İlk yazımızda dört kapı kırk makamın ilk ikisi olan şeriat ve tarikattan bahsetmiştik. Bu yazımızda ise diğer iki kapı olan marifet ve hakikatten bahsedeceğiz. Romanda ise bu hususlar yine romanın ana karakterlerinden olan İdris Efendi’nin, kurgu seyrine göre bu kapıları tek tek geçmeye çalışırken karşılaştıkları üzerinden anlatılmıştır.

Marifet ve hakikat kavramlarına girmeden önce iki önemli özelliğe yani aşk ve akıl özelliğine vurgu yapmak gerekirse Emine Işınsu’nun Hacı Bektaş romanında ifade edilen akıl ve aşkın bir insanda toplanması ve bunun önemi Hacı Bektaş’ın diliyle şöyle sunulmuştur:

“Akıl, yüce Allah’ın isim ve sıfatlarının görüntüleri olan varlıklar âleminde dolaşır ve o âlemin izahlarını yapar. O’nunla temasa gelebilmek ise aklın gücünü aşar. O’ndan bize haber getirecek olan tek kuvvet aşktır. Bu yüzden akıldan fayda bekleyenler vahiy ve aşk nuru ile onu sıvamalıdırlar. İnsan akıl ve ilmi, aşktan uzak düşünürse ne aklından ne de ilminden bir fayda temin eder. Aşk, aklın cilası mevkiindedir. Ayrıca aklın Yüce Yaratan’ı tanıması aşk sayesinde mümkündür. Bir bilge kişi; “Aşk, evrenin özüdür.” diyerek kısaca özetlemiştir aşkı. Eğer aşkla akıl yan yana gelip beraber çalışırlarsa; çok özel ve üstün durumlar hasıl olur…” diyen Hacı Bektaş, şeriat kapısından tarikata varanların artık akıl ve aşk kavramlarını dengeli bir şekilde içinde barındırarak marifete tâbi olacaklarını belirtmiştir.

Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ında geçen marifet bölümüne değinecek olursak; öncelikle Hacı Bektaş’a göre marifet kapısından girip kendisine nasip olursa hakikat kapısına varacak olan kimseler insan-ı kâmildir. Hacı Bektaş Veli öğretisinde tarikat makamına varan kimse, can kazanmış ve gönül sahibi olmuş kimsedir. Bu sebeple Hacı Bektaş marifet kapısını “kazanılan canı diriltmek ve o suretle yaşamak” olarak da tarif etmiştir ve böylelikle marifet kapısına bir derin mânâ yüklemiştir.

Dört kapı kırk makam öğretisinde üçüncü kapı olan marifet makamını arifler topluluğunun temsil ettiğini belirten Hacı Bektaş Veli, Makalat adlı eserinde bu makamla ilgili şunları söylemiştir:

Aslı sudandır. Su, temiz ve temizleyicidir. O halde arif kimseye de hem temiz olmak hem de temizleyici olmak düşer. Arifler katında her sözün üç ön yüzü, bir ardı vardır. Öyle olunca arif olmayanlar bilmediklerinden dolayı sözün ardını söylerler, mahcup olurlar ancak arifler, sözün ön yüzünü söylerler, utanılacak şey söylemezler. Bundan dolayı suyun temiz olması demek, aynı zamanda temizleyici olması demektir. Hangi kaba girerse o kap su gibi temiz olur. Hem de kendisinden başka nesne ona benzemez, rengi bilinir ve hem de murdar olanı dışarı bırakırlar. O halde ariflerin temiz olması, aynı zamanda temizleyici olması demektir. O halde şöyle bilmek gerekir ki kendisini temizleyemeyen başkalarını da temizleyemez. Zira yıkayıcı temiz olmayınca yıkadığı nasıl temiz olsun? O halde şimdi insan suya yaramalı, su abdeste yaramalı, abdest namaza yaramalı. Allah’a ulaşmak için namaz lazım.”

