komutanı tarafından öğretilen sözleri tekrarlar.
Arap târihçilere göre Türklerin Abbasi döneminde halîfeler yanında böylesine yüksek ve güvenli konumlara gelmeleri şüphesiz kendilerinin mümeyyiz özeliklerinden kaynaklanmaktadır. İbn-i Haldun, Türkleri “El-Mukaddime” adlı kitabında şöyle vasıflandırmaktadır: Onlar yaltaklanmayı, nifâkı, boş gösterişi, arada yalan ve uyduruk sözlerle dolaşmayı, riyâyı, velîlere gösterişli masraflar yapmayı ve ortaklara zulüm etmeyi bilmeyen bir millettir. Bidat bilmezler, nefis ve hevesleri onları ifsat etmemiştir. Şüpheli malları helâl olarak almazlar. Dünyâda Türklerden cesâretli, atıcı ve düşmana saldırıda kararlı üstün bir millet yoktur.
El-Cahiz de Türkler hakkında şöyle demektedir: Eğer ki, vatan sevgisi insanda içgüdüsel bir şey olsaydı en çok Türklerde görünür ve derinleştiğine şâhit olunur idi.
Bununla birlikte Mezopotamya bölgesindeki Türkler birçok devlet kurmuşlardır, bunlar:
Selçuklular Dönemi: 1055-1194
Atabeyler Dönemi:1127-1233
İlhanlılar Dönemi: 1258-1344
Celayirliler Dönemi: 1339-1410
Karakoyunlular Dönemi: 1411-1468
Akkoyunlular Dönemi: 1468-1508
Safeviler Dönemi: 1508-1534
Osmanlılar Dönemi: 1534 – 1920.
Osmanlı Devleti’nin Irak’tan çekilmesi ve Ankara Antlaşması sonrasında Irak Türklerinin geleceği, İngiliz mandası altında inşâ edilen Irak Krallığı’nın insâfına terk edilmiştir. Krallık yönetimi ise Irak Türkmenlerini, İngilizlere ve Irak Kralı Faysal’a karşı tutumlarından dolayı sindirme, sürgün ve katliam politikalarına başvurmuştur. Bahsi geçen bu katliamların ilki Telafer’de yaşandı. Bu katliamlardan birincisine “Kaçakaç” adı verilmiştir.
Irak Türkleri, İngiliz işgâline karşı ilk direnişlerini Telafer’de başlatmıştır. Musul’da faâliyet gösteren Türk Cemiyeti tarafından ayaklanma hazırlıkları yapılmış ve ayaklanma Türkmen ilçesi Telafer’de başlamıştı.
Telafer’in önde gelen şahsiyetleri ve liderleri, şehrin dışında toplanarak İngilizlere karşı ayaklanmanın planını, hareket hatlarını belirlemiş ve bölgedeki Arap aşîretlerinin de bu direnişe yani millî ayaklanmaya katılmalarını sağlamaya çalışmışlardır. İngiliz koğuşuna yapılan hücum ile harekete başlayan Telafer Türkmenleri, amansız bir savaşa girerek İngiliz subay ve askerlerini öldürmüşlerdir. Bu saldırıdan sonra İngiliz ordusunun ayaklanmayı önlemek ve bastırmak üzere büyük birlik hazırladığı haberi alınınca Telafer Türkleri, yalnız yatalak ve yürümeyecek kadar yaşlı olan kimseleri bırakarak çoluk çocuk, kadın erkek Telafer kentini boşaltmışlardır.
Karaçuk dağlarına yerleşen ahâli, üç ay boyunca bu dağda kalarak çeşitli zorluklara mâruz kalmışlardır. İngilizlerin ordusu Telafer’e girerek şehri boş görünce evleri top ateşine tutmuşlardır. Buğday ambarları başta olmak üzere halkın depoladığı zâhire ambarlarını ateşe vermişlerdir. Sonra ise dağda mevzilenmiş olan kişilerin şartlı olarak yurtlarına dönmelerini istediler. Önde gelen şahsiyetlerin ve liderlerin birçoğu tutuklanmış ve işkence görmüş, bir kısmı ise sürgün edilmiştir. Irak Türkleri için derin izler bırakan bölge halkına acılı günler yaşatan ve târihe Kaçakaç Destânı olarak geçen 1920 Ayaklanması, Irak Türkleri için ölümsüz bir kahramanlık destânıdır ve anıları günümüze kadar yaşamaktadır.
