Gazete olmazsa efkâr-ı umumiye olmaz, efkâr-ı umumiye olmazsa millî devlet, millî vatan doğamaz. Gazete her gün her ferdin ayağına giden canlı bir mekteptir.
Dün akşam yine meçhul filozofla beraberdik. Bu asrı karakterize eden en asri müessese hangisidir? diye sordum. Şu cevabı verdi:
– On dokuzuncu asrı, Alfred Fouillée’ye göre karakterize eden ne tayyarelerdir ne tahte’l-bahirlerdir ne de otomobiller, tanklar ve drivnavtlardır. Bunlar olmasaydı yine asrımız on dokuzuncu asır olabilirdi. Medeniyet müesseselerinin diğerlerini de birer birer kaldırabiliriz. Asrımızın on dokuzuncu asır olmasına yine bir halel gelmez. Fakat maazallah bir de gazetenin ortadan kalkmasını tasavvur edelim. Bütün diğer medeniyet müesseseleri yerinde dururken yalnız gazetenin yok olması bizi on dokuzuncu asırdan uzaklaştırarak Kurun-ı Vusta’ya doğru atar. Demek ki bu asrı karakterize eden en başlı medeniyet müessesesi, ancak gazetedir. Alfred Fouillée’nin bu sözleri yirminci asır için de doğrudur. Mesela gazetesiz bir millet meclisi farz edelim. Bu neye yaramaz? Hiçbir şeye yaramaz. Parlamentonun bile en büyük vazifesi gazetelerin hürriyetini temin etmektir. Millet Meclisindeki mesuliyetsiz hitabet kürsüsü ki memleketteki hürriyetin canlı timsalidir; gazetelerin hürriyetine en kuvvetli kefildir. Gazetelerin hürriyetine dokunulur dokunulmaz o kürsünün feryat etmesi lazım gelir. Gazetenin bu kadar büyük bir ehemmiyete malik olması nereden geliyor?
Evvela eski devirlerde mevcut olmayan yeni bir içtima tarzı yaratmasından! Gazetenin doğmasından evvel, yalnız bir türlü içtima tarzı vardı. O da insanların kapalı bir salonda yahut açık bir meydanda toplanıp beraber duyması, düşünmesi ve irade etmesiydi. Bu içtimadan husule gelen birkaç saatlik muvakkat cemiyete “Foule = cemm-i gafîr” (kalabalık) denilir. Cemm-i gafîr, şifahi bir cemiyettir. Bu cemiyette hatipler söyler, önayaklar tahrikâtta bulunur, elebaşılar yol gösterir. Gazeteden doğan yeni içtima tarzı ise “Amme: Publique” adını alır. Amme, şifahi değil tahrirî bir cemiyettir. Bir ammenin fertleri cemm-i gafîr gibi bir mahalde, bir dükkânda toplanmaya muhtaç değildir.
Evinizde otururken, yalnız günün gazetesini okumakla, göze görünmez bir içtimaın, manevî bir cemiyetin içine girmiş olursunuz. Çünkü her gün aynı gazeteyi okuyanlar, aynı suretle duymaya, düşünmeye, irade etmeye alışarak müşterek bir vicdana malik olurlar. Bundan başka, aynı gazeteyi okuyanlar, her gün akşama kadar, zihnen aynı vakalarla meşgul olurlar. Çünkü gazetede bu vakalar havadis olarak yazılmıştır. Aristo, insanı “içtimai bir hayat yaşamaya muhtaç bir hayvandır.” diye tarif etmiş. Gazetenin zuhurundan evvel, içtima, behemehâl, bir araya gelmeyi icap ediyordu. O zamanlar “vatan”ın yalnız “medine”den ibaret olması, bir şehre inhisar etmesi, bu sebebe müstenitti. Çünkü o vakit insanlar yalnız cemm-i gafîr halinde içtima edebilirlerdi. Ancak meclislerde yahut meydanlarda toplanarak şifahi mükâlemelerle konuşabildiklerinden, o zaman millî bir vatan teessüs edemezdi. O zamanki bir büyük devletler de aşiretlerin yahut medinelerin konfederasyonundan ibaretti. Yüzlerce şehirde ve yüz binlerce köylerde dağınık olarak yaşayan bir milletin heyet-i mecmuası, bir cemm-i gafîr halinde toplanamazdı. Bir şehrin veyahut bir aşiretin ahalisi ise bu şekilde toplanabilirdi.
