Türküler niçin bestelenmez de yakılır? Bu soruya cevap aramadan evvel gelin Cahit Öztelli’ye ait türkü tanımını tanımlaması yapalım. “Halkın iç âlemini yaşatan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan en dikkate değer edebî mahsullerdir.” der Cahit Öztelli. Tanpınar, “Türküler hayatın sürekliliği içinde bir yığın değişmeye rağmen daimî kalan aslî yanımızı ifade ederler.” derken sanki “Bizim romanlarımız, türkülerimizdir.” diyen Yahya Kemâl’e vurgu yapar.
Türkü kelimesinin menşei hakkında birbirine benzer görüşler öne sürülmüştür. Bu görüşlerden en fazla kabul göreni şüphesiz, türkü kelimesinin Türk’ten doğduğu ve Türklere has bir ezgi olduğu görüşüdür. Hem Farsçada hem de Arapçada nispet eki olarak kullanılan ‘î’nin, Türk kelimesine eklenmesiyle meydana gelen ‘Türkî’; Türk’e has, Türk’e özgü, Türk’le ilgili anlamındadır. Bu kelimenin sonundaki ünlü, ağızlarda zamanla yuvarlaklaşmış ve türkü biçimine dönüşmüştür.[1] Türkü sözü, muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle adlandırılmıştır. Türküye Azerbaycan Türkleri; mahnı, Başkurtlar; halk yırı, Kazaklar; türki, türik halik ânı, Kırgızlar; eldik ır, türkü, Özbekler; türki, halk koşigi, Tatarlar; halık cırı, Türkmenler; halk aydını, Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi demektedir.2 Türkü teriminden söz eden ve bugün için bilinen ilk yazılı metin 15. yüzyılın ünlü dil ve edebiyatçısı Alî Şîr Nevâî’ye aittir. Alî Şîr Nevâî, Mîzânu’l-Evzân (Vezinlerin Terazisi) adlı eserinde türkînin karşılığı olarak şu bilgiler yer almaktadır. “Haddinden fazla hoşa giden ve duygulandıran bir şarkı türüdür. Türkü bestelemeye türkü yakmak denilir.”
Peki türküler niçin bestelenmez de yakılır?
Gelelim bu farklılığın sebebine. Türk, binlerce yıldır; yavrusunu, anasını, babasını; girdiği savaşlarını, yaptığı barışları; yaşadığı felaketleri, şölenlerini; sevdasını, ayrılıklarını; açlığını, tokluğunu; varlığını, yokluğunu yani kısaca her şeyini türkülerle ifade etmiştir. Türkülerle ağlamış, türkülerle gülmüştür. Çünkü türkü, Türk’ün sesidir. Türkü, Türk’ün duygusu, düşüncesi, acısı, şölenidir. Türkü, Türk’ün yanan bağrı yanan yüreğidir. İşte bunun için Türk, türkü yakar. Belki de bu yüzden, aşkın elinden bağrı yanınca insanımız, “Yandı bağrım, yandı aşkın elinden” diyerek duygularını türküye dökmüştür ve bilinir ki yanmayan bağrın ne türküsü olur ne sevdası…
Peki ya yanmak ne demektir?
Yanmak, Türkçede uyanmakla aynı kökten türemiş bir kelimedir. İkisi de od kökünden gelmektedir. Ünlü eserimiz Kutadgu Bilig’de yanmak “Odgurmuş” karakteriyle karşımıza çıkar. Odgurmuş; yanmış, yanarak uyanmış ve uyandırıcı görevini de üstlenmiş (mürşit) demektir. Türküleri yakanlar da yanmış, uyanmış ve uyandıran kimselerdir. Kimi bilerek yerine getirir vazifesini kimi yanmışlığını söndürmeye uğraşan bir çaresiz gibi aklını kaybederek yapar ama muhakkaktır ki yananın derdine çaresi başka gönlü yakabilmektir. Gönül kavramı “kömek” diye bir eski fiilden türetilir. Kömek, yanmak demektir. Köz de oradan gelmektedir. Göz de… Göz ruhun dışarıya açılan pencereleri yani yine köz gibi kömekten türetilen isimlerdir. Gönül kelimesi yanmak fiilinden üretilmiş ve fonksiyonu yani işlevi yine “insanda yanan tanrı ocağı” anlamına gelmiştir. Zaman zaman pişmiş gönül olarak kullanılmalarını Hoca Ahmet Yesevi’nin, Edip Ahmet’in eserlerinde rastlarız. Çiğ gönül nefis manasında kullanılmaktadır. Gönül piştikçe maksat hasıl oluyor. Maksadın hasıl olması işte yanmakla ilgilidir. Ne diyor ilahide “Yanmaktan usanmazam pervâne miyim bilmem. Hiç sonunu saymazam divâne miyim bilmem.”
