Geleneğimizden gelen bir yaklaşım olarak hepimiz büyüklerimize karşı hürmet ve sorumluluk hissi beslemekle birlikte bizlere verdikleri öğütleri ve nasihatleri dikkatle yerine getirmeye çalışırız. Bunun somut örneklerinden biri vasiyet kurumudur. Büyüklerimizin vefat etmeden önce bizlerden son istekleri olması akımından vasiyete oldukça önem atfederiz. Çoğumuzun aklına vasiyet deyince genel olarak büyüklerimiz adına hayır-hasenat yapmak veya miras paylaşımı gelse de birazdan bahsedeceğimiz vasiyet muhtemel olarak şahit olacağımız en acıklı ve bir o kadar da kıymetli vasiyetlerden biri olarak hafızalara kazınacaktır.
1938 yılı Kasım ayında, Kırgızistan’ın Çön Taş köyünde yer alan terk edilmiş tuğla fabrikasının etrafı artık oldukça sessizdir. Bölgeye hayvanlarına çobanlık yapmaya gelen Abıkan Kıdıraliyev orada şahit olduğu olaydan sonra evine ruh gibi geri dönmüş ve hiçbir zaman tam olarak kendine gelememiştir. Meraklı kızı Babüra ne olduğunu sorsa da yıllarca babasından bu durumu öğrenememiştir. Aradan geçen 35 yıl sonra Abıkan Kıdıraliyev, vefat ederken olanları kızına anlatır ve ona bu sırrı açığa çıkarmasını vasiyet eder. Roza Aytmatova Tarihin Ak Sayfaları adlı kitabında Abıkan Kıdıraliyev’in kızına söylediklerini şu sözlerle aktarır:
Kızım, kalbimde ağır bir yükle ölüyorum. Stalinist baskının kurbanlarının nerede gömüldüğünü biliyorum ama sizin için korkup bunu daha önce kimseye anlatamadım. Babüra, orayı sadece siz biliyorsunuz. Hatırlıyor musun, sen beni hep sorularınla bunaltırdın. Umuyorum, zaman iyiye gidecek ve o zaman sen insanlara bu masum ölüleri anlatacaksın. Kurbanların çocuklarına babalarının o tepenin altına gömüldüğünü söyle! Bunlar arasında Kırgız halkının en iyi evlatları var. Hepsi aynı toplu mezarda. Tüm hayatım boyunca ruhum üzerinde ağır bir yük ile yaşadım ve bu sırrı yanımda götürmek istemiyorum. Senden bu görevi benim için yerine getirmeni istiyorum…
İşte bir babanın yıllarca büyük bir acıyla içinde tutup kızının peşine düşmesini vasiyet ettiği bu katliam, Stalin dönemi Sovyetler Birliğinin Türk milletine karşı yaptığı yüzlerce katliamdan biridir. O dönemde Rus yönetimi altında bırakın bu zulmü dile getirmeyi, katledilen aydınların şiirlerini okumak, evde eserlerini barındırmak, isimlerini anmak dahi ölüm sebebi iken Kıdıraliyev’in bu zulmü, ancak uygun bir ortam bulunca açığa çıkarın demesi olağan bir durumdur.
Nihayet Kırgızistan’ın bağımsız olmasının ardından 1993 yılında Babüra Kıdıraliyev’in ihbarı ile kazılar başlanmış ve aydınlarımızın cenazeleri tespit edilerek yıllardır kendilerinden haber dahi alamamış ailelerine teslim edilmiştir. Peki bahsettiğimiz 138 aydın kimdir ve bizler için neden önemlidir? Bu noktada “aydın” kavramının üzerinde durmak, olayın muhtevasını anlamak açısından önemli olacaktır. Aydın; kelime manasıyla da paralel olarak toplum değerleriyle bezenerek şahsiyetini oluşturmuş ve şahsiyetinin gerektirdiği gibi yaşayan, milletine bir ışık gibi yol gösteren, milletinin dertlerine ve sıkıntılarına çözüm üreten ve bu uğurda okuyarak araştırarak kendini ve çevresini geliştirmeyi düstur edinmiş kişi demektir. Bu doğrultuda aydınlar milletin zor duruma düşmemesi için mücadele eder, zor duruma düştüyse de gösterdiği azim ve umutlu duruşuyla milletini yeniden ayağa kaldırır.
