Bu yazımızda; son yıllarda sık sık duyduğumuz, muhtevasının “cinsiyet eşitliği” diyerek bir çırpıda açıklanıverdiği feminizm fikrini doğuran zihni temelleri anlatacağız.
İnsanlar yüzyıllardır fıtratının bir tezahürü olarak kendini, tanrıyı, tabiatı anlamaya ve anlamlandırmaya çabalamış; bu anlamlandırmanın neticesinde eylemlerini gerçekleştirmiştir. Tabiî olarak gelişen bu anlamlandırma süreci sonunda, insanda bir tasavvur meydana gelmiştir. Bu tasavvur insana; tanrıyla, diğer insanlarla ve âlemle ilişkisinde bir ölçü verip çerçeve çizmiştir. İster bilinçli olsun ister bilinçsiz, her insanın eylemlerinin altında bir tasavvur yatmaktadır. Bizim meseleyi tasavvur konusundan ele almamızın sebebi ise feminizmi doğuran coğrafyanın tasavvurunu açıklamaktır. Çünkü feminizm, doğduğu coğrafyada, tabiri caizse, bir isyan olarak ortaya çıktı. Her toplumun sahip olduğu bir tasavvur vardır ve fikirler, doğdukları coğrafyanın üzerine bina edilir. Feminizm gibi reaksiyon bir fikri de iyi tahlil edebilmek, o fikri doğuran zihni temeli iyi anlayabilmekle doğru orantılıdır.
Peki, Batılı kadınların bir gün kalkıp eşitlik nidâları atmalarının asıl sebebi neydi? Bu baş kaldırı hangi ihtiyaçtan doğmuştu? Herhalde rahatı pek iyi olan kadınlar, bir gün kalkıp da cinsiyet eşitliği nidâları atmayacaklardı.
Ceza Eşittir İlk Kadın: Pandora
Yunan mitolojisine göre; kendisi de bir tanrı olan Prometheus, savaşta kendi titan ırkını yok eden Tanrı Zeus’a ve diğer tanrılara olan kinini insanı yaratarak dindirmeye çalışır. İnsan, yaratılışıyla birlikte dünyanın ve tanrıların başına bela olacak, Prometheus’da öcünü Baş Tanrı Zeus’tan ve diğer tanrılardan alacaktır. Prometheus insanı yaratmıştır fakat doğada hayvanların kendini koruyabilmeleri için çeşitli özellikleri varken insanı doğada koruyan veya üstün kılan hiçbir özellik yoktur. Ta ki Prometheus gökyüzünden, diğer tanrılardan, ateşi çalıp insana verinceye kadar. Çaldığı ateşi gökyüzünden yeryüzüne indiren Promethus, insanı doğadaki acziyetinden kurtaracak, bu armağanla insan doğada hayvandan üstün bir varlık olacaktır.
Fakat insanı yaratıp ona ateşi vermekle de kinini dindiremeyen Prometheus, öcünü farklı bir şekilde almaya çalışır. Bir gün tanrılar için kesilen bir kurbanda Zeus’u kandırır ve kesilen etlerin kötü kısmını Zeus’a ve diğer tanrılara, iyi kısmını ise insanlara verir. Prometheus tarafından aldanan ve çılgına dönen Zeus, insanları cezalandırmak için “etlerini çiğ çiğ yesinler” diyerek Prometheus’un gökyüzünden çaldıp yeryüzüne indirdiği ateşi onlardan geri alır. Ateşin alınması ile karanlıkta kalan insanoğlunu artık doğada koruyacak ve diğer canlılardan üstün kılacak hiçbir özellik kalmaz. Bunun üzerine Prometheus, Zeus’un sözlerini çiğner ve ateşi tekrardan insanlara verir. Ateşin tekrar insanlara verildiğini gören Zeus, insanlığa ve Prometheus’a bu sefer daha büyük ve unutulmaz bir ceza verecektir. Bu ceza, yaratılacak ilk kadın olan Pandora’dır…
Kelime anlamı olarak ‘Tanrıların Armağanı’ olan Pandora, Zeus’un emriyle Olimpos’taki diğer Tanrıların da katkılarıyla yaratılmış, yeryüzüne gönderilen ölümlü ilk kadın olacaktı. Zeus her Tanrı’dan ona birtakım özellikler bahşetmesini istemişti: üstün bir güzellik, karşı konulamaz cazibe ve şehvet, yalan söyleme ve kandırma kabiliyeti, hilekârlık… Dünyanın felaketi olacak Pandora ,Zeus’un isteğiyle Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a sunulur. Prometheus’un akılsız kardeşi Epimetheus, abisinin telkinlerini hiçe sayıp Pandora’yı kabul eder ve evlenir. Aynı zamanda, Pandora’ya tanrılar tarafından verilen, açmaması tembihlenen bir kutu vardır. Dünyanın başına gelecek türlü felaketlerin bulunduğu bu kutuda; hastalık, ahlaksızlık, hırs, kötülük, savaş, çalışma ve kötü olan bir sürü şey vardır… Ama kaderi budur Pandora’nın, güzel olduğu kadar aptaldır; tabii ki merakına yenik düşecek ve yaratılış amacını, aslî vazifesini yerine getirecektir.
