Bu yazı Bayram Kiriş’in sohbetlerinden esinlenerek yazılmıştır.
Türkçede kimlik, “kim” soru kökünden türetilmiş olup aynı şekilde zorunlu bir mensubiyeti (aidiyet), aynı olmayı, tek olmayı, hangi kişi olmayı ifade eder.[1] Kimlik, bir kişiyi ya da toplumu kendisi yapan veya diğerlerinden ayıran niteliklerin tamamıdır. Yani kimlik beni ben yapan değerlerin toplamıdır.[2]
Yukarıdaki verdiğimiz tanımlardan anlaşılacağı üzere kimlik, insanların “Ben kimim? Nereye aitim? Ne için yaşıyorum?” sorularının cevabını oluşturur. Kim olduğunu ve nereye ait olduğunun cevabını verebilen insan, tercihlerini ve eylemlerini bu doğrultuda gerçekleştirip hayatını bu cevaplar üzerine şekillendirir. Eğer kimlik bir aidiyet meselesi ise insan, kimden olduğunu belirlerken kimlerden olmadığını da veya kimlere karşı olduğunu da ortaya koyar.[3] Yani kimlik, yalnızca ferdî bir mefhum değil aynı zamanda milleti de ilgilendiren bir mefhumdur. Hem fert nereye ait olduğunu mensup olduğu milletten kopuk tanımlayamaz hem de milletler kimlikleriyle birbirinden ayrılırlar. Buna millî kimlik diyoruz.
Millî kimlik yahut sadece kimlik, millî kültürün ferdî ve içtimaî planda ortaya çıkan üslubudur; kişiyi ve toplumu farklılaştıran, en yakınlarından başlayarak diğer benzerlerinden ayıran özellikleridir. Bu farklılıklar en geniş ifadesi ile yaşama biçimindeki özellikler, kendine -kişiye ve topluma- mahsus oluşlardır.[4]
Nevzat Kösoğlu’nun tanımıyla millî kimlik, milletleri birbirinden ayıran ve millet içerisindeki fertler arasında aynilik şuuru oluşturan birlik ve bütünlüğü beraberinde getiren bir husustur.
Kimliği Oluşturan Unsurlar
Soy, Cinsiyet, Ahlak, Din, İdeoloji, Hayat Felsefesi.
Kimliği oluşturan unsurlar, birbirinden ayrı ve bağımsız değil, birbirini tamamlayan unsurlardır. Günümüzde her ne kadar tek bir unsur öne çıkarılarak kimlik tarifleri yapılmaya çalışılsa da tek bir unsur kimlik tanımlaması yapmak için yeterli olmamaktadır. Soy ve cinsiyet unsurları kimliğimizde tercih hakkımızın bulunmadığı iki unsurdur. Diğer unsurlar tercihlerimiz doğrultusunda şekillenir. Tercihlerimiz doğrultusunda da eylemlerimiz oluşur, eylemlerimiz ise hayatımızın bütününü ihtiva eder. Yani ne için yaşadığımız, hayatımızın amacı kimliğimiz üzerine şekillenir. En son unsur olarak verdiğimiz hayat felsefesi tam olarak budur.
İnsanlar, karşılarına çıkan şeyleri değerlendirirken ya da herhangi bir konuda tercihte bulunurlarken inandıkları değerler sistemi üzerinden bunu yaparlar. Yani karşımıza çıkan bir olayı değerlendirirken (iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin) bunu inandığımız değerler üzerinden yaparız. Yine inandığımız değerler üzerine yaşarız. Bu değerler bize ne yapıp ne yapmamız gerektiğini ne için yaşadığımızın cevaplarını verir.