Bahsettiğimiz tanımı tam olarak hayatında yansıtan 138 aydınımızdan biri de Kırgız Türklerinin ilk şair ve yazarlarından olan, 37 yıllık ömründe Kırgız halk edebiyatının kuruculuğunu ve özerk olduğu dönemde Milli Eğitim Bakanlığını yapmış, tüm Türk milletinin ortak bir dilde buluşması amacıyla alfabe çalışmalarında bulunmuş, ilmî alanda yaptığı çalışmalarla halkına şiirler, yazılar miras bırakarak Kırgız halkının sesi olmuş Kasım Tınıstanov idi. Kasım Tınıstanov tıpkı diğer aydınlarımız gibi katliamlara şahit olduğu, memleketinden oldukça uzaklara göç etmek zorunda kaldığı, sürekli tehdit altında yaşadığı hayatında halkının sesi olmak ve halkının gelişmesi için ilim alanında durmadan çalışmalar yapmaktan bir an geri durmamış ve en sonunda şehit edilmişti.[1]
Peki Rusların ve aslında tüm işgalci devletlerin öncelikli hedefi neden işgal edecekleri devletin aydınları oluyor? Bu soruyu cevaplamak için az önce yaptığımız aydın tanımını hatırlamak yeterli olacaktır. Her sömürgeci devlet bilir ki millî şuura sahip bir aydın; yazdığı eserlerle, uğraştığı ilim alanlarıyla, yapacağı sanatla, üreteceği teknoloji ile mensup olduğu milletine de bu şuuru aşılar. Millî şuura sahip bir millet de ne sömürülmeyi ne de acziyeti asla kabul etmez. Bu durumun sonuçlarını tarihten fazlasıyla iyi bilen Rus zihniyeti elbette büyük bir tedirginlikle bu durumun önüne geçmek için vahşi karakterini ortaya koyarak zulüm ve katliam yoluna başvuracaktı. Peki Ceditçiler olarak andığımız bu aydınların ortak bir irade çerçevesinde ömürlerini mücadele ile geçirmelerini sağlayan neydi? İsmail Gaspıralı’nın başlatmış olduğu Ceditçilik hareketine kısaca değinmek bu noktada faydalı olacaktır. Osmanlı Devleti’nin gücünün azalmasına ve Türkistan coğrafyasındaki Türk hakanlıklarının hakimiyetinin yerini, bölgeyi sömürmek amacıyla yavaş yavaş işgal etmeye başlayan Ruslara geçmesine bağlı olarak Türk milleti oldukça zor durumlar yaşıyordu. Yalnızca Türkistan coğrafyasında değil Kırım’da, Balkanlar’da ve Anadolu’da da benzer işgal ve zulümler yaşanıyordu ancak Türk dünyası birbirinden haber alamıyor, bu zulme tek bir sesten karşı koyamıyordu. Bu durumun farkında olan İsmail Gaspıralı, dönemin önemli haberleşme ağı olan gazetecilik ve matbaa meselesine el atarak tüm Türk dünyasının anlayabileceği bir Türkçe ile 1883 yılında Tercüman gazetesini neşretmeye başladı. Bu oldukça önemli bir gelişmeydi. Çünkü Tercüman tüm Türk dünyasına ulaşan ve tüm Türk dünyasının anlayacağı bir gazeteydi. Bu, aynı anda tüm Türk dünyasının; Bahçesaray’dan Kaşgar’a, İstanbul’dan Kazan’a millettaşlarının yaşadığı meselelerden, sıkıntılardan haberdar olması buna bağlı olarak millî şuur ve mücadele azmini gönüllerde uyandırmak demekti.