Pandora kutuyu açar açmaz bütün felaketler dünyaya yayılır, pişman olup kutunun kapağını kapattığında ise geriye sadece umut kalacaktır. Zeus’un istediği de zaten budur; insan ebediyen ağır işler görmeye mecbur kalacaktır ve ölümlülerin boş çabalarını besleyen de umut olacaktır.
Yani ilk kadın Pandora; yalnızca dış görünüşüyle eşsiz benzersiz güzelliklere, içiyle ise bütün kötü ve çirkin hasletlere sâhip, insanlığa ceza olsun diye dünyaya gönderilmiş bir belayı temsil etmektedir. İnsanoğlunun başına gelen tüm felaketlerin; bugüne değin çekilen, sonsuza değin de çekilecek olan bütün acıların müsebbibi olan bir bela…
Pandora’nın yaratılış hikayesi, mitolojik bir hikâye olmaktan çok bize, Yunan ve Batı inanışında kadının konumunu ve tasavvurunu gözler önüne sermektedir. Konuya Yunan mitolojisi ile başlamamızın sebebi ise Batının kendi köklerini Yunan mitolojisine dayandırmış, kendi inancını da bu ölçüde yönlendirmiş olmasından kaynaklıdır.
Meselenin zihni temellerine daha fazla örneklik teşkil etmesi bakımından, Hristiyanlığın kadına bakış açısını da ele alalım.
İlk Günah Eşittir: Havva
Hristiyanlığa göre kadın yaratılış amacından itibaren sıkıntılı bir konumdadır. Yaratılış amacı erkek için olduğuna inanılan kadın yüzünden bütün insanlar aslî bir günahla doğmaktadır. Bunun temel sebebi ise, Adem’i günah işlemeye sevk eden ve yasaklı meyveyi ona yediren Havva’dır. Tüm insanlığın anası olan Havva, ilk günahı eşi Adem’e işletmiş ve sonraki doğacak bütün insanların bu kara leke ile doğmasına sebebiyet vermiştir. Yani Hristiyanlığa göre, Havva Adem’e işlettiği günah ile sembolleşmiştir. Anlattıklarımızı delillendirmek adına kutsal metinde geçen ifadeleri ve Hristiyanlığın mimarı olarak görülen Pavlus’un kadınlar hususundaki düşüncelerini inceleyelim:
“Kadın tam bir sükûnet ve tam bir uysallık içinde öğrensin. Kadının ders verip erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum; kadın sükûnet içinde dinlesin. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; aldanan da Âdem değildi, kadın aldanıp suç işledi.”
“Kadınlar, kutsalların bütün topluluklarda olduğu gibi, toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi uysal olsunlar. Öğrenmek istedikleri bir şey varsa evde kendi kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı sırasında konuşması ayıptır.”
“Bir başka kutsal metinde ise aynı manada kadının yaratılış sebebi olarak şöyle ifadelere rastlıyoruz; “Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı” (Korintliler, 11:8-9)”
Yukarıdaki örneklere bakılacak olursa, Hristiyanlıkta kadın yaratılış amacıyla eksik, ilk günahın müsebbibi olarak kusurlu, sosyal hayatta dâhi yeri olmayan bir varlık olarak temellendirilmiştir. Bu hastalıklı zihniyetin tezahürlerine de örnek verelim:
Hristiyanlık için en dindar kadınlar rahibelerdir ve onlar da evlenmemelidir. Zirâ kadın sosyal hayattan uzaklaştığı ölçüde dine yaklaşmaktadır.
Bugün hala yeni doğan bebeklerin vaftiz edilmesindeki amaç, Havva’nın müsebbibi olduğu kara lekeyle doğan bebeği temizlemektir.
Sonuç
Yukarıda anlattıklarımızdan anlaşılan odur ki feminizm fikri Batı, çok medenî olduğundan dolayı o topraklarda doğmamıştır; sâhip olunan yanlış ve hastalıklı zihin dünyası feminizmi doğmaya mecbur bırakmıştır. Kadını temellendirdikleri aşağı konum eylemlerine de zuhur etmiş, onu hor görmüş, dışlamış, eziyet etmiş, kadınları bu fikre itmişlerdir. Evet, anlattığımız coğrafyanın hastalıklı zihin dünyasında feminizm belki en başta haklı sayılabilecek bir isyandı lakin bugün, muhtevasının büründüğü hüviyetle kadını kendi istismâr etmektedir.
Devamı gelecek…

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.