Türkler milletleşme sürecini en erken tamamlayan kadim milletlerden birisidir. Bunun sebebi tarih sahnesine çıkışından beri pek çok millet ile temas etmiş olmasıdır. Bu beynelmilel rekabet ortamı Türkleri, savaş sahasında son derece gelişme mecburiyeti doğurmuştur. Mete Han’dan beri harikulade bir askerî nizam kurmuş, fevkalade komutanlar ve paşalar yetiştirebilmiştir. Öyle ki yetiştirdiği bu paşalar sadece askerî alanda değil pek çok müspet ilimlerde de kendisini geliştirmiş ve Türk milletinin gelişmesinde bir sebep teşkil etmişlerdir. Bunun en yakın örneğini Devlet-i Âliyye Osmanî’de görebiliyoruz. Osmanlı Devleti bu askerî nizam sayesinde Türklerin cihan hâkimiyeti mefkûresini harika bir şekilde temsil etmiş, üç kıtada adaleti ve nizamı sağlayabilmiş ve bizim için kusursuz bir örnek olmuştur. Peki, Osmanlı Devleti’nin bu başarısının sırrı ne idi? Bu sorunun cevabını Osmanlı Devleti’ndeki paşalarda bulabiliyoruz. Türk tarihinde bol bol örnekleri olan bu muhteşem deha paşaların arasından biz, bize en yakın olanlardan ve Osmanlının çöküş ve dağılış devrinde tarih sahnesine çıkan bir paşa üzerinden anlatacağız.
Görev aşkı ile Balkanlardan Arap Yarımadasına, Girit’ten Kafkaslara kadar her yere giden bu paşayı 93 Harbinden tanıyoruz. “Balkanlarda Osman Paşa, Kafkaslarda Ahmet Muhtar Paşa.” İşte yazımızda Ruslar Anadolu’ya geçmesin diye Kafkaslarda askerin ayağına çaput bulamadığı koşulların altında cansiperane bir sebat gösteren Müşir Gazi Ahmet Muhtar Paşa’yı yazacağız.
Paşa’nın Kısa Hayatı
1 Kasım 1839 yılında Bursa’da dünyaya gelen Ahmet Muhtar, babasını daha çocukken kaybetmiştir. Küçük yaşından itibaren tam bir asker olarak yetiştirilen Ahmet Muhtar, Mekteb-i Harbiye’de bir ve ikinci sınıf haricinde sınıflarını ve okulunu birincilikle bitirmiş, mezuniyet zamanında üç yüz doksan beş puan üzerinden üç yüz doksan puan alarak harikulade bir başarı ile Harbiye Mektebinden mezun olmuştur. Bu mezuniyetinin ardından kurmay yüzbaşı olarak ilk görevi Karadağ Savaşları oldu. Buradaki başarısı ile binbaşılığa getirildi. Daha sonra öğrencilere eğitim vermek amacıyla tekrardan harbiyeye döndü. Harbiye’de eğitim verirken bugün Darüşşafaka Cemiyeti olarak bildiğimiz Cemiyet-i Tedrisiyye-i İslamiye’nin kurucuları arasında yer aldı. 1864 yılında Şehzade Yusuf İzzeddin Efendi’nin hocalığını üstlendi. 1867 yılında Karadağ’da çıkan azınlık isyanları neticesinde tekrardan Karadağ’da görevlendirildi. Bu isyanları bastırmada öylesine başarılı oldu ki uzun bir müddet Balkan coğrafyasında, Karadağ’da isyan yeltenmesi olmadı ve bu başarısı onu Yemen coğrafyasında Arap isyancıların karşısına götürdü. 1869 yılında Yemen’e isyanları bastırması için gönderilen Ahmet Muhtar Paşa, burada aldığı başarıların ardından otuz üç yaşında müşir (mareşal) rütbesine nail oldu ve Yemen Valiliği ile görevlendirildi. 1873 yılının içerisinde tam üç defa görev değişikliğine şahit olur. Bunlar Nafia Nazırlığı, Girit Valiliği ve İkinci Ordu Müşirliğidir. Son görevi için Bulgaristan’ın Şumnu eyaletine gider. Burada bir yıl kalıp Dördüncü Ordu Müşirliği ile Erzurum’a Vali olarak atanır. Daha sonraları görevi yine değiştirilerek Bosna ve Hersek ardından da İstanbul’a çağrılır. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşı arifesinde Dördüncü Ordu Kumandanlığına tekrar getirilir. 93 Harbi’ndeki başarıları ile otuz sekiz yaşında Gazi unvanına nail olur. Savaştan sonra askeri hayatına Mısır Hidivliği ile devam eden Paşa, devlet yönetimindeki değişiklikler üzerine 1908 yılında İstanbul’a döner. Aynı yıl içerisinde İkinci Abdülhamid tarafından Ayan ve Mebuslar Meclisi açılır, Gazi Muhtar Paşa’nın da buradaki üyeliği ile siyasî hayatı başlamış olur. 12 Temmuz 1912 yılına kadar Ayan Meclisinde üyelik ve reislik gibi görevler yapan Muhtar Paşa, bu tarihte sadrazamlık hayatına başlar. Devlet içerisinde büyük sıkıntılar var iken sadrazam olan Paşa, Balkan Savaşları’nın patlamasıyla 29 Ekim 1912’de sadece üç ay sekiz günlük bir sadrazamlık süresi ile istifasını verir. Daha sonrasında ölümüne kadar siyasî ve askerî işlerden çok kendisini ilme vermiş ve eserler ortaya koymuştur. 21 Ocak 1919 yılında ise ilerleyen hastalığı sebebiyle İstanbul’da seksen yaşında iken vefat etmiştir.