Kimliğin unsurları birbiriyle çelişir, birliktelik ve bütünlük oluşturmazsa belki de bütün bir hayat zıtlıklar içinde yaşanır ve fert büyük buhranlara kapılır. Somutlaştırmak bakımından bir örnek verecek olursak: Müslüman bir Türk olarak dünyaya gelmiş bir çocuğun mensup olduğu milletin ve dinin öngördüğü ahlaktan bağımsız bir ahlaka sahip olduğunu düşünelim. Kısaca davranış ölçüsü olarak tanımlayabileceğimiz ahlak mefhumu, insan ilişkilerinde doğrudan etkilidir. Ferdin, cemiyetin ekseriyetinin ayıpladığı, günah saydığı, hoş görmediği davranışlarda bulunması onun ve toplum arasında bir ayrılık ve zıtlık oluşturur. Bu durum kendini tam manasıyla o dine ve millete ait hissetmemesine yol açar. Örneği bir başka unsurun değişmesi olarak ele alalım: Müslüman bir Türk çocuğunun liberal kapitalizm ideolojisine sahip olduğunu varsayalım. Liberal kapitalizm ideolojisi ferdi esas aldığından, ferdiyetçilikle beraber bencilliği beraberinde getirir. Fakat inandığı din ve mensup olduğu millet, salih amelin, fedakarlığın, diğerkâmlığın temsilcisi durumundadır. Bu durum ferdin hayatında bir ayrılık oluşturur. Çünkü inandığı değerler birbirinden tamamen farklıdır bundan dolayı tercihleri birbiriyle çatışır. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi kimliğin unsurlarındaki değerler birbirinden bağımsız ve kopuk değildir. O yüzden değerlerin doğru olarak oturmaması ferdin hayatında inandığı gibi yaşayamama gibi bir buhrana yol açarken cemiyet hayatında da kutuplaşma ve ayrışma doğurmaktadır.
Kültür Emperyalizmi ve Millî Kimliğin Önemi
Nevzat Kösoğlu’nun tanımındaki gibi millî kimlik, kültür üzerinden şekillendiğinden dolayı kısaca kültür hususuna değineceğiz. Diğer unsurlara şahsiyetin oluşumunda detaylı olarak yer verdiğimizden tekrara düşmemek adına bu kısımda sadece kültür bahsine değineceğiz.
Milletleri birbirinden ayıran, kendi ihtiyaçlarından hasıl olan kültür bir milletin dünden bugüne düşünüş ve yaşayış farklılıklarından meydana gelir. Kültür, içinde hem maddi hem manevi unsurları bulundurur. Maddi unsurlar, günlük hayatımızla doğrudan ilişkilidir. Bunlara kıyafet, yemek, musiki, mimari örnek verilebilir. Bu maddi unsurlar milletlerin zihin dünyalarının tezahürleridir, dışa yansımasıdır. Kısaca, bizi biz yapan, diğer milletlerden ayıran ayırt edici özelliklerimize kültür diyoruz.
Gayet tabi olarak milletler birbirlerinin kültürlerinden etkilenebilirler, etkileşime girebilirler bu doğaldır. Fakat başka bir milletin kültürünü olduğu gibi benimsemek, bizi biz yapan değerlerimizi kaybettirir. Somutlaştıracak olursak, yediğimiz yemekler, dinlediğimiz müzikler, kıyafetlerimiz hangi milletinkine benziyorsa biz de o millete benzemeye başlarız. Yaşamımızdaki bu farklılaşmalar bize kimliğimizi tanımlamada zorluk yaşatır. Düşüncelerimizde yaşamımız doğrultusunda değişir ve o milletinkiyle özdeşleşmeye başlar.
Kültür emperyalizmi, sömürgeci aktörlere ait kültürün ve değerlerin diğer kültürler üzerinde tahakküm kurmasıdır. [5] Bu tahakküm daha çok popüler kültür adıyla karşımıza çıkmaktadır. Popüler olan kıyafetler, yemekler, içecekler, filmler, diziler buna örnek olarak verilebilir. Medyayla, reklamlarla devamlı olarak dayatılan popüler kültürde amaçlanan şey üretilen malların herkesçe benimsenip kolayca satılabilmesi, herkesin tüketmesinin sağlanabilmesidir. Yani, herkes tarafından kullanılan, benimsenen mallar aslında popüler kültürün ta kendisi olmaktadır. Bu sayede üretilen ürünler çoğu kesim tarafından benimsendiği ve kullanıldığı için uçsuz bucaksız bir ‘pazar’ meydana gelmiş olur. Toparlayacak olursak, bugün popüler kültürün önümüze sunduğu şeyler ve çılgın tüketim anlayışı aslında bizim hayat tarzımızı da değiştirmektedir. Sadece maddî olarak düşündüğümüz, o kıyafetler, yemekler, müzikler bir zaman sonra manevî dünyamızın da değişmesine sebep olur. Çünkü bunların hepsi birer kültür unsurudur. Popüler kültürü benimserken kendi değerlerimize yabancılaşır, kimliğimize de yabancılaşmış oluruz. Sadece maddî hayatımızda gördüğümüz, belki çok tehlikeli bulmadığımız bu değişme aslında bütün bir hayatımızı da değiştirmiş olur. Düşünce dünyamız, kim olduğumuz, ne için yaşadığımızın cevapları da değişir.
