Dün yine meçhul filozofla birleştik. Ona gayri-uzvî sinir hastalıklarının ne demek olduğunu sordum; şu cevabı aldım:
– Sinirler uzvî olduğu halde, gayri-uzvî sinir hastalıkları tâbirinde âşikâr bir tenâkuz vardır. Fakat bunlara bizim sinir hastalığı dememize ve Avrupalıların “nevroz” demeleri, asabî ârızalarla tecellî etmelerinin netîcesidir. Bazı tabipler, bunların sebeplerini dâhilî guddelerin az yâhut çok faâliyetinde görüyorlar. Ben bu uzvî sebebi reddetmemekle berâber, içtimâî sebeplerin de bunlar üzerinde müessir olduğunu tecrübelerimle meydana çıkardım.
Misal olarak “psychasthenia” hastalığını alalım, bunun mânâsı “ruh zayıflığı” dır. Bu hastalığı Doktor Pierre Janet keşfetmiş ve bu ismi ona vermiştir. Cemiyet içinde bazı fertlerle temas etmek, insanı ruh zâfiyetine uğratır. Bazı fertlerle temas etmek de ruh zâfiyetine dûçar olmuş bir ferdi bu hastalıktan kurtarır. Meselâ, kaynanaların gelinlerine dâima kalp kıran, gönül inciten sözleri ve çatık kaşları ile öfkeli çehreleri, gelinlerin ruhlarını dâimî bir tazyik altında bulunduran âmillerdir. Bunun gibi bazen bir koca, kendi karısına; bir anne, kendi kızına yâhut bir büyük kardeş, küçük kardeşine kaynanalık yapar.
Doktor Pierre Janet diyor ki; bana bir hasta getirdikleri zaman, hastanın ailesi içinde onu bu hâle getiren asıl büyük hastayı ararım. Hastalığı husule getiren âmil, bu büyük hastanın tazyikleridir. Büyük hasta, zayıf ve düşük olan ruhunun kuvvetlerini ve seviyesini yükseltmek için bir münebbihe muhtaçtır. Bu hasta, ekseriya şu münebbihi, dâima yanında bulunan birisi üzerinde tahakküm yapmakta bulur. Yaşlı bir kadın, ekseriya ruhu düşük bir kadındır. Bunun pençesi altına düşecek mahlûk ya gelini yâhut kızıdır. Kızını tâzib etmeye, ekseriya şefkati mânidir. Bu sûretle, bütün tazyiklerini gelini üzerine çevirir. Böyle bir kadının gelini yoksa kendi kızı onun yerine geçer. Bir kadın dermiş ki: “Ben kızımı haksız yere azarladığımı biliyorum. Fakat böyle yapmasam ben hasta olacağım.”
Bazen de bir fertle temas etmek, hasta bir ferdi tedâvi eder. Yine Doktor Pierre Janet diyor ki: İki genç kız, ağır sûrette ruh zâfiyetine uğramışlardı. Bunlar, bir gün birbirine rast gelirler, dertlerini birbirine anlatırlar. Karşılıklı anlaşma netîcesi, birisi diğerine “sen delisin” der, öteki de evvelkine “sen de delisin” cevabını verir. Bu son hitaplar ikisine de derhal şifâ verir. Bunlar, berâber yaşamaya karar vererek aynı odada yaşamaya başlarlar. Berâber bulundukça ikisi de sağlam bir hayat yaşarlar. Fakat kötü zan sahibi komşular, bunlar aleyhinde, berâber yaşadıkları için dedikodu çıkarırlar. Kızlar ismetli oldukları için ayrılmaya mecbur olurlar. Fakat ayrılır ayrılmaz ikisi de tımarhânelik hasta olurlar. Doktor Pierre Janet bunlara der ki: “Halkın dedikodusuna bakmayınız. Vicdanlarınız sizi itham etmezse başkalarının ithamlarının hiçbir kıymeti yoktur. Siz ikiniz berâber yaşamaya mecbursunuz. Çünkü birbirinize olan tesîriniz hastalandırıcı değil, şifâ vericidir.”
– Bu hastalığın ilâcı nedir? diye sordum.
– Bu hastalığın ilâcı, evvelâ hastalığın sebebini ortadan kaldırmaktır. Hastayı, herhangi adamın tazyiki bu hâle getirmiş ise, iptidâ onu hastanın yanından uzaklaştırmak lâzımdır. Doktor Pierre Janet, evin içinde bazen bir kaynanayı yâhut emektar bir kadını, meşum tesîrinden dolayı evden çıkarmıştır.
Çok kere, bir genç ile bir taze kız arasındaki nişan mukâvelesini bozmaya ve bazen de birbiriyle evlenen iki genci birbirinden ayırmaya lüzum görmüştür.
Hastalığın menfî ilâcı budur. Müspet ilâca gelince, bu da münebbihlerden biridir. Hastanın ruhunu zâfiyetten kurtararak onun seviyesini yükseltecek, herhangi bir münebbihtir. Bazı hastalar üzerinde bir kadeh şampanya yâhut bir şişe bira, iyi tesir yapar. Fakat bence bu maddî münebbihlerin yerine mânevî münebbihlere mürâcaat etmek daha faydalıdır. Bu mânevî münebbihler ise mefkûrelerdir. Mefkûre, ruhları vecdle dolduran ve insana, kendisi için hayâtını, servetini, her şeyini fedâ ettiren bir yaşayış tarzıdır.
Mefkûre, galeyanlı içtimâlardan doğar. Husûsiyetle, milletin büyük bir tehlikeye dûçar olduğu yâhut büyük bir zafer kazandığı zamanlarda, milletteki bütün ruhları istîlâsı altına alır. Böyle zamanlarda herkes mefkûrelidir. Çünkü mefkûre şeniyet hâlini almıştır. Fakat bu galeyanlı hal, devam edemez. Çünkü bir taraftan ruhları yorar, diğer cihetten iktisâdî hayâta mâni olur. İktisâdî faâliyetler için ruhların sekinetli ve sükûnlu olması lâzımdır. Asıl hüner, içtimâî galeyanlar olmadığı zamanlarda ruhunda mefkûreyi canlı olarak yaşamaktır. İşte mefkûrenin bu şekli, ruh düşüklükleri için dâimî bir münebbihtir ve gayri-uzvî ruh hastalıklarını esaslı bir sûrette tedâvi eder.
KAYNAKÇA
Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları. İstanbul. Ötüken Neşriyat. 2016. s. 30-32.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.