Bir delikanlı sevdiğine gönül verdiğinde ortaya çıkan hal de yanma halidir. Allah rahmet eylesin büyük Türk şairi Bahtiyar Vahapzade “İnsan yandıkça yaşar.” der bir mısrasında… Bunu ilk duyduğumda sendeledim fakat sonra baktım bu aynı zamanda acı bir gerçekmiş. Vücudumuzun harareti 36 derecenin altına düşse de üstüne çıksa da sağlığınız bozulur. Eğer o bozukluğa razı olursanız da hayatınız tehlikeye girer. Dolayısıyla bir tarafıyla biyolojik bir vakıadır ve yandıkça yaşamak ifadesini doğrulamaktadır. Fakat Vahapzadenin kastı biyolojik gerçekliği dile getirmek değil sadece, onun üzerine bir şey söylemektir. İnsan olmak gönül ateşini harlı tutmaya bağlıdır. Onun için gönül çocukları denir. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu dostluk üzerine başladığı bir konuşmasında gönül çocukları bir başka olur der. El oğlu olmak marifet değildir. Yol oğlu olmak marifettir der. Yol oğlu olmak gönlü uyanmış olmaya bağlıdır. Uyanmış yani yanmış olmaya bağlıdır. Bu çizgiyi yani kültür çizgisini yakaladığınız vakit kültürümüzün büyük dinamizmini ve yaratıcılığını da yakalamış ve temas kurmuş olursunuz. Kültürümüzün yaratıcı ve yükselmekte olduğu, kendi kendimize yettiğimiz ve hatta ürettiğimiz manevi rızkın yedi düvele de saçıldığı devirler, türküleri yakanların yakılanlar tarafından saygıyla dinlendiği, yanmak için yakanın etrafında pervane olunduğu devirlerdir. Günümüzde de hala yerini korumakta ve hiçbir türün yarışamayacak ve asla ulaşamayacak olduğu bir konumdadır. Ancak üretim konusunda aynı şeyi söylememiz mümkün değildir. Kültürümüzden uzaklaşmamız sebebiyle Türkü yakmaya zaman yakmak olarak bakılıp talebin arzı belirlediği düşünülmekte ve nefis doyurmak temel gaye haline getirilmektedir. Yine geldik türkü yakan pişmiş gönül meselesine… Çiğ gönül (nefis) nerden bilsin yanmayı nereden becersin türkü yakmayı. Nefsini doyurmaya çalışan türküyü yakmaya uğraşır mı?
Ey beni aşk ateşine yandıran
Aşk senin aşık senin maşuk senin
Hem seven hem sevilen hem sevdiren
Aşk senin aşık senin maşuk senin
Arındıkça ulaşılan, arındıkça uyanılan, kendini kaos içerisinde bulduğunda o evhamın vesvesenin tüketilmesiyle bulduğu haldir yanmak… Hakikatle yüz yüze geldiğinde gönlünün çiğliğinden utandığın esnada kendini bulduğun haldir yanmak!
Bir türkü yakmak meselesinden fikrin, düşüncenin ve inancın taklitle yürütülemeyeceğinin sırra vakıf olabilmekle mümkünlüğüne eriştik. İnsan olmanın başka çaresi yok! İnsan olmak yeniden yaratıcı faaliyete girmeye bağlı o da yanmaya bağlı. Yanma hem bir teşvik hem bir tahrik işlevi görecek hem de egoist ilgilerden, nefsani heveslerden hevalardan bizi kurtaracak ve bir temizlenme imkânı verecektir. Kendi inancımızdan, kendi felsefemizden, kendi kültürümüzden tutuşacak türkülerimize tekrar kavuşmak dileğiyle…
[1] Çetindağ, Güldağ, Elazığ Türküleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi), Elazığ. 2005
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.