Ahmet Muhtar Paşa’yı yazmamızın sebebi, onun sadece askeri sahada değil pek çok ilmî sahada araştırmalar yapıp eserler vermiş ve kısa bir süre de olsa siyasi alanda bulunmuş olup her türlü alanda liyakate önem vermiş olmasıdır. Şimdi, ilk başta onun hayatını askerî, ilmî ve siyasî olarak üçe ayırıp bu alanlardaki başarılarından bahsedelim.
Ahmet Muhtar Paşa’nın Askerliği
Çocukluğundan itibaren askerî okullarda başarılı bir eğitim hayatı geçiren Ahmet Muhtar, bu başarısını hayatına yansıtmış ve yetişkinliğinde Karadağ’da, Yemen’de, Bosna’da ve 93 Harbinde aktif olarak görev almış ve pek çok başarıya imza atmıştır. Yüzbaşı iken Karadağ’da çıkan isyanlar sebebiyle Ömer Lütfi Paşa kumandasında görevlendirilerek Karadağ’a gitti. Buradaki memuriyeti onun askerlik hayatının geleceği için çok iyi bir tecrübe olacaktı. Çünkü fiilen kurşun ile yaralanmış, susuzlukla sınanmış ve nihayetinde mektepli olduğu için Osmanlı’nın son dönemlerindeki büyük sorun olan alaylı-mektepli sürtüşmesine şahit olmuştur. Burada isyanı bastırmak üzere Ostrog Boğazı’nda düşmanla sert bir harp yapmış ve bu harpte kasığından yaralanmasına rağmen isyanı bastırabilmiş ve bittabi ileriki yıllarda isyan olmasının önüne büyük bir set çekmiştir. Daha sonra bir süre harbiyede hocalık yapıp, 1868 yılında arazi komutanı olarak tekrardan Karadağ’da vazifelendirildi ve burada miralay rütbesine nail oldu. Miralay olduktan bir yıl sonra komiserlik görevinden ayrılıp mirliva olarak Yemen yolcusu oldu. Karadağ’da olduğu gibi burada da Arap isyancılarına karşı çok önemli zaferler alıp Yemen’de nizamı tekrardan kurdu.
Yemen meselesi paşamızın karakterini anlamamıza da çok yardımcı oluyor. Çünkü burada sadece Arap isyancılarına karşı değil aynı zamanda etrafındaki paşaların ve askerlerin isteksiz ve liyakatsiz tavırlarına karşı da savaşmıştır. Yemen’deki işlerin o zamanın Yemen Valisi Redif Paşa (Kaşıkçızade Mehmet) tarafından hallolunamayıp yine Redif Paşa’nın hastalanıp İstanbul’a gelmesiyle beraber Sadrazam Ali Paşa ve Payitaht, Ahmet Muhtar Paşayı Müşirlik ile görevlendirip Yemen Valiliği’ne atamıştır. Dokuz ay içerisinde böyle büyük bir rütbe yükselmesi yaşayan Paşa Hazretleri’nin o anki hislerine kendi ağzından bakalım.