Kaçakaç Destânı’ndan sonra artık İngilizler, Türkmenlere gün yüzü göstermediler. Türkmenleri zulüm ve işkenceyle siyâsî mahfilden uzaklaştırmaya çalıştılar ve bununla kalmayıp 4 Mayıs 1924 târihinde Kerkük’te Levi (Ermeni) Katliamı yapıldı. Bu hâdise, işgalci İngilizler tarafından Levi adı verilen Teyyar (Asuri) askerleriyle bayram hazırlığı yapan vatandaşlar arasında yaşanmıştır. Büyükbazar’da esnafın biriyle münâkaşaya giren askerlerle çıkan tartışma, kavgaya dönüşmüş ve askerlerin birisi yaralanmıştır. Bu olaydan sonra bahsi geçen askerler cephane alarak pazar yerine gelirler ve pazarda rastgele önlerine gelene ateş açmaya başlarlar. Bu olayda yüze yakın mâsum sivil Türkmen vatandaşı şehit düşmüştür. Şehit edilenlerin çoğunluğu çocuk ve kadınlardan oluşmaktaydı. Katliamdan sonra İngiliz komiseri bu cinâyeti yapan askerlerin cezalandıracağını söyler. Ancak İngilizler, aradan iki yıl geçmeden cânilerin affedilmesi için Irak Hükûmeti nezdinde girişimlerde bulunur. Irak Hükûmeti, cânileri cezalandırmadan affeder ve olayı gizleyerek soruşturmayı kapatır.
İkinci Cihan Harbi bittikten sonra Kerkük’te, İngilizlerin inşâ ettikleri petrol şirketinin işçilerinin ekseriyetini Türkmenler oluşturmaktadır. İşçiler ücretlerin yükseltilmesi, haklarının karşılanması, kötü muamelenin son bulması gibi gerekçelerle eylem yapmış ve ardından işten istifâ kararı almışlardır. İşçilerin taleplerini beyan eden kişilerin tutuklanması sonucu öfkelenen işçi grubu, eylemlerine devam etmişlerdir. İstekleri başta ücretlerin ve çalışma şartlarının iyileştirmesi olan işçiler, Gâvurbağı olarak adlandırılan meydanda düzenli olarak gösteri konuşmaları yapmaktaydılar. Tüm uyarılara rağmen protestocular geri adım atmamış, direnişe, haklarını istemeye devam etmişlerdir. Gâvurbağı meydanını askerler kuşatma altına alırken işçiler arasında çıkan kavga sonucu 5 işçi hayâtını kaybetmiş, 14 işçi ve altı yerel polis de yaralanmıştır. İkinci gün yaralılardan biri de ölmüş ve ölü sayısı 6’ya çıkmış, bununla birlikte hastaneye müracaat eden yaralı sayısı ise 14 olmuştur. Fakat sorgulanma korkusuyla hastaneye gitmeyen çok sayıda yaralının olduğu dikkate alınırsa, yaralılar bilinenden bir hayli fazlaydı. Gösteride ölen işçilerin sayısı 10, yaralanan işçi sayısı ise 27 idi.
12 Temmuz 1946’da Kerkük’teki petrol şirketi işçilerinin protesto gösterileri sırasında ortaya çıkan çatışma sonucu yaşanan Gâvurbağı Katliâmı, Irak Hükûmetinin Irak Türklerine karşı yaptığı dışlama ve insan hakları ihlallerine örnek olabilecek mahiyettedir ve İngiliz işgalinden sonra Irak Türklerine yapılan bir katliamdır. Gâvurbağı adı verilen zeytin bahçesinde yaşanmasından ötürü Gâvurbağı Katliamı olarak adlandırılmıştır.
İngilizlerin yanlış politikaları, ordu içinde rahatsızlıklara sebep olmuştur. Kraliyet döneminde yükselişte olan Arap milliyetçiliği, Irak ordusunda subayların hükûmet karşıtı bir tavır almalarına sebep olmuştur. Arap milliyetçiliğini özümseyen subaylar ve solcularla yapılan iş birliği neticesinde 14 Temmuz 1958’de General Abdülkerim Kasım önderliğinde Irak’ta askerî darbe gerçekleşmiştir. Türkmenler, tüm Iraklılar gibi, Irak’ta refah bir şekilde yaşayacaklarını ve cumhuriyetin kendilerine haklarını vereceğini düşündü. Lakin Türkmenler yine hayal kırgınlığına uğradı. Rusya’da siyâsî ve askerî eğitim alan Molla Mustafa Barzani ülkeye dönerken halk kahramanı gibi karşılandı. Barzani, gelişen hadiselerden sonra Kerkük’ü, IKBY’nin başkenti olarak îlan etti. Yine Moskova’da eğitim gören komünist bir yandaşını Kerkük belediye başkanlığına getirdi. Fakat Kerkük bir Türk şehri olduğundan dolayı bu durum Türkmenleri sinirlendirdi.