Hacı Bektaş Veli bu sözlerin yanında arif kimselerin; ibadetlerinde tefekkür olduğunu, içlerinde bulundukları halleri bütün varlığa değiştiklerini ve bu yüzden endişeye kapılmayan kimseler olduklarını tarif etmektedir. Marifet topluluğuna dahil olan kimsenin on makamı ise Makalat adlı eserinde şöyle verilmektedir:

  1. Edep
  2. Korku
  3. Perhizkarlık, haram olandan sakınma, takva sahibi olmak
  4. Sabır
  5. Utanmak
  6. Cömertlik
  7. Bilgi sahibi olmak
  8. Miskinlik, benlikten geçip kişinin kendini Allah’a vermesi
  9. Marifet sahibi olmak, Allah’ı bilmek
  10. Kişinin kendini bilmesi

Bahsi geçen makamlar üzerinden kişinin edinmesi gereken bu on önemli özelliğin sıralamasına dair bilgi vermiş ve sıralamanın gidişatını şöyle açıklamıştır:

“Şimdi, esas yapılması gereken, kişinin yönünü Tanrı isteğine çevirmesidir. Zira edep dileyen korkuyu sever. Korku dileyen hata yapmaktan sakınmayı sever. Hata yapmaktan sakınmayı dileyen sabrı sever. Sabır dileyen utanmayı sever. Utanmayı dileyen cömertliği sever. Cömertliği dileyen miskinliği sever. Miskinliği dileyen ilmi sever. İlmi dileyen marifeti sever. Marifeti dileyen canı sever. Canı dileyen aklı sever ve aklı dileyen Yüce Allah’ı sever.”

Bu tarife göre kişi, öncelikli olarak tanıyacak, tanıdıkça onu destekleyen bir başka hususu sevecek ve sevdikçe onu da Tanrı’dan dileyecektir. Bu tarifin zıt yönünü de sunan Hacı Bektaş Veli meseleyi daha da anlaşılır kılarak şöyle demiştir:

“Maskaralığı dileyen gülmeyi sever. Gülmeyi seven çekiştirmeyi sever. Çekiştirmeyi dileyen öfkeyi sever. Öfkeyi dileyen açgözlülüğü sever. Açgözlülüğü dileyen kıskançlığı sever. Kıskançlığı dileyen haset etmeyi sever. Haset etmeyi dileyen büyüklenmeyi sever. Büyüklenmeyi dileyen vücudunu sever. Vücudunu seven nefsin istek ve arzularını sever. Nefsin istek ve arzularını dileyen nefsini sever. Nefsini dileyen şeytanı sever ve şeytanı dileyen yüce Allah’ı sevmez.”

Bütün bu fiillerin birbirinin vekili olduğunu düşünen Hacı Bektaş’ın öğretisinde belki de benlik davası üzerine bir mücadele mesajı vermektedir ki bu mücadele aynı zamanda nefis ile yakından ilgilidir. Tasavvuf, Yüce Allah’ın rızasını kazanmakta bir yoldur ve bu yolun merhaleleri ise bu şekilde belirtilmiştir. Allah’ın yüce ayetinde belirttiği gibi: “… Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa ameli salih işlesin ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf, 18/110)

Emine Işınsu’nun Hacı Bektaş romanında marifetin yerine gelebilmesi açısından işlenilen makamlardan bahsedelim.

Bilindiği üzere Anadolu ve Rum illerinin İslamlaşmasında görevlendirilmiş kolonizatör dervişlerden biri olan Hacı Bektaş Veli, Makalat’ta yazdığı öğretileri kendi hayatında göstermeye büyük gayret göstermiştir. Bu anlamda da hem yaşayarak hem de yaşatarak bu öğretileri yaymaya çalışmıştır. Bu öğretilerden birisi de aynı zamanda marifetin makamlarından olan sabır öğretisidir. Belirttiğimiz gibi sabır göstermek, başlı başına Hacı Bektaş Veli’de olan bir özellik olduğu için kurgu ve karşılıklı konuşma bölümlerinde Emine Işınsu bunu sıklıkla belirtmiştir. Sabır hakkında Hacı Bektaş Veli’nin ifadeleri romanda şöyle geçer:

“Birde unutmayınız ki, yüce Çalap Tanrı, insana taşıyamayacağı yükü vermez. Başladığını bitirmek, inanmak, sığınmak, güvenmek, saklamak; sabırla beklemekle olur, olgunlaşır. Sizler müritlerim, dostlarım, arkadaşlarım siz sabredicilerden olunuz. Her şey hayrınızadır, size kötü gibi görünen, bazen hayrınızadır ki bilmezsiniz, sabrederek bekleyiniz. Velhasıl-ı kelâm, sabretmek biz insanlardan, bize hesapsız sevap vermek ise yüce Tanrı’dandır.”

