Eyvah biz kaldık Esfeli’s-sâfilîn’de!
Ahsen-i takvim üzre, onlar geçip gittiler…
18 Eylül Salı Ahmet Hoca’mın dersi erken bitmişti. Lojmana geçmeden önce Müslüm’le beraber tekrar Adana emniyetine gidecekler; sürekli tehdit edildiklerini, geceleri lojmanlarının bulunduğu Meydan Mahallesi’nde değişik değişik insanların dolaştığını, can tehlikeleri olduğunu söyleyip tekrar ve tekrar dilekçe verip şikâyette bulunacaklardı. 77 seçimlerinden sonra Adana’yı pilot bölge seçen kızıl vatan hainleri her gün bir okul basıyor, her gün arkadaşlarını ya da öğrencilerini şehit ediyorlardı. Zaten Ahmet Hoca’m da 77’de Ecevit’in sürgün ettiği, kıydığı binlerce vatan evladından biriydi. Hatay Kırıkhan’dan Adana yapı sanat lisesine sürülmüştü. Ahmet Hoca’m karakola hemen hemen her gün birkaç öğretmen arkadaşıyla gidip şikâyette bulunuyordu. Geçen gün de birlikte gitmiştik. Belki bu sefer Adana emniyet müdürü Kızıl Cevat Yurdakul’u makamında yakalayabilirlerdi. Hoş yakalasalar da pek bir şey değişmeyecekti. Aylardır verdiğimiz onlarca dilekçe sümen altı ediliyor okul, lojman ve mahallede Pol-Der’li iki üç polisten başka kimseyi göremiyorduk. Ahmet Hoca’mın bunlara pabuç bırakacağından değil, öğrencilerine zarar gelmesin derdindeydi.
Bütün hayatı mücadeleyle, Türk milliyetçiliğiyle geçen adam, Yaradan’ın huzuruna gitmekten mi çekinecekti? 1940’ta Hatay Yayladağı’na bağlı Yeditepe kasabasında bir memur babanın 9 çocuğunun en büyüğü olarak dünyaya geldi Ahmet Hoca’m. Küçüklüğünden beri vatan aşkıyla büyümüş iyi ahlâkıyla herkese örnek olmuş, 10 yaşından beri namazını kaçırmadan kılardı. Alperen olma yolunda istikametini çizmiş. Babası göçtükten sonra anasının kolu kanadı olmuş. Hem okumuş hem kardeşlerine bakmış. Ailesine yük olmamak adına Haruniye Yatılı Öğretmen Okulu’na, oradan yıl kaybetmeden Dadaşlar Yurdu’nda kalarak Kazım Karabekir Eğitim Enstitüsü’nde yüksek tahsilini tamamlamış. Üniversitede bir gün 3 kızılı al aşağı etmiş, dördüncüleri Ahmet Hoca’ma bıçağı sokmuş kaçmış, anası üzülmesin aklı bende kalmasın diye iki ay hastanede yattığını söyleyememiş. Bazen anılardan konuştuğumuzda anama söylediğim tek yalan bu diye anlatırdı. Arkadaşları, yalan sayılmaz o, diye teselli verirmiş. Askerliğini de komando asteğmen olarak Bolu ve Kayseri’de yapmış. Her gittiği okulda Alperen yetiştirmenin derdindeymiş. Yurdun çeşitli köşelerinde memuriyet yapmış. Her yerde inandığı fikrin savunuculuğunu yaparmış. Bir de yetim görünce dayanamazmış -anası anlatır- memur olduğunda ilk maaşını çevredeki yoksul çocuklara dağıtmış. “Onların bir göz yaşı, dünyanın sonu demektir ana” dermiş. Evlenmiş barklanmış Ahmet Hoca’m biri kız diğeri erkek 2 çocuğu olmuş. Fakat o, onları memlekette bırakarak Adana’daki lojmanda, bekar evinde 6 öğretmen arkadaşımızla hak yolda mücadelesine devam etmekteydi.
