İnsan, yaşarken tercih ettikleri ve tercih edemediklerinin toplamı olarak toplum içinde bir kimlik ve şahsiyet kazanmaktadır. Nerede, nasıl, hangi ailede doğacağını ve cinsiyetini belirleyebilmek insanoğlunun kabiliyeti dışındadır. İlim ve teknik birçok açıdan gelişse de insan idraki aynı hızla gelişememektedir. Kendi tercihimiz dışında gerçekleşen ve aslında insan olmamız hususunda çok da bir şey ifade etmeyen “cinsiyet” kavramı günümüzde hâlâ tartışılmakta, bunun üzerinden milletlerin yapısı ile oynanmak istenmektedir. Oysaki Türk milliyetçiliği bu kavram üzerindeki tartışmalarını Türk kültürü ve ilim ışığında çok önceden çözüme kavuşturmuştur. Yazımız bu cümlelerimizin daha iyi anlaşılması üzerine inşa edilecektir.

Öncelikle “cinsiyet” ve “içtimaî cinsiyet” arasındaki farkları bilmek, konunun aydınlanmasına yardımcı olacaktır. Cinsiyet kavramı ile ilgili tanımların geneli cinsel organ ve biyolojik özelliklere bakılarak yapılmaktadır. Cinsiyet sadece cinsel organa bakılarak ifade edildiği için biyolojik anlamda herkes ya erkek ya da kadın olarak doğar (Bhasin 2003: 8). Dolayısıyla bu kavram sadece insan cinsine has bir durum değildir. Hayvanların da cinsiyeti cinsel organlarına bakılarak belirlenir.

Cinsiyet kavramı İngilizcede sex kelimesi ile karşılanmaktadır. Cinsiyet (sex) terimi, kadın ya da erkek olmanın biyolojik yönünü ifade eder ve biyolojik bir yapıya karşılık gelir (Dökmen 2015: 19). Cinsiyet, bireyin biyolojik cinsiyetine dayalı olarak belirlenen demografik bir kategoridir. İnsanların nüfus cüzdanlarında yazan cinsiyet bu terimin anlamına uygundur (Dökmen 2015: 20).

İçtimaî cinsiyet ise İngilizcede gender kavramının karşılığıdır. Kavram açıklanırken cinsiyet kavramı ile ele alınmıştır. Genel anlamda cinsiyet biyolojik faktörlere dayandırılırken içtimaî cinsiyet sosyolojik faktörlere dayandırılmıştır. Anne karnında bebeğin cinsiyetini belirleyen biyolojik faktörlerin dışında doğum hadisesinden sonra gelenekler, âdetler gibi çeşitli içtimaî normlara göre şekillenir. İçtimaî cinsiyette kadının ve erkeğin rolleri birbirinden farklıdır. Bilimin yaptığı tanımlardan yola çıkarak cinsiyetin her canlı türünde biyolojik olarak var olan bir özellik olduğu ve türün devamlılığını sağlamak konusunda dişi veya erkek olmanın gerekliliği görülmektedir. İçtimaî cinsiyet ise kadın ve erkek olmanın insana hayatı boyunca yüklediği rolleri ön plana çıkarmakta ve bu roller kültürden kültüre yani milletten millete değişmektedir.

İçtimaî cinsiyet kavramı sosyolojik bir hadisedir. Kadın veya erkek olmak, insan türünün neslinin devamını sağlarken aynı zamanda birlikte yaşamanın gerekliliği olarak üstlenecekleri sorumlulukların da nesillere aktarılmasında etkilidir. Bu sorumlulukların yerine getirilmesi ve yerine getirilirken toplum içinde kadın ya da erkek olmanın getirdiği değer veya değersizlik milletten millete değişmektedir. Burası konunun Türk milliyetçilerini ilgilendiren safhasıdır.