Irak’ta kurulan cumhuriyetin yıl dönümü münâsebetiyle bütün Irak’ta kutlama şenlikleri tertip edilmişti. Kutlamalar, Kerkük’te de icrâ edilmekteydi. Türkmenler kutlamaya coşkulu bir şekilde katılmıştı. Çünkü sürgüne gönderilen aydınlar, cumhuriyet döneminde geri dönebilmişti. Kutlamalar esnasında Kürtlerden oluşan militanlar, ellerinde ağır silahlarla çevre köylerden jiplere binip şehir merkezine inerek Türkmenleri Turancılık ve faşistlikle suçlamış, ardından sivilleri ve önde gelen Türkmen önderi Ata Hayrullah’ı hunharca ve misli görülmeyen bir katliamla öldürmüşlerdir. Üç gün süren bu katliam, târihe kara bir leke olarak 14 Temmuz Kerkük Katliamı adıyla geçti.
1959 Kerkük Katliamı, 1924 Levi Katliamı ve 1946 Gâvurbağı Katliamlarından farklı olarak planlı ve önceden tertip edilmiş bir katliamdır. Bunun yanı sıra hadise aktörleri bu noktada değişmiş ve İngilizlerden farklı olarak Kürt güçleri ve komünist milisler ortaya çıkmıştır. Irak’ta İngilizlerin mandası olan kraliyet 14 Temmuz 1958’de devrilmiş ve cumhuriyet îlan edilmiştir. Darbeyle iktidâra gelen General Abdülkerim Kasım komünist yandaşlarıyla gayet iyi anlaşmaktaydı. İngiliz müdâhalelerinden kurtulan Irak, bu kez Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin baskısı altına girmiştir. Bu nedenle Ruslar ve komünistler Irak’ta sayılarını ve yandaşlarını oldukça arttırmışlardır. Öyle ki Irak ordusu, tamâmen Rus silahlarıyla donatılmıştır. Hatta Komünist Partisi, başkent Bağdat’a giden yolları denetimi altında tutuyordu. Kısa bir zamanda üye sayısını da 27 bine çıkarmıştır. Irak Türkmenleri cumhuriyetin îlanına oldukça sevinip güvenmişlerdi. Ancak bir müddet sonra cumhuriyet yönetiminin Kürt milislerine vermiş olduğu destek ortaya çıktı. Binaenaleyh iktidar ile Irak Türkleri arasında cumhuriyetin îlanından îtibâren de gerginlikler ve hoşnutsuzluklar olmuştur.
Saddam Hüseyin, 1958 yılında dönemin Irak lideri olan Abdülkerim Kasım’a tertip edilen suikast girişimiyle alâkası olması nedeniyle ülke dışına çıkarıldı. Mısır ve Suriye’deki sürgün yıllarında hukuk eğitimini tamamladı. 1968 yılında darbeyle Baas Partisi’nin iktidârı ele geçirmesine yardımcı olup güvenlikten sorumlu bakanlık görevine getirilen Saddam, kısa bir sürede Baas Partisi’ne mensup olmayanları hükûmetten uzaklaştırmaya başladı. 1979 yılında General Ahmet Hasan Bekir’i devirerek iktidâra gelip 2003’e kadar hüküm sürdü.
1980 senesine gelindiğinde ise Irak-İran Savaşı patlak vermiş, hükûmet ise binlerce Türkmen gencini 8 sene boyunca savaşta ön cephelere göndermiştir. Binlerce Türkmen genci Irak-İran Savaşı’nda can vermiştir. Böylelikle birçok genç esir düşmüş, dönemeyen gençlerin evlerine ise ateş düşmüştür. Özelikle Saddam Hüseyin döneminde Irak Türklerine karşı ağır asimilasyon politikaları uygulanmıştır.
