Ardın sıra, elden ele taşınan, her birinde birbirinden değerli emeğin buram buram hissedildiği o güzel ikramlıklar… Her bir telinde ruhumuzun en ulaşılmadık yönlerine dokunan bağlamalar, curalar… İşlemelerinde ninelerimizin bizi bize anlatan sembolleriyle dokumuş olduğu kilimler… Hafif tatlı bir telaş… Acaba yağacak mı endişesiyle kaçamak bakışların atıldığı gökyüzünde dahi tıpkı bir hareketlilik vardı.

7’sinden 70’ine toplanmış kalabalık nefesi yettiğince haykırıyor ve göğe işbu sözler ulaşıyordu:

Haydi 3 Mayıs, haydi 3 Mayıs,
Türkçüler Turancılar el ele!

Devamında da elbette adetimiz üzere gerçekleştirmiş olduğumuz meşk günün mahiyetini hafızalarımıza nakış nakış işliyordu.

Birbirimizle buluştuğumuz böylesine değerli günlerde herkesin yüzünde tarifi güç fakat bir o kadar da belirgin bir burukluk hâkim olur. Çünkü bilinir ki görünen kalabalığın ardında bizleri her daim görmekte olan nice vatan evladı da bizlerle beraber bu kutlu günü yâd ederler. İşte herkesin hissettiği o burukluğun yanında, bir o kadar da huzuru ve gururu hâkim kılar bu hava. Çünkü yine bilinir ki bugün bizleri bir tutan, görünmez bağlarla bağlanmış olduğumuz, zamanı ve mekânı kuşatan, imanımızla güçlendiğimiz ve yine imanımızla güçlendirdiğimiz kutlu mefkûremiz yanı başımızda, bizlerledir. İçtiğimiz suda, teneffüs ettiğimiz havada, bastığımız topraktadır. Tarifi zor bir sevgidir, büyür durur içimizde. O büyür, zaman geçer. Gün gelir, ayrı düşürür bizleri bazen. Uzak memleketlerde olmuşluğumuz da çoktur, aynı aşa kaşık sallamışlığımız da. Beraber gülmüşlüğümüz çoktur bizim, aynı masada saatlerce susmuşluğumuz da. Ayrı da düşsek birbirimizden, pişirdiğimiz her aşta birbirimize ettiğimiz dualar vardır, biliriz. Bir dert otumuştur içimize, kendimizi bildik bileli onu bilir, onu söyleriz. Nasıl bir derttir ki bu nice gönlü bir tutar, diri tutar derseniz, çok söze mahal yoktur. Al bayrağımız anlı şanlı dalgalansın, bizleri de gölgesinde barındırsın isteriz. Hem al bayrağımız hem de kokusu Mehmetçikle bezenmiş bu topraklar, alıp bağrına bassın bizleri. Sayılmaz yılların yaralarına merhem olsun, onları sarmaya dursun. Esen tatlı bir meltemde körpecik başaklar okşasın başımızı isteriz.

Çok eskilerden bilinir. Bu topraklar başkadır. Vakti zamanında dualarla saçılmış tohumlarda saklı nice sırlar, can bulur bedenlerde. Bütün tohumları filizleyip nice başaklar yetiştiren toprak ana, şefkatiyle bağrına basar her birini. Günler ayları kovalar, filizlenir başaklar. Bu toprakların bağrında serpilmenin kıymetini işte o zaman anlarız. Güneş ısıtır toprağı, alabildiğine kavurur, yeri gelir bir kara yel savurur, ayrı koyar bizleri. Hayat bu ya, kara bulutlar da çöker bazen üstümüze. Koparır en doruklarından bir fırtına. Bu topraklarda filizlenmekte olan her bir başağın başı eğilsin, yan yatsın istenir. Her bir karışında damla damla şehit kanı barındıran bu topraklarda nasıl baş eğilir, nasıl yan yatılır? Zûl gelmez mi alınan nefes, duçar olmaz mı bu topraklarda vücut bulan beden? Dertlerin en güzeline sahip iken ve derman iken bu topraklar bizlere, yürek dayanır mı ardında koyup gitmeye?

Bu topraklar ve bastığı yerin her karışında boylu boyunca uzanmakta olan şanlı mazinin şuurunda olanlar, birbirlerine sevdalıydılar. Bunca insan, 7’sinden 70’ine tek ses, tek nefes, her biri körpecik başaklara toprağını hatırlatmanın derdine düşmüş, yarının dünyasını bugünden, yarınlar için düşünmüş. Yiğitçe bu sevdanın buyruğuna gönül vermişler ve haykırmışlar yeniden:

Yürü yiğit yürü bugün senin günündür.
Bugün düğün günün, senin bayram günündür.
3 Mayıs Türkçünün düğün günüdür.

Selam olsun sevdası ile hemhâl olanlara, selam olsun bu sevdası ile ocakları tutuşturanlara ve o bacalarda duman olup tütenlere…

Ahsen-i takvim üzere geçip gidenlere bin selam…

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.