Gazetenin zuhurundan sonra ise kırk milyon nüfuslu bir millet, tahrirî bir amme halinde, aynı suretle duymaya, düşünmeye, irade etmeye kabiliyet kazandı. Bütün bir millette müşterek efkâr-ı amme bu suretle doğdu. Millî devlet ve millî vatan ancak bundan sonra teşekkül edebildi. Demek ki milliyetin ve asri devletin doğması başlıca gazetenin sayesindedir.
Bundan başka, gazete beynelmilel efkâr-ı ammenin de anasıdır. Bütün millî efkâr-ı ammelerin fevkinde bir cihan efkâr-ı ammesi vardır ki, bunu doğuran da bilhassa gazetedir. Gazete sayesindedir ki, bütün medeni insaniyet hakiki bir cemiyet halini alıyor. Bence hakiki Cemiyet-i Akvam’ın teşekkülüne kadar, bunun rolünü yapacak olan da ancak gazetelerdir. Gazetenin en büyük hizmeti, umumi bir mürebbi olmasıdır. Bugün kitaplar okunmuyor, mecmuaların varidatı masraflarını karşılamıyor; seve seve okunabilen yazılar, ancak gazetelerdir. Çok kimsenin bütün malumatı, gazetelerden öğrendiği bilgilere münhasırdır. Gazete, her gün, her ferdin ayağına giden ve herkesin anlayabileceği dersleri okutan canlı bir mekteptir. O halde, bir memleketin ihyası için ıslahata, ilk önce gazetelerinden başlamalıdır. Gazete her müesseseyi tenkit ve kontrol eden, her hatayı musahhihine tashih ettiren, asri bir millete, umdeler ve mefkûreler veren içtimai bir şâri’dir. Fakat bu içtimai şari’, her şeyden evvel, kendi kendini kontrol etmeli, kutsi rolünü tamamıyla yapıp yapmadığını daima aramalı ve yoklamalıdır. Gazeteleri hakiki vazifelerini ifa eden bir millet, her türlü kusurlarından kurtularak bütün terakkilere ve tekamüllere nail olacağını bilmelidir. Asri bir millet olmak için vazifeperest gazetelere malik olmak kâfidir.
Şurası da var ki, gazetenin ömrü bir günlüktür. Bir gazete, çıktığı gün gayet ehemmiyetlidir, ertesi gün bu ehemmiyeti kalmaz. Mesela bir gün, masa üstündeki bir gazetede mühim bir makale yahut bir havadis görürsünüz. Derhal onu okumaya can atarsınız. Fakat okumadan evvel bir de gazetenin tarihine bakarsınız gazete geçmiş bir güne aitse makale ve havadis gayet ehemmiyetli olmasına rağmen gazeteyi elinizden atarsınız. Çünkü bugün artık bu makale yahut havadis, hiçbir ferdin ruhunu meşgul etmiyor. Halbuki günün gazetesini okuduğunuz zaman herkesle beraber aynı vakalar hakkında düşünüp hissetmiş olacaksınız. İşte, gazetenin kıymeti de bundan ileri gelir.
Gustave Le Bon cemm-i gafîrlere dair yazdığı bir eserde “Bu asır cemm-i gafîrler asrıdır.” demişti. Gabriel de Tarde ise “Bu asır, ammeler asrıdır.” diyerek bu sözü tashih etti. Bence Tarde daha haklıdır. Bundan anlaşılıyor ki bu asır, gazeteler asrıdır.
KAYNAKÇA
Gökalp, Ziya. Çınaraltı Yazıları.İstanbul: Ötüken Neşriyat. 2016. s.51-54.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.