İnsanoğlu doğumla yaşam arasında; varlığını ve diğer varlıkları anlamaya çalışmış, gelimli gidimli dünyada mânâ arayışına çıkmıştır. Hayatı boyunca gözlem yapmış, kendini arama yolculuğunda tepeler aşarak bugünkü seviyeye gelmiştir. Bu mânâ arayışında birçok tabiat unsuruyla karşılaşmış, onlarla yaşamına devam etmiştir. Karşılaşılan unsurlara isim vererek onları tarihiyle kültürüyle kendileştirmiş, hatta doğaüstü anlamlar yükleyerek destanlara konu bile etmiştir. O nedenle, her toplumun kendine ait mânâ dünyası bulunmaktadır. Toplumun düşünce yapısını öğrenmek için başvurulan en önemli yöntem, tasavvurlarına göre şekillenen unsurlardır. Hayatının her anını mânâyla biçimlendiren Türkler, yaşamında ona ortaklık eden unsurlara büyük anlamlar yüklemiştir. Öyle ki kıyafetten nakışa, çiçekten sanata kadar daha sayamayacağımız birçok ögenin içini ilmek ilmek işlemişlerdir. Anlamlar asırlardır bizimle yaşamış, dünyamızı zenginleştirmişlerdir. Yaşamımızın büyük kısmında kullandığımız “renkler” de dünyamızı zenginleştirip toplumumuza sirayet olan unsurlardan biridir. Renkler, Türk topluluklarında pek çok alanda kullanılmış, kültürün büyük bir parçası konumunda olmuştur.
Yönlerde Renkler
Renkler, Türk’ün dünyasına asırlar önce girmiş; yönlere, dağlara, denizlere, bozkıra isim vermiştir. Yer adlarında kullanılan renkler, aynı zamanda yön olarak da kullanılmıştır. “Türkler tarihin en eski zamanlarından başlayarak uzun zaman beş ana renk olarak kara, ak, kızıl, yeşil ve sarı renkleri esas görmüş ve bu renklerden her birini dünyanın dört yönü ile merkezini ifade etmekte kullanmışlardır.” Türkler yön tayin ederken isimlendirecekleri yerin konumuna ve önemine göre seslenmişlerdir. Yönlerde renklerin anlamları şöyledir: Kara (siyah) kuzeyi, kızıl (kırmızı) güneyi, ak (beyaz) batıyı ve gök (bazen yeşil) doğuyu temsil etmektedir. Beşinci renk ise sarıdır. Sarı merkezi temsil etmekle birlikte güç ve merkezi hâkimiyet için kullanılmaktadır. Yönler içerisinde en çok önem atfedilen yön doğu olmuştur. Tarihteki etkilerinden biri de ordunun tasnifi olmuştur. “Renkler, Hunlar’ın ordudaki süvarilerinin dizilimini de etkilemiş, dörtlü tasnife göre süvarilerin atlarının rengi cihete göre farklılık göstermiştir. Buna göre Hun süvarilerinin batıdakileri kır, doğudakileri gökyüzü renginde, kuzeydekileri yağız, güneydekiler de doru atlılardan oluşmaktaydı.”
Doğuya verilen önem ise Güneş gibi dünyayı kuşatmak, sarıp sarmalamak olduğu düşünüldüğü gibi ululuk anlamı da bu inancı barındırmaktadır. Doğu; doğumun, varlığın, başlangıcın, sonsuzluğun ve dinginliğin sembolü olarak kabul edilmiş, bu anlamla doğrultulu olarak cami, medrese, türbelerde gök rengi kullanılmıştır. Sonsuzluğun sembolü gök, yerle birbirini tamamlayan kavramlardır. Birbirlerinin yerine kullanıldığı da gözlemlenmektedir. Yeryüzünü temsil eden mavi ve sarı arasında bir renk olan yeşil, yaşıl kelimesinden bugünkü halini almıştır. Göğün ve yerin sonsuzluğu, kutsallığı bir yönde birleşmiştir. “Orhun Yazıtları Gök-Türklerin -dolayısıyla Hunlar’ın- sağ (doğu) tarafı üstün kabul ettiklerini ispatlamaktadır. Köl Tigin Yazıtı’nın sağ başında şu mısralar sıralanmaktadır: “Odadaki tahtın sağ (biriyӓ) tarafı Šadapït Bӓglӓr (Öz boyların başkanları), sol tarafı ise (yïrïya) Tarkat Buyruk Bӓglӓr (başkan)”. Wang Yen-te Seyahatnamesi’nde de “Arslan Han bizi yedinci günde kabul etti. Onların kralı, oğulları ve hizmetkârlarının hepsi yüzlerini doğuya çevirdiler” ibaresi doğunun (sağ) üstün olduğunu ispatlamaktadır.”