Bu dönemde de bahsedilen sürgün ve katliamlara son verilmemiştir. Özellikle Saddam rejiminde bu gibi vakalar aralıksız devam etmiştir. Birçok Türkmen, kendi yurtlarından Irak’ın güneyine sürgün edilmiş arsaları ve meskenleri ellerinden alınmıştır. Güneydeki Araplara Türkmen yurtlarına yerleşmeleri için 10 bin dinar teşvik verilmiştir. Yönetim, Türkmen aşîretlerini Araplaştırma politikası uygulamış ve birçok Türkmen şehir ve köylerinin isimleri değiştirilmiştir. Türkçe konuşma tamamen yasaklanmış ve Türkçe yayın yapan dergi ve gazeteler kapatılmıştır. Özellikle 1980 senesinde önde gelen Türkmen lider kadrosundan Doç. Dr. Necdet Koçak, Emekli Albay Abdullah Abdurrahman, Dr. Rıza Demirci ve iş adamı Adil Şerif’i îdam olunmuşlardır. Saddam rejimi tarafından mezâlimler ve insanlık dışı siyâset devam ettirilerek yine aynı şekilde 28 Mart 1991’de Türkmen kasabası Altunköprü ve Tazehurmatu’da Ramazan ayında yüzlerce sivil Türkmen kurşuna dizildi ve bu olay târihe “Altunköprü Katliamı” olarak geçti.
Saddam’ın, Irak Türkmenlerine karşı işlediği ve insanlık suçu olarak tâbir edilen uygulamalar, kaynaklara göre şöyledir:
– Türkmenlerin kendi bölgelerinde devlet dâirelerinde atanmalarının yasak edilmesi,
– Türkmenlerin kendi bölgelerinde binâ inşâ etmeleri ya da mülklerinin diğer bir Türkmen’e satmalarının yasaklanması,
– Türkçe konuşmanın tamâmen yasaklanması,
– Türkçe gazete, dergi ve kitap yayınlanmasının yasaklanması,
– Türkmenlere karşı tutuklama, îdam ve zorunlu göçe tâbi tutulma olayları,
– Türkmen liderlerinin yargısız îdam edilmeleri,
– Türkmenlere baskı yaparak etnik kimliklerini Türkmen yerine Arap olarak değiştirmeye mecbur edilmeleri.
9 Nisan 2003 târihinde Koalisyon Güçleri, Irak’ı işgâlinin hemen ardından Amerikan kuvvetlerinin ve hükûmetinin desteğiyle Kürt grupları Kerkük iline ve diğer Türkmen bölgelerine yerleştiler. Bahsedilen grubun şehre girer girmez ilk işi tapu ve nüfus kayıtlarını yağmalayıp yakmak olmuştur. Kürt silahlı grupları (peşmerge), şehirde bulunan bütün devlet dâirelerine el koyduktan sonra demografik yapıyı değiştirmek için başka yerlerden Kürtleri Kerkük’ün merkezine ve çevresine yerleştirmiştir. Amaç bölgeyi Kürtleştirmektir. Kürt güçleri, Türkiye, Suriye ve İran Kürtlerini Kerkük’e yerleştirip illegal bir şekilde vatandaşlık vermişlerdir. Şehrin resmî kurum ve kuruluşlarında nüfuzlu (valilik, belediye başkanlığı, polis müdürlüğü, meclis, eğitim) görevlere Kürtleri ve yandaşlarını getirmişlerdir.
Başta Kerkük olmak üzere, Musul, Telafer, Tuzhurmatu, Diyâla ve bütün Türkmeneli bölgelerinde yüzlerce bombalı saldırı ve suikastla Türkmenler katledilmiş, birçok Türkmen yerleşim yeri harâp olmuştur.
Varlığımızı, kimliğimizin korunmasını, Türkmeneli coğrafyasının bekâsı için mücâdele verirken ölümsüzleşen semboller olan şehitlerimizi sonsuza kadar gönlümüzde yaşatmalıyız. Gençler olarak bizlere düşen görev, şehitlerimizin Türkmeneli toprağı için ödedikleri büyük hizmet ve bedellerin önemini ve anlamını iyi bir şekilde kavrayarak toprağımıza ve milletimize aynı şuurla sahip çıkmaktır.
Son olarak bu mâtemli günümüzde onları sâdece anmakla kalmayıp şehitlerimizin bıraktığı yerden bayrağı alıp yükseklere taşımalıyız. Kimi genç yaşlarında idi, kimi akademisyen, kimi de evli… Evlatlarını, babalarını, annelerini ve sevdiklerini bu kutsal dâvâ uğruna yitiren aziz şehitlerimizi saygı, rahmet ve minnetle yâd ediyoruz. Ruhları şâd, mekânları cennet olsun.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.