Hacı Bektaş, sadece Müslümanlara değil tüm insanlara iyiliği, doğruluğu, dürüstlüğü, cömertliği, sadakati, hoşgörüyü, alçak gönüllülüğü yani tüm insanî ve ahlakî erdemleri öğretmeye gayret eden bir büyük şahsiyettir. Öğretilerinden bir diğeri ise cömertliktir. İnsanda ne eksik ise marifete girme yolunda onunla sınanacağını bütün bir olay kurgusundan çıkarabiliriz. Şöyle ki İdris Efendi, yazı serimizin başında da belirttiğimiz gibi cimri bir özellik taşırken marifete tâbi olduğunda bütün malını mülkünü satıp Allah yolunda harcamaya çalışan bir insana dönüşür. Cömert olmanın büyük bir öneme sahip olduğunu İdris Efendi’nin hayatında görebilmekteyiz. Cömertlik kavramının yalnızca maddi hususlar için geçerli olmadığı hem romanda yapılan kurgularla verilmiş hem de Hacı Bektaş,Makalat adlı eserinde detaylı bir şekilde tarif etmiştir. Makalat’ta geçen ifadeye göre cömertlik dört çeşide ayrılır:

Cömertlik dört çeşittir:
İlki, mal cömertliği, zenginlerindir.
İkinci, beden cömertliği, gazilerindir.
Üçüncü, can cömertliği aşıklarındır.
Dördüncü, gönül cömertliği ariflerindir.”

Bilgi edinmenin akılla olacağını söyleyen ve aklın da üç koruması olduğunu belirten Hacı Bektaş Veli, bu üç korumayı sabır, utanmak ve kanaat ile tarif etmektedir ancak temelde bu üç özelliği bünyesinde tutup koruyabilen kimse aklı ve iradesi ile bilgi edinme yoluna girmiştir de diyebiliriz. Bununla ilgili geniş bilgiyi şu ifadelerle dile getirir:

“Aklın üç koruması vardır; riyâ ile tamahı gönül şehrinden çıkarırlar. Aklın birinci koruması sabırdır. Aklın ikinci koruması utanmaktır. Aklın üçüncü koruması kanaattir. İşte şeytan bu üç korumadan korkar ve mağlup olduğu da bunlarla bilinir. Bunlar çok ulu kimselerdir ve aklın askerlerindendir.”

Dört kapı kırk makam öğretisi içerisinde son kapı olan hakikat makamına girecek olursak, Hacı Bektaş Veli’nin ünlü eserinde tarifini yaptığı hakikat kapısındaki topluluğu muhipler olarak adlandırmış ve şöyle tarif etmiştir:

“Muhipler, toprak grubundadır. Bunların aslı topraktandır. Toprak, rızaya teslim olmuştur. Bunun için muhipler de Hakk’a boyun eğmeli, ondan gelene razı olmalıdır. Peygamber Efendimiz “Her nesne, aslına döner.” demiştir. Muhip kimse, kendini Allah’ta bulan ve yine onda kaybolandır. Onlar: “Allah’ı kendimizden bildik, kendi özümüzü de Allah’tan bildik.” Sözümüzün delili Peygamberimizdedir: “Nefsini bilen, Rabbini bilir.” Allah’ın şah damarından daha yakın olup muhabbet duyduğu kimse, Muhipler’dir.” diyerek tarif etmiştir. Bu makam her kimseye nasip olmayan, Hakk’ın rızası ile canı diriltebilen marifet sahibi ehiller yani ariflere mahsus bir makamdır ki anladığımıza göre “Ölürse ten ölür, canlar ölesi değil.” ifadesinin vücut bulmuş timsalleridirler.

Hakikat makamına eren kimsenin Allah’a ulaşan kimseler olduğunu belirten Hacı Bektaş Veli, bu kimselerde bulunan özellikleri yine on makam içerisinde şöyle sıralamıştır:

  1. Toprak gibi mütevazı ve verimli olmak
  2. Herkese aynı gözle bakmak, ayıplamamak
  3. Elinden gelen her iyiliği yapmak
  4. Dünyadaki her şeyin ve herkesin kendisinden güvende olması
  5. Allah’a itaatkâr olmak, O’na muhabbetini göstermek
  6. Sohbet etmek ve hakikat sırlarını söylemek
  7. Seyr ü sülûka girmek
  8. Sır saklayabilmek
  9. Allah’a yalvarıp yakarmak
  10. Allah’ın varlığını müşâhede etmek ve O’na ulaşmak.