Türkler, kuzey için karayı kullanmışlar, birçok topluluk tarafından da kuzeyin karanlıklar ülkesi olduğu üzerinde birleşmişlerdir. Karanlığın yanında soğuğu kara rengiyle ifade eden Türkler, güneşin düşmediği yerlere de kuzey demiş, ev kurulurken buna çok dikkat edilmiştir. Türk tarihînde yönlere göre tasnif ve isimlendirme renkler üzerinden devam etmiştir. Kuzeydeki denize, Karadeniz denildiği gibi şehir isimlendirmeleri de oldukça fazladır. Ana yönlerden biri olmakla birlikte büyük ve yüce anlamına gelmektedir. İsimlendirmelerden birkaçı: Kara Balgasun, Karahanlı Devleti, Karakoyunlu Devleti, Karakalpaklar… Devletlerin ve yöneticilerin renkler üzerinden aldığı sıfatlar da o yönün önemini göstermektedir. “Sağ kanatta (diğer bir deyişle doğuda) büyük kağan oturmaktadır (bkz: Karahanlılar). Dolayısıyla büyük kağanın oturduğu sağ kanat kara rengini almış, dünyanın diğer bir parçası sol kanat ise (batı) ak rengi almıştır.” Burada kağanın karayla sıfatlandırılması ululuğunu göstermektedir. Kara kelimesi aynı zamanda yokluğu ve zorluğu da temsil etmektedir. Türk tarihînde devlet başsız kalırsa veya iyi yönetici olmazsa ev başına kara han demişlerdir. Anlamı ise her evde bir han demektir.
Sarmaladıkları cihanı, güneşe bakarak yönlendiren Türkler, batıyı arkalarına almışlardır. Güneşin battığı cepheye gün batısı demişler, bu yönü de beyazla simgelemişlerdir. Beyaza atfedilen önem nedeniyle çoğu yer ve yön adları bu şekilde isimlendirilmiştir. Buna yine Türk devletlerini örnek verebiliriz. Ak ile adı koyulan devletler hem yön hem de akın anlam itibariyle bir arada birleşmiştir. Altın Ordu Hanlığının doğu bölümü Gök-Orda olarak anılıyorken batı kanadına Ak-Orda denilmekteydi.
İsimlendirilen dört yönün güney cephesine ise al(kızıl) adı verilmiştir. Renk simgesi kızıl olan yer altı güneydir ve ateş ile temsil edilir. Sıcaklığın renk temsilinin al olması, benzerliğinin yeryüzüne işlemesidir. Öyle ki dünyayı güneş gibi sarmak, onun gibi süreklilik arz etmek açısından bugün al rengini hem yön anlamında hem de başka unsurlarda kullanmaktayız. Diğer renkler gibi ‘al’ da yeryüzünde birçok şeyin adı olmuştur. Misalen, Kızıldeniz, Denizli ilinin bir ilçesi olan Kızılcabölük de buna örnek verilebilir (Denizli’nin güneyinde yer almaktadır.)
Dört yönün renkleri hem anlam itibariyle hem de o yönün coğrafi şartlarına göre isimlendirilmiştir. Sarı ise merkez konumunda olup diğer topluluklar tarafından da merkez kabul edilmektedir. Bunun da Türklerin eski inançlarından kaynaklandığı düşünülmektedir. İyilikler tanrısı Ülgen’in altın kaplı sarayı ve altın tahtı, dünyanın merkezinde olduğu düşünülmektedir bu sebeple de merkezin sembol rengi sarı olmuştur.
