Medeniyetleri var eden hür milletlerdir. Hürriyet ise sadece kendi devletin altında idare edilmek değildir. Çünkü milletleri hür kılan onların sadece askeri ve siyasi gücü değil, onlardan daha çok ekonomik ve kültürel gücüdür. Her anlamda hür olan milletler ayakta kalabilmekte ve medeniyet var edebilmekte veya günümüzde olduğu gibi buna pozitif manada katılabilmektedir. Fakat bugün biz, Batı medeniyeti dışında ve o perspektiften bağımsız bir medeniyet düşünemiyoruz. Batı dünyayı öyle bir sömürdü ki artık milletler orijinal sistemler var edemez duruma geldi. Peki bu nasıl oldu? Nasıl oldu da Batı, siyasî anlamda işgal döneminden uzak olsa da dünya, ondan bağımsız hiçbir şey üretememektedir? Bu sorunun cevabı Batı emperyalizminin metodunda yatmaktadır.
14. yüzyılın başlarında Avrupa, Roma döneminden sonra dünyanın geri kalanını etkilemekten uzaklaşmıştı. Akdeniz kıyısında yaşayanlar dışında da dünyayla ilişki de pek fazla kurulmamaktaydı. Bu dönemler Türklerin altın çağlarıydı. Haçlı seferleri sonrasında İtalya’da uyanış başladı. Önceki yazıda girdiğimiz Rönesans ve ardından Reform, Avrupa’da bilimin, sanatın, siyasetin gelişmesine olanak tanıdı. 15. yüzyılda ticaretle uğraşan Avrupalılar yeni yollar keşfetmeye başladı. Eski Akdeniz ticaret devletlerinin alışkanlığı olan kolonicilik yeni yollar üzerinde keşfedilen kıtalara ve bölgelere yayıldı. Teknolojinin ve biraz da mikropların yardımıyla geçmişin büyük imparatorlukları yeryüzünden silindi. Önce İspanyol ve Portekizliler ardından Kuzeybatı Avrupa büyük koloni imparatorlukları kurdular. Ancak asıl koloni niteliği taşıyanlar Kuzeybatı Avrupalıların kolonileriydi. Kısa sürede Amerika, Orta ve Güney Afrika, Hindistan, Avustralya ve Okyanusya Batı Avrupa kolonisi veya sömürgesi haline gelmişti. Britanya İmparatorluğu, Hollanda, Belçika, Fransa bu sömürge imparatorluklarının başını çekiyordu.
Koloniler devletlerin vatandaşlarının yeni fethedilen veya keşfedilen bölgelere yerleşmesiyle oluşmuş ve zamanla sömürge haline gelmiştir. Sömürgeler ise devletlerin bütün kaynaklarını kendi amaçları doğrultusunda kullandığı topraklardı. Sömürgeler ürettikleri her şeyi sömürgeci için üretirdi. Bu yeri geldiğinde mal, yeri geldiğinde insan olabilirdi. İşte bu geniş toprakların da katkısıyla Avrupa ekonomik anlamda hızla ilerledi. Tabi ilmi gelişmeler de bunu takip etti.
Batı’nın bu hızlı ilerleyişi karşısında Türkler, Çinliler ve Japonlar ciddi manada geri kalmışlardı. Buralarda yaşanan toplumsal çöküntüler rekabeti iyice bitirdi. Türk toprakları cetvellerle paylaşılırken Çinliler Afyon satın almak istemedikleri için işgale uğruyordu. 1920 yılına gelindiğinde dünya üzerinde Batı tarafından yönetilmeyen toprak parçası yok gibiydi. Bu dışarıdan bakıldığında Batı için özellikle İngilizler için oldukça iyi görünse de oldukça masraflıydı. Buralardaki insanlarla öyle veya böyle ilgilenmek gerekiyordu, asker bulundurmak gerekiyordu… Sonuçta İkinci Dünya Savaşı sonunda sömürgeciliğin karlı olmadığı anlaşılınca yönettikleri ülkelere bağımsızlıklarını verdiler. Tabi bunların hepsi kontrollüydü. Yani Batı bu ülkelerden askeri anlamda çekiliyor fakat ekonomik, siyasî ve ilmî ağırlığını tamamen koruyordu. Bu konuyu anlamak için Hindistan örneği oldukça yerinde olur.