Sömürgeci devletler, kültürün milletler hayatındaki öneminin farkındadırlar. Bundan dolayı günümüzde milletlerarası savaş kültür emperyalizmiyle yapılmaktadır. Çünkü bir milleti sömürmenin belki de en sinsi yöntemlerinden biri kültür emperyalizmidir. Farklılık şuuru yok edilerek sömürülen milletin fertleri, sömüren millete benzetilmektedir. Maalesef ki kültürünü unutan milletlerin yarını tehlike altındadır. Biz olarak kalabilmenin yolu, kültürümüze muhafaza edip onu güçlendirmekten geçer. Kültürün muhafazası, geliştirilmesi ve yeni nesillere aktarımı milli kimliğinin farkında, güçlü şahsiyetlerle olmaktadır.
Kimlik Oluşumunda Ailenin Rolü
Ferdin kimliğinin şekillenmesinde ilk rol oynayan ailedir. Önceki yazılarımızda çok defa detaylı bir şekilde ele aldığımız gibi fertler, mensup olduğu milletin değerler sistemiyle önce ailede tanışır. Daha sonraki yaşlarda okul ve sosyal çevre kimliği şekillendirmede daha büyük rol oynasa dahi ilk ve en önemli pay ailenin olmaktadır. Mensup olduğu milletinin değerler sistemine göre yetiştirilen fertler, kimlik buhranı içinde savrulmazlar. İçinde yaşadıkları cemiyet, fertlerin bu birliktelik ve bütünlüğünden olumlu şekilde nasibi alır. Ferdin hayatında ve cemiyet hayatında tutarlılık ve bütünlük sağlanır. Bir milletin güçlü bir şekilde kalabilmesi, yarınını teminat altına alabilmesi, millî kimliğinin sağlam olmasıyla doğrudan orantılıdır. Burada sorumluluk ilk olarak ailelere düşmektedir. İnandıkları değerleri hayatına aksettiremeyip evlatlarına aşılayamayan aileler, bu çocuk kime benziyor diye sızlanmaktadırlar. Teknolojik vasıtalar çocuğa hangi kültürü aşılıyorsa çocuk o kültürü benimseyecektir. Çünkü çocuklar bugün muhakeme edecek, bu bana uygun değil diyemeyecek kadar kendi kültürüne yabancıdır. Kültürümüzü, diğer kıymetlerimizi tanımadan sevemez, sevmeden yaşayamayız. Biz yaşamazsak çocuklarımız da yaşayamaz. Bu durum da inandığı gibi yaşamayan, düşüncesinde ve yaşayışında tutarsızlık olan, esen rüzgarla yalpalayan fertler meydana gelir. Milletimizin güçlü kalabilmesi, millî kimliğine sahip çıkan fertler sayesinde olabilecektir. Yazımızı bütün bu bahsettiklerimizi özetleyen Nevzat Kösoğlu’nun bir cümlesiyle bitirelim:
Bütün şahsiyet eğitiminin gelenek ve göreneklerle kazanıldığı -bir bakıma mutlu ve rahat- zamanlar geride kaldığına göre, bugün Türk kimliğini kazanabilmek Türk ana-babadan doğmaktan çok fazla ve çok daha değerli bir olaydır. Millet olarak da fert olarak da diri olabilmek, ayakta kalabilmek bu kimlikle olur ve bugün, dünyamızın daraldığı birbirine girdiği bir çağda, çok daha önemlidir.[6]
[1] Dalbay, Saim. Ramazan. Kimlik ve Toplumsal Kimlik Kavramı. Dergipark. s.162
[2] Kayan, Ramazan. Vahyin Gölgesinde Kimlik İnşası. İstanbul: Çıra Yayınevi. 2016. s.11
[3] Kayan, s.14
[4] Kösoğlu, Nevzat. Millî Kültür ve Kimlik. İstanbul: Ötüken Yayınevi. 2018. s.17
[5] Bozdemir, Yasin. Kültür Emperyalizminin Sosyal Medyaya Yansıması: Instagram’da Cadılar Bayramı Örneği. 2020.
[6] Kösoğlu, Nevzat. Millî Kültür ve Kimlik. İstanbul: Ötüken Yayınevi. 2018. S.23
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.