…Edib Efendi ve padişah yaveri yanıma gelmek üzere hemen yola çıkmışlar. Lakin Kunfuda’dan birisi bana müjdeci koşturmuş olduğundan şu nasbdan (yükselmeden) haber aldığım anda bütün dünyanın gamı, kederi o kadar üzerime hücum etti ki sevince bedel kederlenmekle ağlamaya başladım. Hatta çadırıma kapanıp bir saat kadar kimseyi kabul edemedim. Sebep de bu terfi ve tevcihin gereği olan hizmeti hakkıyla yerine getirmeye kendimde liyâkat olup olmadığımı tecrübeye yeterli vakit bulamadığımdan, ileride haysiyetimin çiğnenmesi tehlikesi bulunduğunu düşünerek korkmaklığımdı. Çünkü dokuz ay evvele kadar miralaydım. Livalık ve Feriklik müddetim bu dokuz aydan ibarettir. Böyle üç büyük rütbeyi şöyle az bir sürede bana vermeleri elbette benden bir şey beklemelerine dayanıyordu. Eğer ben o aradıkları adam olamazsam, feleğin boşlukta asılı takından yere düşmek pek tabii olduğundan, sonra halkın yüzüne nasıl bakabilirim diye fevkalade keder ettim ve nihayet Hazret-i Peygamberden yardım dileyip Allah’ın inayetine sığınmakla teselli bulup bir saat sonra halkın tebrikini kabul edebildim.
Kendi sözlerinden yorum yapacak olursak Fatih Sultan Mehmet’in “Kaht-ı Rical mi vardır!” sözü aklımıza gelmektedir. Gerçekten Osmanlı’nın çöküşüne ve dağılmasına sebep olan olgulardan birisi de liyakatsiz insanların görev başına getirilmesidir. Burada Ahmet Muhtar Paşa’nın kendinde o liyakati görmemesine karşın durumun vahameti üzerine o görevi üstlenip layıkıyla yapma çabası gerçekten takdire şayandır.
Yemen’de nizamı ve asayişi sağladıktan sonra Nafia Nazırlığı ile İstanbul’da daha sonra çok kısa bir süre içerisinde Girit Valiliği’nde görevlendirilmiş ancak payitahttaki karışıklıklar hasebiyle bu görevinin başına geçemeden İkinci Ordu Müşirliğine geçmiştir. Sonrasında daha bir yıl bile geçmeden Erzurum Valiliği’ne getirildiyse de sadrazamla olan anlaşmazlıklardan ötürü tekrar İstanbul’a çağrılıp Bosna-Hersek başkumandanlığına tayin edildi. Burada vazifeliyken asilere karşı harekatlar düzenledi. Daha sonra Sultan Abdülaziz’in hal’i ve 5. Murad’ın tahta geçmesinden sonra Sırbistan ve Karadağ Osmanlı’ya savaş ilan eder. Ahmet Muhtar Paşa askerleriyle beraber başarılı bir savaştan sonra Karadağ topraklarına kadar girdi. Bunun üzerine Avrupalılar İstanbul’da bir konferans toplamak istediler. Ahmed Muhtar Paşa bazı tavizler vermek pahasına dahi olsa vaziyetin korunmasını ve Ruslarla bir savaşa girilmemesi gerektiğini bir telgrafla seraskerliğe gönderdi. Bu telgraf yüzünden aleyhine tepkiler doğdu ve görevinden alınıp Girit Vali ve Kumandanlığına vazifelendirildi. Ancak Ruslarla olan gerginliğin büyümesiyle kısa süre içerisinde yolu Kafkaslara düşecekti…
93 Harbi arifesinde Sultan İkinci Abdülhamid tarafından Anadolu Cephesi’nin başkomutanlığına getirilen Ahmet Muhtar Paşa buradaki görevine 1877 yılında başladı. Kafkaslarda durum çok karışıktı. Hem Balkanlardan hem de Anadolu’dan saldıran Rus tehdidine karşı Osmanlı Devleti hazırlıklı değildi. Ahmet Muhtar Paşa’nın kendi telgraflarından da gördüğümüz üzere askerin hem cephane ve silah hem de kıyafet ve yiyecek bakımından son derece eksik olduğunu anlayabiliyoruz. Soğuk Kafkasya coğrafyasında başta kıyafetin eksikliği ve yokluğu bu savaşın bizim için ne kadar zor olduğunun göstergesidir.