Milletten millete değişen içtimaî cinsiyet rolleri, içtimaî cinsiyet kalıp yargılarını meydana getirmiştir. Toplum içinde başta kadın ve erkek olmak üzere belli gruba bağlı insanların davranışlarını yönlendiren ve bazı davranışları onlardan beklemek şeklinde ortaya çıkan düşüncelere kalıp yargılar denir. Toplumun, birer grup olarak kadınlardan ve erkeklerden göstermelerini beklediği özelliklere içtimaî cinsiyet kalıp yargıları denir. Bizler bu kalıp yargılardan ve tarihî vakalardan hareketle bir milletin kadınlara verdiği değeri ölçebiliriz. Öncelikle tarihî vakalara gittiğimizde günümüzde kadın hakları, kadınların özgürleştirilmesi gibi kavramların öncülüğünü yaptığını iddia eden Batı medeniyetinin milletleri; kendi karanlık çağlarında kadınların “büyücü” olup olmadığını anlamak için onları ellerinden bağlayarak derin bir suya atar, yüzebiliyorsa büyücü olduğuna kanaat getirir ve öldürürdü; eğer kadın yüzemezse büyücü olmadığını anlarlardı fakat yüzemediği için kadın zaten ölürdü. “Büyücü” demek ise şeytanla birliktelik kuran kadın demektir. Örneklerimizi genişletecek olursak Hintlilerin kutsal kitapları Vedalarda kadın, yılandan, zehirden, kasırgadan ve ölümden daha kötü bir yaratık olarak anlatılır. Kadınların Budizm’e girmesi ile dinlerinin saflığının bozulduğu söylenir. İngiltere’de M. S. 5-11. asırlar arası kocalar, karılarını satabilirlerdi. Kadın murdar bir yaratık sayıldığından İncil’e el süremezdi.

İşte biri diğerini sömüren iki milletteki kadın anlayışı bu şekildeyken Türk milletinde kadın, toplumda statü sahibiydi. Göktürk Kitabeleri, Dede Korkut Kitabı ve tarihî olaylar; Türk toplumunda kadının, töre ve ahlaka aykırı bir davranış göstermediği sürece erkeklerde olduğu gibi söz ve hak sahibi olduğunu göstermektedir. Bazı çevrelerdeki “kadın bu haklarını İslamiyet’in kabulü ile yitirdi” anlayışı hatalıdır. Zira dinler içinde kadına en geniş hak veren din İslam’dır. Türk toplumundaki değişimin sebebi, İslam zannedilen Arap gelenekleridir. Arapların İslamiyet öncesinde kadınlara neler yaptıkları malumdur. Peygamber ve dört halife sonrasına eski kültürlerini İslam ile meşrulaştırmalarının ceremesini ise hâlihazırda bütün Müslümanlar çekmektedir. Türklerde kadın, aile içinde erkeğin tamamlayıcısı konumundadır. Eğer erkek “han” ise o da “hanım”; “kağan” ise o da “katun”; erkek “Alperen” ise o da “Bacıyan-ı Rum” dur. Kısacası Türk toplumunda erkek at sırtında kılıç sallarken kadın sosyal hayatı düzenlemiş, kilim dokumuş ve evlat yetiştirmiştir. Bu işleri yaparken de bu kadın işi bu erkek işi diye ayırt etmemiş kendini yetiştirmiştir. Yeri geldiğinde ok atmış, kılıç kuşanmış, ata binmiştir. Dede Korkut Kitabı, Türk sosyal hayatının en güzel tezahürüdür:

“Beyrek aydur : Baba mânâ bir kız alıver kim men yerümden turmadım ol turmah gerek; men koç atuma binmedin ol bimeh gerek; men kırıma varmadın ol mânâ baş getürmeh gerek. Bunun gibi bir kız alıver baba mânâ, dedi.” Toplumda kadından beklenen ve evlenilecek kadın olarak çizilen profil bu şekildedir. Dede Korkut Kitabı’nda herkesin bildiği gibi dört kadın tipi, daha hikâyeler başlamadan anlatılır. Burada iyi ve kötü huylu kadınların özellikleri sıralanır:

Karılar dört türlüdür. Birisi solduran soptur. Birisi dolduran toptur. Birisi evin dayağıdır. Birisi ne kadar dersen bayağıdır.

Ozan, evin dayağı odur ki kırdan, yabandan eve bir misafir gelse, kocası evde olmasa, o, onu yedirir içirir, ağırlar, azizler, gönderir. O Âişe, Fâtıma soyundandır, hanım. Onun bebekleri yetişsin. Ocağına bunun gibi kadın gelsin.