Yalnızca bunun yetmeyeceğini, bir birlik sağlanacaksa bunda eğitimin çok önemli bir payı olduğunu bilen İsmail Gaspıralı aynı dönemde Cedit usulü dediğimiz eğitim metodu ile kısa sürede okuma yazma öğrenme metodu geliştirerek kendi evinde başlattığı bu eğitim sürecini kısa zamanda tüm Türkistan’da yaymayı başardı ve bu usulle anılan yüzlerce Cedit okullarının açılmasını sağladı. Zamanla İsmail Gaspıralı’nın yetiştirdiği çocuklar kendi memleketlerine gidip bu usül çerçevesinde geliştirdikleri okulların müfredatına tarih, edebiyat, coğrafya gibi dersleri ekleyerek millî şuurun oluşumu açısından büyük bir adım attılar. İsmail Gaspıralı’nın yakmış olduğu kıvılcımlar, tüm Türk dünyasında yanan koca bir ateşe dönüşerek Türk milletinin Kazakistan’da, Kırgızistan’da, Azerbaycan’da, Sibirya’da, Türkmenistan’da ve diğer tüm Türk coğrafyalarında halkın yaşadığı zulümleri aydınlatan birer ışık oldular. Az önce de bahsettiğimiz gibi bu durumun sonucunu uzunca bir süre tarihten çok iyi bilen Ruslar oldukça tedirgin olup baskıyı iyice artırdılar.
Tıpkı günümüzde bu aydın tipini yok etmeye çalıştıkları gibi o gün de aynı korku ile bu insanları gerek sürgün kamplarında ağır işkencelerle gerek ailelerini yok etmekle gerekse de kurşuna dizip şehit etmekle yok etmeye çalıştılar. Ancak gerek günümüzde gerek o günlerde kaçırdıkları önemli bir nokta vardı: Bedenlerin ölmesine karşılık fikirlerin ve millî şuurun ölmediği ve ölmeyeceği. Çünkü daha önce de ifade ettiğimiz gibi bizler vasiyet kurumuna oldukça önem veririz. Vasiyet deyince aklınıza yalnızca somut meseleleri getirmeyiniz. Bizler biliyoruz ki vasiyet mal paylaşımından veya somut meselelerden ibaret değildir.
Nasıl ki Babüra Hanım babasının vasiyetini yerine getirerek yok edilmek istenen binlerce aydınımızın 138 tanesinden haberdar olmamıza vesile olduysa; bizler de sahip olduğumuz kültürümüzü ve vatanımızı birer miras, “Ey Türk milleti işit! Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe, senin ilini ve töreni kim bozabilir! Artık titre ve kendine dön!” diyen Bilge Kağan’dan tutun da “Ey Türk gençliği! Birinci vazifen; Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir.” diyen Mustafa Kemal’e ve “Gençler; hepiniz birer Türk Bayrağısınız. Bayrağı lekelemeyin, kirletmeyin, yere düşürmeyin!” diyen Alparslan Türkeş’e kadar tüm önderlerimizden aldığımız öğütleri birer vasiyet kabul ederek bu vasiyetleri yerine getirmek azmiyle var gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz. Bugün her yönleriyle mücadelelerini örnek aldığımız, yazının konusu olan 138 aydınımızla birlikte; eserleri, cenazeleri yok edildiğinden dolayı ulaşamadığımız tüm Ceditçi aydınlarımızı ve tarih boyunca Türk milletine hizmet etmiş ecdadımızı rahmet ve minnetle anıyoruz. Ruhları şad olsun!
[1] TRT AVAZ. Köklerin İzinde Belgeseli: Kasım Tınıstanov. https://www.youtube.com/watch?v=697a53iBzMk&t=289s (22.06.2023)
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.