Kültürde Renkler
Renkler, günlük hayatta bayramlar ve kutlamalarda da mevcuttur. Buna misal verirsek eğer: Yaşıl (yeşil) rengi, taze bitki anlamına çıkmaktadır. Baharı temsil etmekle birlikte bereketin ve bolluğun bir sembolü olmuştur. Öyle ki her bahar yeni yılın başlangıcı olarak Nevruz kutlamaları yapılmaktadır. Bunun yanında insanların dünyada kaç yıl yaşadıkları buradan hesap edilmekteydi. Her bahar bir yaş olarak düşünülmekteydi. Kültürümüzün parçaları olan; kıyafetler, mimari, ritüller ve benzerinden bahsedecek olursak eğer; kıyafetlerde özellikle yeşil, sarı ve kırmızının kullanıldığını bilmekteyiz. Öyle ki yaşa göre kıyafetin rengi değişmekle birlikte o yaşa ait duygularla birbirini tamamlamaktadır. Nitekim yeşil-kızıl eşlemesi, Göktürk yazısı ile yazılmış Turfan el yazmasının, “Yaşıl kaya yayladım- kızıl kaya kışladım” sözlerinde de görülmektedir. Aynı şekilde, Kaşgarlı Mahmud’un 11. yüzyıl sonları için kaydettiğine göre “Kızlar kılınu bilseler (ağır başlı zarif kızlar) kırmızı (kızıl) giyerler; yaranu (cilvelenmeyi ve sevilmeyi) bilseler yeşil giyerler” demiştir. Karanın sembolü kötülük, karanlık vb. olduğu için yas tutmak, kötü bir olay yaşamanın sebebiyle giyilmektedir. Kırmızı renginin gelinlerin başına, kuşak olarak beline koyulmasının sebebini yine mânâda aramamız gerekmektedir. Mânâ itibariyle Türk mitolojisinden bugüne gelen ve gelenekleşmiş husus olan bir konu vardır. Bu, yeni doğmuş bir bebeği albastı ya da al karası almasın, lohusa anneyi korkutup delirtmesin diye kırmızı, korunma amaçlı kullanılmaktadır. Bu olay bebeğin beşiğine yazma serilmesi ve anneye kırmızı kurdele ya da yazma örtülmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Bunun yapılmasının sebebi ise albastının kırmızıdan çok korkmasıdır. Birçok korunma yöntemi denenir çare bulunamazsa eğer hocaya veya ocaklıya okutulur. Şu an anlamı başka yerlere giden fakat köken itibariyle yine güzel bir mânâya çıkan; geline kuşak bağlama konusunda ise kırmızı; bereket, ebedîlik, mutluluk anlamını sembolleştirmiştir. Ki bu anlam doğrultusunda günlük eşyalar, sancaklar çoğu zaman kırmızı olmaktadır. Kayıtlardan devlet büyüklerinin savaşlarda beyaz giymeleri, komutanların askerler arasında fark edilmesi için giysileri beyaz seçilmesi görülmektedir. Bunun anlamı temizlik, yücelik, ululuk ve kefeni işaret etmektedir. Buna misal olarak Alp Arslan’ın Malazgirt Meydan Savaşı’ndan önce beyaz kıyafet giymiş olmasını verebiliriz. Buradaki zıtlığa değinecek olursak eğer ölümün ardından bir hayatın var olduğunu ve o hayatta ise huzur, cennet ve kavuşma gibi anlamlar barındırdığını söyleyebiliriz. Nitekim Türklerde şehitler için yas alameti olarak beyaz bayrağın kullanılması, gözlemlenmiş bir durumdur. Kimi Türk toplulukları da yas için beyaz kıyafetler giymektedir. Azerbaycan’ın bazı yerlerinde yaslı adamların ak renkli elbiseler giydiklerini ve aynı âdetin Nahçıvan’da da olduğunu belirtmektedir.
Kıyafetteki renkler kimi zaman Türk topluluklarının o kıyafet renkleri ile adlandırılmalarına sebep olmuştur. Bunun en güzel örneği Karakalpaklardır. Karakalpak halkı kullanmış oldukları kalpağın kara olmasından ötürü zaman içerisinde bu adla anılır olmuşlardır.