Geldik o ki solduran soptur. Sabahleyin yerinden kalkar, elini yüzünü yıkamadan dokuz bazlama ile bir külek (tahta kova) yoğurt bekler, doyuncaya kadar tıka basa yer, elini böğrüne koyar, der: “Bu evi harap olası kocaya varalıdan beri daha karnım doymadı, yüzüm gülmedi, ayağım pabuç, yüzüm yaşmak görmedi” der, “Ah ne olaydı, bu öleydi, birine daha varaydım, umduğumdan daha uygun olaydı.” der. Onun gibisinin hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin. Geldik o ki dolduran toptur. Dürtükleyince yerinden kalktı, elini yüzün yıkamadan obanın o ucundan bu ucuna, bu ucundan o ucuna çırpıştırdı, dedikodu yaptı, kapı dinledi, öğleye kadar gezdi; öğleden sonra evine geldi, gördü ki hırsız köpek, büyük dana evini birbirine katmış, tavuk kümesine, sığır damına dönmüş; komşularına seslenir ki “Kız Zeliha, Zübeyde, Ürüveyde, Çan Kız, Çan Paşa, Ayna Melek, Kutlu Melek ölmeğe, yitmeğe gitmemiştim, yatacak yerim gene bu harap olası idi, ne olaydı benim evime birazcık bakaydınız, komşu hakkı, Allah hakkı” diye söyler. Bunun gibisinin, hanım, bebekleri yetişmesin. Ocağına bunun gibi kadın gelmesin.

“Geldik o ki ne kadar dersen bayağıdır. Uzak kırdan, yabandan bir edepli misafir gelse, kocası evde olsa, ona dese ki: “Kalk ekmek getir yiyelim, bu da yesin.” dese, “Pişmiş ekmeğin bekası olmaz, yemek gerektir.” Kadın der: ‘Neyleyeyim, bu yıkılacak evde un yok, elek yok, deve değirmeninden gelmedi.’ der; Ne gelirse benim kalçama gelsin.’ diye elini arkasına vurur, yönünü öteye, kalçasını kocasına döndürür; bir söylersen birisini koymaz, kocasının sözünü kulağına koymaz. O, Nuh peygamberin eşeği asıllıdır. Ondan da sizi, hanım, Allah saklasın. Ocağınıza bunun gibi kadın gelmesin.” (Dede Korkut Kitabı/5-6)

Aişe, Fatıma soyuna dayandırılan kadın, ideal kadın tipidir. Türk toplumunda istenen ve istenmeyen kadın davranışları Dede Korkut’ta sıralanmıştır. Türk kadını da tarihî vakaların gösterdiği üzre ideal kadın tipini en kritik anlarda göstermiştir. Bu nedenle de hem vazife hem söz hem de hak sahibi olmuştur. Kadın ve erkek rolleri Türk toplumunda ana hatları ile çizilmişken içtimaî cinsiyet kavramına bağlı olarak “kadınlara özgürlük”, “kadınlar eve hapsedilemez” ve nihayetinde “annelik kadına dayatılamaz” gibi propagandalar ile kadının toplumdaki rolleri değiştirilmeye çalışılmış ve millî kültür şuurundan yoksun kesimlerde de başarılı olunmuştur. Elbette kadına, erkeğe, çocuğa, hayvana ve her türlü canlı-cansız organizmaya yapılan şiddetin karşısındayız fakat şiddet bahane edilerek toplumun en yüce kurumu olan ailenin dinamiklerini bozmasına da karşıyız. Öncelikle kadın fıtratında annelik, şefkat, duygusal yönden kuvvetlilik gibi özellikler bulunmaktadır. İnsanın fıtratından gelen bu özellikleri, popülariteye uymak adına bastırmaya çalışması kendisine yaptığı zulümlerin başında gelmektedir. Bununla birlikte hem çalışma hayatı hem ev işi ve annelik hem kariyer yapma gibi üçgenlerde de kadın yine kendine zulmetmektedir. Bazı alanların sorumluluklarını paylaşmayı bilmediğinde yetişememek ve yetersiz hissetmek gibi durumlarda sıkışıp kalmaktadır. Yapılması gereken sevgi üzerine kurulan bir aile yapısında kadın ve erkek birbirleri ile bir ahenk içinde hayat mücadelesini vermelidir. Kadının fıtratında olan başka bir husus da sevgi ve ilgiye hassas olmasıdır. Günümüzde psikoloji, bize mutlu aile ve mutlu çocukların olabilmesi için annenin mutlu olmasını, annenin mutlu olması için de babanın anneye ilgi ve sevgi göstermesi gerektiğini haber veriyor. Erkek bu mânâda kadını besleyecek ki kadın da bütün bir aileyi beslesin. Atalarımız boşuna yuvayı dişi kuş yapar dememiştir. Sevgi ve ilgiyle erkeğin yanında olduğunu bilen kadın, tabiri caizse atomu bile parçalayacak gücü kendinde bulur. Sonuç olarak tarihte otağ temizleyen eller şimdi kitaplık siler, tarihte kılıç tutan eller şimdi kalem tutar. Ninni söyleyip masal anlatan diller şimdi de ninni söyler, masal anlatır.