Adana Yapı Meslek Lisesi bekar lojmanında beş öğretmen arkadaşıyla, beş kardeşiyle, beş can yoldaşı, sırdaşı, kan kardeşiyle, Ülküdaşıyla kalıyordu Ahmet Hoca’m, yaşça en büyüğümüz olduğu için hepimize babalık abilik ediyordu…
En küçükleri Samsunlu Mustafa yirmi dördündeydi daha. En sevmediği şey kendi insanını, kendi milletini sevenlere ırkçı yaftası vuran besleme beyinlerdi. Ülkücülük Mustafa için hayat kaynağıydı. Beraber onca kötü zaman geçirmiştik ama Mustafa’da asla yılgınlık olmazdı, hemen ortamı yumuşatır, beklenmedik bir laf patlatır, en kederli anımızı unuttururdu. Mustafa’yı bir kelimeyle anlat deseler kesinlikle sadakat derim, halen ilkokul lise üniversite arkadaşlarıyla görüşürdü mahalle arkadaşları bile ara sıra Adana’ya Mustafa’yı ziyarete gelirlerdi. Lisede başladığı teşkilat yöneticiliğine ilk atandığı Adana da Ülkü-Bir yönetim kurulu üyesi olarak mücadelesine devam etti.
İzmirli Özcan, yirmi beşine yeni basmıştı daha. Ailesiyle Başkent’te yaşıyordu. Ankara Teknik Öğretmen Okulu’nu bitirip Adana Yapı Meslek Lisesi’nde göreve başlamıştı. Ülkü-Bir Adana teşkilatının gelişmesinde önemli rolü vardı. Sosyal yönü çok etkiliydi Özcan’ın. Okulda yapılan bütün millî bayram etkinliklerinde görev alır ya başında ya sonunda illa Fetih Marşını okur, okuttururdu. Okulun bütün duvarlarını, Türk tarihinin atalarının resimleriyle donatmıştı. O kadar güzel de kamış kalem kullanırdı ki okulda herkes her teneffüs Özcan Hoca’ya bir şey yazdırmaya gelirdi.
Özcan’ın Ankara Teknik Öğretmen Okulu’ndan arkadaşı 25 yaşının ilk baharında olan Sivaslı Davut’un ilk ataması Adana’ydı. Milletine hizmet etme aşkıyla öğle araları okuldan sonraları bile öğrencileriyle ilgilenirdi. Boş derslerinde bile bahçede sınıfta her zaman yanında öğrencileri olurdu. Aileleriyle sorun yaşayan öğrencilerin ailelerini bulur, görüşür, sorunları çözmeye çalışırdı. Aynı zamanda çok iyi bir rehber öğretmendi. Maaşını alır almaz yarısını Sivas’a fakir ailesine, yarısını da kendi ihtiyaçları ve öğrencileri için ayırırdı.
Bartınlı Yılmaz, yirmi yedisinde, Özcan ve Davut’un iki dönem üstünde, Ankara Yüksek Teknik Öğretmen Okulu’ndan mezun olup Adana’da göreve başlamıştı. Fakir bir aileden gelmişti. 4 yıl üniversitede bir çift ayakkabıyla yaz ve kışlar geçirmişti ama o kadar iman sahibi biriydi ki ondaki ihlâs daha kimsede görülmedi. Arkadaşları, küçük yaştan beri aldığı dinî eğitimle milletine duyduğu derin sevgiyi birleştirmişti yüreğinde. Herkesle çok sakin tartışır en son sarılır “Hakkını helal et ha! Belki de ben hatalıyımdır” derdi. Ülkücü dünya görüşünü yükseltmek için önce Bartın Genç Ülkücüler Teşkilatında görev aldı, çalıştı, mücadele verdi. Hatta lisede iki kere silahlı saldırıya uğradı. Üniversitede de Ülkücü Gençlik Derneğinde yoğun faaliyetlerde bulundu. Görev Yaptığı Adana Yapı Meslek Lisesi’nde öğretmenler odasında yakaladığı meslektaşlarına sürekli Alparslan Türkeş’in Türk milletinin kurtulması için ortaya koyduğu çıkış yollarını anlatırdı.
Ahmet Hoca’mın son ev arkadaşı da ortaokuldan itibaren bu yaşına kadar Ülkücü hareketin bütün kurum ve kuruluşlarında görev alan otuzundaki Çankırılı Müslüm’di. Son görev yaptığı Adana’da Ülkü-Bir sancağını en ileriye taşımak için gece gündüz mücadele etti. Sesi ve hitabeti çok iyiydi, dua edilecek bir etkinlik olduğunda herkesin gözü Müslüm’deydi. Bütün dualarında Ülkücü hareketin selameti için Allaha yalvarırdı ve herkesi ağlatırdı.