Hindistan 17. yüzyılın sonuna kadar güçlü Türk devletleri tarafından yönetilmekteydi. Sonrasında Portekizliler, Fransızlar ve son olarak İngilizler tarafından işgal edildi. İngilizler Hint alt kıtasını egemenlik altına alınca burayı ciddi imtiyazlara sahip ticaret şirketleri ile sömürmeye başladı. Bu sömürge için bazı şeylere ihtiyaç vardı. Demiryolları, limanlar bu amaç doğrultusunda inşa edildi. Ticaret şirketlerinin bazılarının orduları bile vardı. İngilizler Hindistan’ı özellikle tekstil ürünleriyle sömürüyordu. Hindistan’dan çıkarılan hammadde İngiltere’ye geliyor, burada işlenip satılıyordu. Pazar, başlarda İngiliz pazarı ve Avrupa pazarı iken zamanla hammaddenin kaynağı, yani Hindistan da pazar haline geldi. Bir süre sonra hammadde hiç Hindistan’dan çıkmadan Hint pazarına giriyordu. Yani hammaddeyi İngiliz şirketleri Hintlilere çıkartıyor, bu hammadde İngiliz fabrikalarında Hint işçiler tarafından işleniyor, İngiliz tüccarlar tarafından Hint pazarında satılıyordu. Buna karşı olanlar da İngiliz subaylar tarafından kontrol edilen Hint erler tarafından öldürülüyordu. Gerçekten Hindistan, İngiliz sömürgesinin en çarpıcı örneğidir.
Dünya savaşları sonunda artık İngiltere burayı elinde tutamadı ve 1940’lı yıllarda Hindistan bağımsızlık sürecine girdi. Hint bağımsızlık hareketini tanımlayan şey anti-sömürgeci ve anti-emperyalizmdir. Bu anlayış Hintlilerin bağımsız olduktan sonra kendi anlayışlarıyla bir hukuk, ekonomi ve eğitim sistemi oluşturmasını engelledi. Bağımsızlıktan sonra bazı İngiliz malları millileştirilse de Batı’nın Hindistan üzerindeki ekonomik sömürgesi bitmedi. Afrika’da şu anda fiilî anlamda bir sömürge ülkesi yoktur. Bütün devletler uluslararası hukuka göre bağımsızdır. Fakat kim Afrikalıların kendi kendilerini idare ettiğini söyleyebilir ki? Batı’ya karşı verdikleri bağımsızlık mücadeleleri Batılı şirketlerin egemenliğinden başka ne sağlayabildi?
İşte sömürgeciler daha az masraflı emperyalizmi icat ettiler. Karşı tarafa kendisinden başka çare bırakmamak… Ruslar da aynı taktiği uyguladı. Bu yüzden Sovyetler sonrası bağımsızlığını kazanan Türk devletleri Rusya’dan bağımsız hiçbir şey yapamamaktadır.
Bütün bunların sebebi sömürgecilerin sömürgelerini yalnız ekonomik alanda sömürmemelerinde yatmaktadır. Emperyalistler hedef ülkenin insanını esir almaktadır. Fakat onu kafese kapatmamaktadır. Onu kendisine muhtaç etmektedir. Ondan bağımsız düşünememesini sağlamaktadır. Bunun için eğitim sistemini elinde tutması çok önemlidir. Eski sömürge ülkeleri, beyin göçünü en çok eski efendilerine vermektedir. Orduları onların silahları ve harp öğretileri ile kurulmuştur. Medeni insan anlayışları, modaları, sanat zevkler dahi eski efendilerine yöneliktir. Yani sömürgeciler o ülkeyi her anlamda esir almıştır. Birgün oradan çekildiklerinde dahi bu sömürgeler onlarsız hiçbir şey yapamamaktadır.
Bir de konunun algı tarafı var ki bu bizim gibi işgale uğramadan yenilmiş milletler için daha önemlidir. 18. yüzyıldaki makas açıklığı Batı içerisinde modern kavramını doğurdu. Burada modernliğin ne olduğuna girmeyeceğiz çünkü daha detaylı olarak başka bir yazıda değineceğiz. Fakat emperyalizm, modernliği hem kendi içerisinde hem de dışarıya karşı çok iyi kullandı. Çünkü modernlik insanlığın ilerleyişini tek bir çizgiye indirgemiştir. “Gelişmek istiyorsanız bizim adımlarımızı takip etmelisiniz.” Bu da toplumları kendi tarihî tecrübelerinden koparmıştır.