Kıyafetin yanında yeryüzüne baktığımız insan yapımı unsurlarda da renk hâkimiyeti çoktur. Türklerin mimari anlayışında genellikle gök mavisi kullanılmaktadır. Özellikle kubbelerde kullanılan gök mavisi Allah’ın sonsuzluğunu simgelediği düşünülmektedir. Bunun yanında isim verdiğimiz ve dünyaca Türklerin kabul edilen turkuaz rengi de oldukça kullanılmaktadır. Genellikle cami, türbe gibi yapılarda kullanılan turkuaz; suya ve göğe benzetilerek yine ebedîlik, yok olmayış, sonsuzluğu, yapılar aracılığıyla ifade etmektedir.
Renklerin hayatımızın her köşesinde olduğundan bahsetmiştik. Tarihe baktığımızda göreceğiz ki bayraktan, tasnife; kullanılan sözlerden, bugüne kadar gelen eşyalarda renklerin anlamı çoğunlukla aynıdır. Renklerin kullanıldığı diğer unsur ise bayraktır. Bayrağın Türk milletinde önemi büyüktür. Uğrunda candan vazgeçilen kutsal bir unsurdur. Bayrağa büyük anlamların aktarılmasında renklerin mânâsı da bulunmaktadır. Bayrak olarak seçilen, beyaz, al, yeşil, sarı renkleri, milletin ifadesini bir sembolle karşı tarafa aktarmaktadır. Türk bayraklarında kullanılan al rengi, ebedîlik, bereketlik, ululuk ve koruma anlamına çıkmaktadır. Kaşgarlı Mahmud bu işaretin XI. yüzyılda Oğuzlar arasında al ipek bir kumaştan yapıldığını belirterek, yine aynı kumaştan hakanların atlarına eyer yapıldığını söylemektedir.
Ağdı kızıl bayrak
(Müslüman askerlerinin arasında) Kızıl bayrağı yükseldi.
Toğdı kara toprak
Kara toprak toza kesti.
Yetsü kelip oğrak
Oğrak atlıları bize yetişti.
Toksıp anın keçtimiz
Hep birlikte üzerimize çullandılar ve biz (karşılık vermekte) geciktik.
Diğer Türk devlet ve toplulukları farklı renklerde bayrak ve sancak kullanmışlardır. “Köprülü, “Bayrak” makalesinde Gazneliler’in, Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinin ve Harzemşahlıların bayraklarının resmî olarak kara olduğundan bahsetmekte, bu uygulamanın Abbasîlerden kaynaklandığını ve bu Türk devletlerinin Abbasîlere olan manevi bağlılıklarını gösterdiğini ifade etmektedir.”
Türk Edebiyatında Renkler
Renklerle bezenen hayat Türk edebiyatına işlenmiş; destanlarda, halk hikâyelerinde nakşedilmiştir. Buna misalen Dede Korkut’un Dirse Han Oğlu Boğaç Han hikâyesinde konu şöyle geçmektedir: “Oğlu olanı ak otağa, kızı olanı kızıl otağa buyur edin. Döşeklerini kalın atın. Yemeklerini yağlı yerinden çıkarın. Beylerimi ağırlıklarınca ağırlayın. Oğlu kızı olmayanı ise getirip kara otağa indirin. Altına kara keçe serin. Önüne kara koyun yahnisinden koyun. Yerse yesin. Yemezse kalksın gitsin. Oğlu kızı olmayanı Tanrı hor görmüştür, biz de hor görürüz!” Sözü edilen renkler eski Türk inanışlarına dayanmaktadır. Ak ve kara, hayır ve şerrin sembolü olarak görülmüş, yaşanan durumları onunla adlandırılmıştır. Çocuksuzluk motifini kötü gördükleri gibi Tanrı’nın da sevmediğini belirterek renkle bağdaştırmışlardır. Halk hikâyelerinin yanında destanlarda da oldukça barınan renkler, Destanlardaki Türk mitolojisinin anlatılarında da yer edinmiştir. Öyle ki Yaratılış Destanı’nda Tanrı Kara Han’a yaratma fikrini yaratıcı unsur Ak Ana vermiştir. Ak; yücelik, temizlik, güçlülük, bilgelik, cennet anlamına gelmektedir. Bu nedenle şamanlar temiz ruhların hoşuna gitmesi için ak renkle yolculuğa çıkarlarmış. Zıtlıklarda birleşen ak ve kara hayatta iyi ve kötü olarak isim tamamlayıcısı görevini görmüştür.