93 Harbi’nde Doğu Cephesi… 93 Harbi dendiğinde hemen hemen hepimizin aklına Plevne Müdafi-î Gazi Osman Paşa gelir. Plevne müdâfaası Osmanlı Türk Devleti ve Şanlı Türk milletinin itibarını korumuş, gelecek nesillere ilham kaynağı olmuş ve hatta günümüzde yaşadığımız Cumhuriyetin temellerini atmıştır bile diyebiliriz. Ancak bu durum bize Doğu Cephesinin önemini unutturmamalı. Doğu Cephesinde Ahmet Muhtar Paşa’nın özellikle Erzurum ve Kars’ta aldığı başarılar sayesinde belki de günümüzdeki Doğu Anadolu’yu kaplayan bir Ermenistan Devleti tehlikesini defetmiştir. Eğer ki Ruslar burada ciddi bir başarı sağlasalar idi belki de İstiklal Harbi’nde, Kazım Karabekir Paşa doğuda bu kadar başarı sağlayamayabilirdi. Şimdi 93 Harbi’nde Doğu Cephesinin durumuna bakalım ve Türk genci için önemini değerlendirelim.
Ahmet Muhtar Paşa Doğu Cephesi Kumandanlığı ile görevlendirildiği vakit kumanda merkezinde durumlar karışıktı. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde sıkça karşılaştığımız alaylı mektepli kargaşasının bir benzeri burada vardı. Zamanında Paşa, Yemen’de görev yaparken onun üstü olan paşalar burada onun altı durumuna gelmişti ve kumanda takımında fitne almış başını gidiyordu. Müşir Paşa bütün bu durumlara rağmen sükûnetini koruyor ve işini yapmaya çalışıyordu. İşinin ne kadar zor olduğu geldiği ilk vakit istediği bir haritadan belli olur. Müşir Paşa’nın Erzurum’a geldiğinde ilk iş olarak ordunun harekât planını kurabilmek için sınır hattının güvenilir bir haritasını istedi. Ancak ona böyle güvenilir bir haritanın olmadığı, sadece Alman bir haritacının çizdiği genel bir haritanın büyütülmüş halinin olduğu cevabı verilir. Koskoca Osmanlı Türk Devleti’nde Kafkasların haritası yoktu! İşte savaşa böyle güzel gelişmeler ve tam teçhizatlı(!) bir şekilde başladık. Moskof sabırsızdı. Doğu Cephesinden kolaylıkla Anadolu’ya geçeceğini tahmin ediyor ve planlarını yapıyordu. Pâyitaht’da sıkıntılar vardı, özellikle Doğu Cephesine yardım gidemiyordu. Askerler çaputsuz ceketsiz ve erzaksız bir şekilde Kafkasların sert ikliminde vatan savunması yapmaya hazırlanıyordu. Kafkas Cephesindeki muharebeler çok karışık ilerliyordu. Osmanlı ordusu ile Rus ordusu bir türlü birbiriyle yenişemiyordu. Osmanlı kazansa devamı gelmiyor, Ruslar kazansa istedikleri neticeyi alamıyordu. İlk savaş başladı, 25 Ağustos’ta Gedikler’de ve Ekim başlarındaki Yahniler Muharebelerindeki başarılardan ötürü Müşir Paşa, Gazilik unvanı ile şereflendirildi ancak zafer sevinci uzun sürmedi. 15 Ekim’deki Alacadağ Muharebesi’nde Ruslar büyük bir orduyla Osmanlı kuvvetlerini bozguna uğratmış, Kars ve Erzurum’un çevresini işgal etmişti. Durum kötüye gidiyordu. Alacadağ Yenilgisi üzerine bir de Deveboynu Muharebesi de hüsranla sonuçlanmasın mı? Ruslara sürekli takviyeler geliyordu ve Alacadağ Muharebesindeki askerlerini katlayarak Deveboynu’na gelip Osmanlı ordusunu mağlup ediyordu.
