İslâm ekonomi sistemi, objektif bir incelemeden geçirilirse, görülecektir ki onun, bugün münâkaşası yapılan veya tatbik edilen “siyâsî ve ekonomik sistemler” ile uzaktan yakından bir akrabalığı yoktur.

Bunu, şunun için belirtme ihtiyacını duyduk. Bâzıları, İslâmiyet’in, meşrû ve helâl yollardan elde edilmiş mülkiyete saygı duymasını, mîras hakkı tanımasını, fiyatların serbest piyasada arz talep kanunları içinde oluşmasını müsâmaha ile karşılaşmasını… görerek, İslâmiyet’i ‘’liberalist ve kapitalist sistem’’ tarzında yorumlamaya çalışmaktadırlar. Bunun aksine, İslâmiyet’in, “mülk Allah’ındır” ölçüsünü, “zenginin malında fakirin hakkı vardır” prensibini, “zekât” emrini, fâiz yasağını, ihtikârın suçlanışını… görünce İslâmiyet’i “sosyalist sistemlere” benzetenlere de rastlıyoruz. Öte yandan, belki bâzıları da İslâmiyet’in “müdâhaleci” karakterini, “Beyt’ül-Malı’” tam bir “devlet baba” şefkat ve otoritesi ile hiçbir sınıf ve zümre ayırmaksızın ihtiyaç sâhipleri için seferber etmesini, devletin de bir müteşebbis ve yatırımcı olarak meydana çıkmasını, bütün sosyal dilimlerin ekonomik hayâtın âdil bir pay almasını temin edici bir otorite haline gelmesini idrak edenler de akıllarından “faşizmi” geçireceklerdir. Oysa, bunların hepsi de haksız, yanlış birer zan ve yaklaştırmadan ibâret anlayışlardır.

İslâm’ı liberal ve kapitalist bir sistem sananlar da onu sosyalizme ve Marksizm’e benzetenler de onu faşist doktrinlere benzetecekler de yanılmışlardır ve yanılacaklardır. İslâm, başlı başına mevcut olan “ilahî” ve “realist” bir ekonomi sistemidir. Beşeriyetin liberalizm ve kapitalizmde arayıp bulamadığı “hürriyet”; sosyalizm ve komünizmde arayıp da bulamadığı “adâlet”, faşizmde arayıp da bulamadığı “devlet”, İslâm’da tezatsız ve sentez içinde mevcuttur. Şanlı Peygamberimiz ve O’nun yüce kadrosu, İslâm ekonomi sistemini, öyle bir âhenk içinde insanlığa yaşattılar ki “Asr-ı Saadet” ve bu asır içinde oluşmuş yüce kadronun “sosyal ve ekonomik sistemini” ciddiyetle incelemeye dâvet etmenin zamanıdır. Memnuniyetle görüyoruz ki, bu ihtiyaç duyulmaya başlanmıştır, İslâm ekonomi sistemi, demekten korkan ve ürken bu çevreler, kim bilir hangi endîşe ile şimdilik “üçüncü yol” terimini kullanıyorlar? Oysa, gerçeği bulduktan sonra, “buldum” nârasını yiğitçe ve mertçe haykırabilmek gerekir.

Batı dünyâsı, İslâm’dan mahrum olduğu için onun asırlardan beri, kendini mutlu kılacak hem hürriyetçi hem âdil bir ekonomi sistemi hem de müşfik ve haksızlıklar karşısında hemen harekete geçen güçlü bir devlet hasreti ile başvurmadığı kapı kalmadı. Hristiyanlık, bütün zorlamalara rağmen, bir ekonomik sistem getirmemiştir. Bu yüzden kapitalizmden komünizme ve faşizme kadar, bütün kanlı ve ateşli tecrübelerden geçti. Şimdi, şaşkın ve perîşandır; ölümlerden ölüm beğenmek gibi acıklı bir tercihle karşı karşıya kalmanın azâbını yaşamaktadır.

Batı, bu halde iken, gûyâ Batılılaşmaya özenen İslâm dünyasının “aydınları ve yöneticileri” Batı’nın bu buhranlarını kendi ülkelerine de taşıyıp durmaktadırlar. Müslüman halk, bu kanlı sistemlere ve onların doğurduğu buhranlara karşı çıkınca da bu “zibidi aydınlar” tarafından ya çeşitli şekillerde itham edilmekte veyâhut bu kanlı sistemler, kendilerini maskelemek için halkın sevebileceği kavramların arkasına sığınmaktadırlar. “İslâm liberalizmi”, “İslâm sosyalizmi”, “Müslüman Marksistler”, “Solcu Müslümanlar” gibi acâyip ifâdeler buradan doğmaktadır. Oysa, kurtulmak için Müslüman olmak yeterdi.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.