Kutadgu Bilige’e baktığımız zaman renklerle ilgili birçok yazı yazmaktadır. Misalen Al erkekler için güveylik rengi iken Kutadgu Bilig’de “Ben binlerce yıldan beri dul idim, benzim solmuştu, şimdi bu dul libasını çıkarıp, beyaz kakımdan gelinlikler giydim” ifadesinden düğünlük genç kızların elbiselerinin beyaz renkli olduğu anlaşılmaktadır.
Anadolu’da karaya karşı sürekli bir olumsuzlama mevcuttur. Yazılan deyiş, mani, ninnilerde karayı düşman, uğursuz kabul etmişlerdir. Karacaoğlan’dan bir örnek verelim.
Bana ‘kara’ diyen dilber
Gözlerin kara değil mi
Yüzünü sevdiren gelin
Kaşların kara değil mi
Kara toprağın, olumsuzlukları barındıran bir renk olduğunu söylemiştik. Yine buna karşın yazılan ölüm temalı şiirler çoktur. Gece ve karanın bağlantısıyla birlikte geçici ölümü hatırlatan kara, kelimelerle bütünleşerek zengin bir anlatımı ortaya çıkarmaktadır. Aşık Veysel’in Kara Toprak şiirinde de olduğu gibi ‘kara toprak’ hem hakikati hem de ölümü vurgulamıştır. İnsanın topraktan yaratıldığı ve topraktan beslendiği en sonunda yine toprağa gidileceğini anlatan Aşık Veysel, kara toprağı Allah’a ulaştırılacak bir vasıta olarak görmektedir.
Dost dost diye nicesine sarıldım
Benim sadık yârim kara topraktır
Beyhude dolandım, boşa yoruldum
Benim sadık yârim kara topraktır
Türk Mitolojisinde Renkler
Millî kimliğin oluşumunda büyük etki sahibi olan, çoğunlukla destanlar ve gelenekler aracılığıyla duyduğumuz mitoloji; toplumların çok merak ettiği fakat detaylı bilgi edinemediği bir konu olmuştur. Çalışmalarımız diğer milletlere nazaran daha az kalmıştır. Türk mitolojisinde renklerin kullanım alanı araştırmalar neticesinde büyük yer barındırdığı görülmüştür.
İnanışlardaki zıtlık renklere de sıçramıştır. Öyle ki kara renginin zıddına ak diyebiliyor ve bunlara bir anlam yükleyerek zıtlıklarını ifade edebiliyoruz. Misalen hayır, iyilik tanrısı Ülgen ve kötülük tanrısı Erlik’te bunu görmekteyiz. Türk mitolojisinde Altaylılara göre yerin ve insanların yaratılışı şöyle oldu: Tufandan sonra kitap ehli ünvanını alan Ülgen, gök renkli bir çiçeği altın bir fincana koyarak insan yaratmaya çalışır. Erlik bu çiçekten bir parça çalarak kendi insanını yaratmaya başlar. Bunu öğrenen Ülgen ise lanet okuyarak “Senin yarattığın kavim kara kayış kuşaklı kara kavim olsun!” der. Sonra “Benim yarattığım ak kavim şarka, senin yarattığın kavim garbe gider.” Burada kara kayış kuşaklı kavim olarak kötü ruhları kastetmektedir. Yaratılış Destanı’na geri dönelim. Daha yerin, göğün, insanlığın var olmadığı zamanda her taraf suyla kaplıydı. Tanrı Ülgen suyun üzerinde dururken. Derinliklerden Ag Ene (Ak Ana) çıktı ve Ülgen’e “Yap, o zaman yaptıklarım olacak de. Yaptım, olmadı deme.” Demiştir. Ülgen’e Ak Ene’den yaratma fikri gelmiş ve insanları yaratmıştır. Ve Ak Ene yaratılan şeylere karşı Ülgen’e: “Olan şeye yok deme. Eğer yok dersen var olan şey de yok olur.” Diye eklemiştir. Destanda Ak Ene; ışık, yaşam ve temizlik unsurlarını kendinde barındırmaktaydı. Ak Ene hayatın başlangıcını, yaşam döngüsünü ve üremeyi temsil etmekteydi. Burada yine ak; temizlik, ululuk anlamında kullanılmıştır.