***
Ahmet Hoca’mla Müslüm suratları asık ellerinde erzak torbalarıyla sohbet ede ede lojmana doğru yürüyorlardı. Karakola şikâyet dilekçelerini vermişlerdi ama yine istediklerini alamamışlardı. Eve geldiklerinde Özcan ve Davut’la çoktan yemekleri hazırlamıştık. Sofrayı kurduk, yemeğimizi yedik. Müslüm duasını yaptı, ortalığı topladık. Akşamları derneğe gitmediğimizde çay işi Mustafa’da oluyordu. Televizyonda ‘Oyun Bitti’ filmi başlamıştı. Gece boyu sohbet ettik, çay içtik. Türk milletini konuştuk, Türk tarihi, Türk Müslümanlığını konuştuk. Ailelerimizden gelen mesajları selamları duaları ilettik birbirimize. Düşüncelerimizi yatırdık masaya, “Milli Devletin” hayalini kurduk. Turanı özlüyorduk ki tam o sırada beş altı el silah sesi geldi hepimiz birden ayaklandık, pencereden baktık sese doğru giden polis sirenlerini gördük. Narlıca Mahallesinden de siren sesleri geliyordu. On–on beş dakika sonra hademe olarak görev yapan Müslüm Severcan abimizi dışardan lojmana girerken gördük. Ahmet Hoca’m: “Hayırdır abi ne oldu?” diyince Hademe Müslüm: “Hoca’m istasyon ve bankalar semtinde beş bankayı kurşunlamışlar bombalı pankart asmışlar. Narlıdere’de iç savaş çıktı diye yaygara koparmışlar hiç polis kalmadı etrafta herkes olaylara gitti siz yatın çocuklar yatın geç oldu hadi Allah rahatlık versin.” dedi ve lojmana kendi dairesine girdi.
Saat tam gece yarısı gösterdiğinde lojman girişinde 3 el silah sesi geldi Ahmet Hoca’m hızlıca arkadaşlarının yanına kalktı, bütün ev toplandık olayı anlamaya çalışırken dış kapı bir omuz darbesiyle kırıldı içeriye giren biri makineli diğeri tabancalı iki kişi, yüzü maskeli katiller o an orada bulunan 6 ülkücü öğretmene bütün mermileriyle ateş ettiler…
Ahmet Güleç, Müslüm Teke, Yılmaz Kızılay, Davut Korkmaz, Özcan Doruk, Mustafa Karaca…
6 Ülkücü Şehit Öğretmen, vücutlarından çıkarılan 147 kurşun …
Faili meçhul bir katliam…
***
19 Eylül 1979 tarihinde Adana’da altı ülkücü öğretmen Meydan Mahallesinde bulunan Yapı Meslek Lisesi bekar lojmanlarında televizyon seyrederken içeri giren iki komünist militan tarafından önce yatırılıp sonra kurşuna dizilerek şehit edildi. Apartman girişinde hademe Müslüm Severcan ve Öğretmen Tarık Tokat ise yaralandı. İki gün sonra da Hademe Müslüm Severcan tüm müdahalelere rağmen kurtulamayarak şehit düştü. Meydan Mahallesi komünist anarşistler tarafından kurtarılmış bölge ilan edildiği günden beri, gazetelerde yazıldığı halde hiçbir şekilde bu konuya ehemmiyet verilmediği ortada. O tarihlerde emniyetin içine sızmış elbiseli ve üniformalı komünistler, onların kukla hayvan ortakçıları ve Ecevit’in kanatları altında himaye gören katiller Adana’da yapılan bu katliamın baş suçlularıdır.
Peki sen kimsin diye soranlar olur belki, ben o gece o lojmanda olmak isteyenlerdenim.
Şehit Müslüm Teke ağabeyimizin duasıyla çevirelim sayfayı,
‘Yüce Allah’ım bizi, ülkücü hareketi, her şart ve durumda sırat-ı müstakim üzre olanlardan, hakkın ve hakikatin fedailiğini yapanlardan eyle’
2023-12-07
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.