Her toplumun tarihî tecrübesi farklıdır. Bu farklılık kültürel hayattan devlet felsefesine kadar her alanda mevcuttur. Batı anlayışındaki modern devlet ile Türklerdeki devlet anlayışı da oldukça farklıdır. Modern dönemde Batı’da kutsal devlet anlayışı başlamıştır. Özellikle Alman ve İngiliz devletleri halk nezdinde kutsaldır. Bu kutsallık dünyevi hayatın kutsallığının siyasî tezahürüdür. Fakat Türk düşüncesinde kutsal olan millettir ve millete hizmet ettiği ölçüde devlet de kutsaldır. Günümüzde milleti için ölecek insanların vergi kaçırması ve bunu meşru görmesi düşünülmesi gereken bir durumdur. Gerçi devletten kaçırılan vergi dolaylı yoldan millete de zarar verir ancak vatandaşın algısı böyle midir? üzerine düşünülmelidir.
Modernlik sadece devlet düşüncesinde değildir. Milletlerin kendi eğitim düzeni Batı ile mücadele edemediği için modernleşmeye çalışan bütün toplumlar Batı tipi eğitim düzeni yani modern eğitime geçiş yaptı. Ancak bundan farklı bir eğitim düzeni düşünülemedi. Çünkü bu zaten insanlığın geldiği en ileri noktaydı. Bu çizgiden başkası mümkün müydü ki?
***
Millî ideolojilerin önemi burada ortaya çıkmaktadır. Kendi kültüründen beslenmeyen, bağımsız olmayı dışarıdan öğrenen bütün milletler ideolojilerini salt anti emperyalizm üzerine kurarlar. Sonunda başarılı olsalar da yani düşmanlarını ülkelerinden atsalar da ne devlet nasıl yönetilir bilirler ne insan nasıl doyurulur, eğitilir, yaşatılır bilirler. Daha sonra Batı’dan yardım isterler ve artık sömürgeciler askerî vasıtalara ihtiyaç duymadan bütün bir ülkeyi sömürge haline getirirler. Fakat millî bir ideolojiyle yani kendi kültüründen beslenen, kendi amaçları ve uygulama planlarına sahip milliyetçilik ile yola çıkan milletler bugün dünyada saygın yerlere sahiptirler. Ruslar komünist olduklarında dahi Rus menfaatini önde tuttular ve gerektiğinde komünizmden ödün verdiler. Çünkü öncelik Rus milletiydi. Çinliler, Almanlar, Fransızlar, İngilizler her zaman önce kendi milletlerinin milliyetçisidir ve milliyetçilikleri daima kendilerinden beslenir. Bu sebeple kapitalizm hiçbir zaman aynı şekilde uygulanmaz. Türk milletinin gücü de buradan gelmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesi, kaynağını kendi kültüründen alan bir fikirdir, bu Türk milliyetçiliğidir. Kime benzeyip benzemeyeceğime dahi biz karar verdik. Türk milliyetçiliğinden taviz verdiğimiz anda yarı sömürge olmaktan kurtulamadık. Bu sebeple eğer Türk milleti sömürge olmak istemiyorsa, Türk milletinden kaynağını alan Türk milliyetçiliğinden başka bir ideoloji ile hareket etmemelidir.
Türk milliyetçiliğinin temeli ne anti-emperyalizmdir ne de anti-komünizmdir. Türk milliyetçiliği bu vasıfları taşır fakat bundan çok daha fazlasıdır. Türk milliyetçileri koca bir ülke işgal altında ve kendileri de sürgünken yeni kuracakları devletin geleceği hakkında konuşuyorlar, Turan’ın nasıl kurulacağını tartışıyorlardı. Osmanlı İmparatorluğu çökerken Ziya Gökalp, Türk hukukunun nasıl bir temeli olması gerektiğini, Türk ailesinin temelini ve sağlıklı bir ailenin formülünü, Türkçe’nin geleceğini, Anadolu dışındaki Türkleri ve daha pek çok uzun vadeli meseleleri yazıyordu. Türkçülüğün Esasları başka milletlere düşmanlık içermiyordu. Fakat Osmanlı’dan kopan milletlerin bütün motivasyonunu Türk düşmanlığından başkası oluşturmadı. Sonuçta Türklerden kurtulduklarında(!) İngilizler kollarını açmış bekliyordu. Bugün de durum farklı değildir.
Sonuç olarak Türk milletinin siyasi, ekonomik, kültürel vs. bütün alanlarda hür olabilmesinin yolu kendisinden kaynak bulan Türk milliyetçiliğine ihtiyacı vardır. Tek motivasyonu anti-emperyalizm olan hiçbir millet bağımsız olamayacak ve her zaman birilerinin sömürgesi olmayı sürdürecektir.
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.