Altay inançlarında tös denilen ruhlar bulunmaktadır. Bu ruhlar aru (temiz) ve kara (habis) olarak adlandırılmaktaydı. Yer altı tanrısı Erlik ise bu kara ruhların yönetici konumunda olup en büyük kara ruhtur. Erlik Han, kayığı olmayan kara kayıkta yüzer, kara tüysüz öküze biner. Yer altında kara çamurdan yapılmış sarayında oturur. İnsanları kandırır ve onlara kötü ruh vererek cehenneminde yardımcı olarak kullanır. Öyle ki varyantlara göre ilk insanların yaratılış aşamasında Tanrı Ülgen insana benzettiği çamuru koymuş ve ruh almaya gitmiştir. Toprak parçalarının önüne de tüysüz bir köpeği dikmiştir. Gizlenerek tüm olanları izleyen Erlik, Ülgen gidince ortaya çıkmış, köpeği kandırarak çamurları almış ve onlara kötü ruh üflemiştir. Bundan sonra iyiler aklar içinde kara giyimli kötülere karşı mücadele etmişlerdir. İlerleyen zamanlarda Tanrı ve insanların arasında aracı olan şaman Erlik tarafından ele geçirilen ruhları kurtarmaya çalışacaktır. Bu da belirli ritüeller, kurbanlar ve sözlerle olmaktadır. Erlik’in yanına giderken zararlı hayvanları davuluna çizer, kara kıyafetler giyer, üzerine de hayvan kemiklerini bağlayarak yolculuğa çıkar. Bu durum Ülgen’de tam tersidir. Ak cenneti temsil ettiği için şaman özellikle beyaz giyinir ve külahlarını beyaz kuzu derisinden yaptırırlardı. Yanında beyaz kumaştan küçük heykelcikler götürürlerdi. Ülgen ve oğulları için yapılan ayinlerde manyak giyilmez onun yerine adi cepken giyilir ve eteklerine kadar uzanan üç beyaz şerit asılırdı ki buna “üç yalamaluu ton” denilmektedir. Çünkü beyaz renk temiz ruhların hoşuna gitmekteydi. “Eski Türk inanışında hükümdarların senede bir kesinleşmemiş günleri vardı. Geleceği okutmak için törenler yaparlar, kâhinlere başvururlardı. Hükümdar adına büyük bir ateş yakılırdı. Hükümdar yüksek bir yerden ateşe doğru eğilerek bakarken kâhinler ateşe karşı bir şeyler söylerlerdi. Bunun üzerine ateşten yukarı doğru bir çehre yükselirdi. Eğer bu çehre mavi ise (yeşil anlamına da gelebilir) yağmura ve bolluğa, beyaz ise kuraklığa, kırmızı ise kan dökülmesine, sarı ise hastalıklara ve vebaya, siyah ise hükümdarın ölümüne veya uzak yolculuğa delalet ederdi. Son renk olursa hükümdar yola veya gazaya çıkmaya acele ederdi.”
Gökkuşağının (ebemkuşağı) yaratıcısı Tanrı Ülgen’dir. Ebemkuşağı cennet yolu olduğu düşünüldüğü için yaşanılan dünyayla diğer dünyayı bağlayan yol olmuştur. İpe gerilerek renklerden yol yapıldığı inancı şamana yolculuğunda yardımcı olmaktadır.