Yalnızca bu bölüm ile ilgili roman açısından bir değerlendirme yaptığımız zaman, kurgu içerisinde verilen “muhiplik” ifadesi ile Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ında geçen “muhiplik” kavramı anlam bakımından birbiri ile örtüşmemektedir. “Sevgi duyan, sevgi besleyen seven (kimse)” olarak bilinen muhip kelimesi kullanılan her iki alan içerisinde manasını korumakta fakat derinlik açısından aynı anlamı taşımamaktadır. Romanda muhip ifadesi yalnızca Hacı Bektaş ve onun kurmuş olduğu yapıyı seven, sayan, ilgi gösteren kimse olarak gösterilir ki onu seven insanlar kendisine bir isim vermesini istediğinde “Sizin de sıfatınız muhipler olsun.” diyerek kurguya göre bir köyün ismini muhipler köyü koyar. Yine kahramanlar arasında, aynı zamanda köyün ağası olan Ferhat Ağa ile Hacı Bektaş arasında geçen konuşma şöyledir:

“Hacı Bektaş başını salladı, Ferhat Ağa devam etti: “Gailelerimden ötürü bu yıllarda hacca gidemem ancak oğullarım büyüyüp işlere el attıkları zaman inşallah… Şimdi senden istediğim; mürit olamam tamam da yine de bana senin işlerinle ilgili bir unvan, bir rütbe vermeni dilerim. Sırf sana yakınlığımın köyde de Kırşehirde’de bilinmesini istediğim için velimi de yolunu da sevdiğimin bilinmesi için. Köyümdeki tekkeye, bir şekilde ait olduğum anlaşılsın diye… Var mıdır böyle bir unvan? Hacı Bektaş, onu hep gülümseyerek dinlemişti; “Var aslında böyle bir unvan, tam bu anlattığın haline uyan, bundan böyle sen de yolumuzun “muhibi” oldun Ferhat Ağa, muhip seven demek. Tarikata giremeyip de dışarıdan seven kişilere muhip denir.”  ifadeleri geçmiştir.

Fakat Hacı Bektaş Veli’nin Makalat’ında geçen muhip kimseler yani muhipler topluluğu son kapıya erişebilen Hakk’a ulaşan kimseler olarak verilmiştir. Bunun sebebini Emine Işınsu açık bir yüreklilikle kendi hayatını anlattığı “Kendimden Kendime” adlı eserinde bu konuya değinmiştir. Hacı Bektaş romanı ile ilgili olarak şöyle söyler:

“Kuvvetli şahsiyetine, derin bilgisine rağmen az biraz çocuksudur benim Hacı Bektaş’ım… Öyle düştü gönlüme. Keşke; ‘Diyanet Vakfı’na ayıp oluyor, gecikiyorum.’ endişesi taşımasaydım da daha fazla bilgi edinebilseydim.” şeklinde ifade eder ve rahatsız olduğu dönemlerde kaleme aldığı bir roman olduğunu belirtir.

Yazımızın sonuna doğru gelirken bizlere Hacı Bektaş’ı ve onun öğretilerini özellikle Makalat’ta geçen değerleri kurgu halinde vererek yaşatan Emine Işınsu Hanımefendi’ye bir kez daha şükranları borç biliriz. İnsanın olgunlaşma evresinde yalnızca bir araç ve bir yol olan tasavvuf geleneği, Türk kimliğinin bir yansımasıdır. Bu öğretiler ise Türk’ün kimlik unsurları içerisinde temel yapı taşlarını oluşturur ki bizler bu değerleri kendi tarihî köprümüz içerisinde kültürümüzle birlikte harmanlayıp nesillere aktarabilelim. Allah’ın rızasını kazanmak bin bir türlü hizmetten geçer ve bizce bu hizmetin en kıymetlisi ait olduğun vatanına yaptığın hizmettir ki tasavvuf geleneğini bilmek ve bu ahlak ile ahlaklanmak kültür ekseni içerisinde bizi diri tutacak bir aşama, bir merhaledir diyebiliriz. Bir yön, bir pusula görevi gören tasavvuf geleneğini daha nice değerlerimiz gibi korumak ve geliştirmek asli vazifemizdir.

KAYNAKÇA

Işınsu, Emine. Hacı Bektaş. İstanbul: Bilge Kültür Sanat Yayınları. 2019.

Veli, Hacı Bektaş. Makalat. Ankara: TDV Yayınları. 2021.

Işınsu, Emine. Kendimden Kendime. İstanbul: Ihlamur Yayınları. 2020.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.