İnsan, istismar edilmeyi “sömürülmeyi” sevmez. Gerçekten de insanın istismar edilmesi çirkindir. İnsan, istismarın kötülüğünü, bizzat kendisi istismara mâruz kaldığı zaman daha kolay idrak edebilmektedir. Kendi hak ve haysiyetinin çiğnendiğini, ıstırapla yaşayıp gören insan, başkalarının da hak ve haysiyetinin şuûruna varmaktadır. Bununla berâber, îtiraf etmek gerekir ki insanın bizzat insanlar tarafından istismar edilmesi, büyük ıstıraplara, göz yaşlarına ve mücâdelelere rağmen bertaraf edilmemektedir. Hayâtı, Darwin’in “tabiî eleme “adını verdiği kânun içinde müşâhede etmeye alışmış kimseler için, var olma ve yaşama, bir mücâdeleden ibârettir. Bu mücâdelede zayıf olanlar, güçlülere yenilerek tekâmüle yardım etmekte ve bu sûretle tabiatın dengesini korunmaktadır. Onlara göre, bu kavga, sosyal ve ekonomik hayat içinde söz konusudur. Dolayısıyla “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” prensibi içinde, insanlar arasında gelişmekte olan boğuşma, sosyal ve ekonomik hayâtın dinamizmini tâyin eder. Elbette, bu savaşta, güçlü olan, zekî olan ayağa kalkacak, diğerleri yerlerde sürüneceklerdir. Cemiyetin kânunları, tabiatın kânunları ile uyumlu olmak zorundadır. Yâni, bazıları, insanın, insanı istismar etmesini tabiî bulurlar.
Bazıları da bu fâciayı görerek irkilmekte, bu istismara durdurmak için harekete geçmektedirler. Umûmiyetle insanlar, insanın istismarını hoş karşılamıyorlar. Bütün dinler, bütün ahlâk sistemleri, aşağı yukarı istismar karşısında birbirine benzer veya yakın tavırlar içindedirler. Günümüzde şu veya bu adla ortaya konmuş, birbirine zıt siyâsî sistemler dahi “istismarı önlemeye” çalışmakta olduklarını söylemektedirler. Bilhassa sosyalistler, bu konunun şampiyonluğunu elde tutmak için çırpınıyorlar. Sosyalistler, istismarların sebebi olarak “mülkiyeti” bulmaktadırlar. Onlara göre mülkiyet, eşitsizliklerin kaynağıdır ve haksızlıklara yataklık etmektedir. Bu sebepten en azından mülkiyet hakkını sınırlandırılması” gerekmektedir. Bu iddiayı savunan, çeşitli adlar taşıyan pek çok “sosyalist akım “vardır: Demokratik sosyalistler, falanjistler, materyalist ve rûhçu sosyalistler… gibi. Alman sosyologu Sombart, yüz otuzdan daha fazla “sosyalist akım” adı saymış bulunmaktadır.
Fakat, sosyalizmi kimselere bırakmayan ve ilmî sosyalizm adı altında ortaya çıkan Marksistler ise, mülkiyete düşmanlıkta çok aşırı gider onu hırsızlık olarak adlandırır; sınırlandırılmasını değil, tamâmen kaldırılmasını isterler. Onlara göre, bütün haksızlıkların ve istismarın sebebi mülkiyettir. O kaldırılırsa, istismar da haksızlıklar da ortadan kalkar.
Bu noktada durup bütün bu iddia sâhiplerine şu soruları sormakta fayda umuyoruz.
Gerçekten insanın istismarı kötü müdür? Neden? İnsanın, istismara açık olan tabiattan ve tabiattaki diğer canlılardan ne farkı var? İnsanın değerine inanıyor musunuz? Bu değer nereden gelmektedir? Sizce tabiatın en güçlü istismarcısı kimdir? O, bu gücünü nereden almaktadır? Gerçekten mülkiyeti sınırlandırmak veya tamâmen ortadan kaldırmak istismarı yok eder mi? Yoksa istismarın başka vâsıtaları da var mıdır? Bunları sayar mısınız? Mülkiyet, bir hak mıdır, yoksa gerçekten hırsızlık mıdır? Mülkiyet, istismârın sebebi midir, netîcesi midir? Mülkiyet hakkı tanımadan emeğin hakkı nasıl tanınacaktır? Ekonomik hürriyeti vermeden hangi hürriyetleri gerçekleştirebilirsiniz? Allah dilerse, yeri ve zamânı geldikçe bu sorulara, biz, Türk- İslâm Ülküsü açısından cevap vermeye çalışacağız.
KAYNAKÇA
Arvasi, S, Ahmet. Türk İslâm Ülküsü 2. Sf 37-39
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.