Hayatımızda oldukça yer edinen batıl inanç ve ritüeller eski Türk inanışlarından bugüne gelmiştir. Günümüze akseden bir batıl olay ise şudur: Hasta olan kişi için gerçekleştirilen bu uygulama, kırmızı renkli bir bezin ateşlenip hastanın başı etrafında alas, alas diye bağırıp çevirmekten ibaret olan bir tedavi usulü olduğu görülmektedir. Burada al renginin ateşle birleşip koruyucu, temizleyici bir rolü olduğunu görüyoruz. Türkiye’de hâlâ uygulanmakta olan bu ritüel için kırk bir tane al renkli keten bezi, okunarak parmağa bir ip yumağı yapılmakta ve daha sonra bu ip ateşte yakılarak külü al bir beze konulmaktadır. Bunun gibi daha nice bilinmeyen gelenekler yaşamaktadır.
Sözlerde Renkler
Türk edebiyatının anlam zenginliği olan renkler, atasözleri ve deyimlerimizde de bulunmaktadır. Milletin yaşam felsefesini, maddi manevi her şeyini yansıtan sözler toplumun aynası konumunda olmuştur. Bunlara kısaca yer verirsek eğer:
Ak koyunun kara kuzusu da olur: İyi ana-babadan kötü çocuklar çıkabilir.
Al elmaya taş atan çok olur: Güzellere musallat olan, değerli insanlara çatan, parlak yeri elde etmeye çalışan çok olur.
Kara gün kararıp kalmaz (durmaz), (koç yiğit bunalıp ölmez): İnsanın sıkıntılı zamanı sürüp gitmez, arkasından ferahlı günler de gelir.
Alnının kara yazısı: Kötü talihi, kötü kaderi.
Karalar bağlamak (giymek): Bir felaket dolayısıyla siyah örtü bağlanmak, siyah elbise giymek.
Ala keçi her vakit püsküllü oğlak doğurma: Değerli bir şeyden her zaman iyi verim alınmaz.
Al elmaya taş atan çok olur: Güzellere musallat olan, değerli insanlara çatan, parlak yeri elde etmeye çalışan çok olur.
Karaya sabun, deliye öğüt neylesin: Özü bozuk olan şey, düzeltme çabalarıyla iyi duruma getirilemez.
Üzerine daha uzun yazılabilecek olan konumuzu kısa da olsa sizlere takdim ettik. Türklerde mânâ demeti açan, her yerde bizimle barınan renkleri Dedem Korkut’un şu duasıyla bitirelim.
“Gelimli gidimli dünya son ucu ölümlü dünya. Kara ölüm geldiğinde geçit versin. Sağlık ile akılla devletini hak arttırsın. O övdüğüm yüce Tanrı dost olup medet eylesin hey..! Yerli Karadağların yıkılmasın! Gölgelice kaba ağacın kesilmesin! Kan gibi akan görklü suyun kurumasın! Kanatlarının ucu kırılmasın! Kadir seni namerde muhtaç etmesin! Koşarken ak-boz atın sürçmesin! Çaldığında kara polat öz kılıcın kedimlesin! Dürtüşürken ala gönderin ufanmasın! Aksakallı baban yeri cennet olsun! Ak pürçekli anan yeri uçmak olsun! Allah’ın verdiği umudun kırılmasın! En sonunda arı imandan ayırmasın! Ak alnında beş kelime dua kıldık kabul olsun! Derlesin, toplasın, günahınızı,
Kadir Tanrı adı-görklü Muhammed’in yüzü suyunu bağışlasın! Bu duaya âmin diyenler Tanrıyı görsün!” -Dede Korkut
KAYNAKÇA
Yıldırım, Elvin. Türk Kültüründe Renkler ve İfade Ettikleri Anlamlar. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü. Yüksek Lisans Tezi.
Genç, Reşat. Türk İnanışları ile Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı- Kırmızı – Yeşil.
Rayman, Hayrettin. Nevrûz ve Türk Kültüründe Renkler Millî Folklor dergisi.
Kuyumcu, Elif. Nevrûz ve Türk Kültüründe Renkler. Akademik Tarih ve Düşünce Dergisi.
Yıldız, Abdurrahim. Kültürel Bir Gösterge Olarak Renk Sembolizmi ve Beyaz’ın Kültürel İşlevleri. Türk Ekini Dergisi Sayı 6, s.37-49.
Bayat, Fuzuli. Kadim Türklerin Mitolojik Hikâyeleri. Ötüken yayınları: İstanbul 2017.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.