Nitekim Atsız Bey’in de dediği gibi değişmemesi gereken ana unsur analıktır: Türk kızları, çok eski zamanlardaki Türk kızları gibi fazilet mümessili olarak yetiştirilmelidir. Soğukkanlı, vakur, sade ve vazifeşinas olmalıdırlar. Yalnız süs peşinde koşan bir kız, analık ve yurt duygularından uzaklaşmış müstakbel bir kokettir. Bu vatanın iyi dans eden, şu kadar elbisesi olan, güzel boyanan, hatta kusursuz pasta yapan kızlara değil; “bu vatana şerefli oğullar ve faziletli kızlar yetiştirmek en büyük borcumdur” diyen kızlara ihtiyacı vardır.

Türk milleti içtimaî cinsiyet kavramı üzerinden yapılacak olan herhangi bir olumsuz etkiyi bertaraf edecek kültür birikimine sahiptir. Türk milliyetçileri de bunu bilerek ve yaşayarak Türk toplumunda kadın-erkek ayrımı olamayacağını göstermek zorundadırlar. Türk milliyetçiliği fikir sistemi insanlara kadın-erkek, beyaz-siyah şeklinde bakmaz. İnsanı eşref-i mahlukat görür ve eşref-i mahlukat olarak sorumluluklarının farkındalığına göre kişilere değer atfeder. Kadın ve erkek, cinsiyet rollerinin farkında olarak ve buna uygun davranarak hem kendilerine zulmetmemiş olurlar hem de gelecek nesilleri sağlıklı bir şekilde birlikte inşa ederler. Kadın ve erkek arasındaki farkların istismar edilmeden korunması milletler ve insanlık açısından önem arz eder. İnsana olan saygıdan dolayı farklı eğilimlere “hoşgörü” ile bakanlar bu farklı eğilimlerin insanlığın sonunu getireceğinin farkında olmalıdırlar. Türk milliyetçileri olarak içtimaî cinsiyet kavramının ne demek olduğunu bilerek farklı fraksiyonların menfi söylemlerine verecek cevabımız bellidir: Türk milletinde kadın ve erkek birbirinin antitezi değil, birbirinin tamamlayıcısı ve destekçisidir. Tarihte olduğu gibi gelecekte de Türk milletinin varlığını devam ettirebilmek için güçlerini birleştirerek Türk milletinin âlî menfaatleri için gündüz oturmayıp gece uyumayacaklardır.

Tarihten bu yana Türk milletinin ve Türk milliyetçilerinin kadına bakışını Neşet Ertaş özetlemiştir:

Kadınlar insandır, biz insanoğlu…

Kaynakça

Bhasin, K. İçtimaî cinsiyet ‘bize yüklenen rolleri’. Ay, K.. (Çev.) Liseli Kıvılcım Eğitim Broşürleri. 2003.

Dökmen, Z. İçtimaî Cinsiyet Sosyal Psikolojik Açıklamalar. Remzi Kitapevi. İstanbul. 2015.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.