Burada bir parantez açalım. Peki nasıl oluyordu da Ruslar bu kadar çabuk takviye alıp bizim karşımızda asker kaybetmesine rağmen 2 hafta sonra yüzbinlerce kişiyi yeni muharebeye getirebiliyordu? Anlatayım. Ruslar ele geçirdiği bölgelere hemen demiryolu inşa edip başkentten takviyelerini kolayca ilerletebiliyordu da ondan! Günümüzde hala o bölgede kullanılan evler ve yollar o günlerden temellidir. Peki bizimkiler nasıl takviye hazırlığı yapıyordu? Güleceksiniz belki ama biz de İstanbul’dan Karadeniz yoluyla Trabzon’a varılıp oradan Erzurum’a getirmeye çalışıyorduk! Bu şekilde Rusların en fazla 2-3 haftada ulaştığı takviyelere biz haftalar sonra bile ulaşamıyorduk. Bu yüzden de yenilgiler kaçınılmaz oluyordu. Deveboynu Yenilgisinden sonra belki de bütün ümitler bitmeye yakındı. Ama o da ne? Daha 1 hafta önce büyük bir yenilgi alan Osmanlı ordusu Erzurum Savaşı’ndan galip olarak ayrılıyordu. Rus ordusunun yüzbinleri bulan mevcuduna karşılık Osmanlı ordusu yalnız Erzurum ahalisi ve bir avuç askeri ile savunmaya geçmişti. Nene Hatunun ismini duyurduğu bu savaşta tabiri caiz ise Osmanlı tarafı kazma, kürek, çakı, sopa ne bulduysa Moskof’un karşısına o şekilde çıkıyordu. Aziziye Tabyası’nın bu şekilde savunulması ile Rusların Anadolu’ya girişi iyice zorlaşmıştı. Savaşın sonları yaklaşırken Payitahttan çekilen telgraf ile Müşir Paşa İstanbul’u savunmak üzere İstanbul’a çağırılmış ve Çatalca Kumandanlığına görevlendirilmiştir. Bu arada Ruslar Doğu Cephesinde Kars taraflarına çekilmiş ve buradaki son muharebeyi, yani Kars Muharebesini kazanarak 93 Harbi bitmiştir. Çatalca’da ise Müşir Paşa etkisini gösteremeden Ayastefanos Antlaşması çoktan hazırlanmış ve Avrupa Devletleri’nin de etkisi ile Berlin Antlaşması’nın tartışılması için görüşmeler başlamıştır.
Tarihimizin en büyük ve Türk gençleri için en önemli savaşlardan birisi olan 93 Harbinde Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın durumu böyleydi. Nice yetersizliklere, fitne ve fesadın kol gezdiği, kumandanlar arasında dedikodunun sardığı bir yerde Ahmet Muhtar Paşa görevini layıkıyla yapmış, yapmaya çalışmıştır. Türk gençliğine en büyük armağanı ise “her zaman yapacak bir şey vardır” sözünü; tarihimizin en zor savaşında fiilen yaşayıp olabilecek en güzel neticeyi çıkarabilmesi ve bizlere her zaman sebat etmenin gerekliliğini anlatmaktadır.
93 Harbinde şehit olan bütün atalarımıza rahmet olsun…
Bir dipnot düşmek gerekirse; 93 Harbindeki başarıları ile cihana ün salmış olan Müşir Paşa, daha sonrasında Pâyitaht emri ile Mısır’da görevlendirilmiş ve yaklaşık 20 yıl burada görev yapmıştır. Kazandığı bu ün ile pek çok radikal eylemler yapıp ününe ün katma fırsatı varken devletine olan bağlılığı ve kendi kaderi yerine devletin ve milletin bekasını düşünerek, kazandığı şöhreti bir kenara bırakması; bize hayatımızda vereceğimiz kararları nasıl bir tasavvur ile vermemiz gerektiği hakkında güzel bir ışık tutmaktadır.
Allah bizlere Müşir Paşa sabrı ve dirayeti versin.
İlim Sahasındaki Tecrübeleri
Kendisi sadece askeri sahada değil ilim sahasında da rol almış, pek çok eser vermiştir. Kendisi Astronomi âlimi ve büyük matematikçi olarak anılır ve bu şekilde tüm dünyada ve memlekette ün salar. Peki nasıl oldu da başarılı bir askerken bu kadar eser verip bir yazar ve âlimi olarak tanındı? Askerliğinden başka şehzade hocalığı ve Mekteb-i Harbiye öğretmenliği yapan Müşir Paşa, işte tam bu görevlerindeyken kendisini ilim sahasında geliştirmiştir. Yani sokak ağzıyla “artık hoca oldum biraz dinleneyim” dememiş, kendisini geliştirmeye devam etmiştir. Bu hakikatleri Osmanlının çöküş ve dağılış döneminde yaptığı gerçeğinin şuuruna varınca aslında ne kadar büyük ve zor bir iş olduğu anlaşılır. Osmanlı’nın yıkılmasında büyük bir etken olan Liyâkatsizlik hâkim iken, var olan düzenden farklı bir yola girmek her yiğidin harcı değildir. Bunu başarabilenler büyük insan ve anılmaya lâyık şahsiyetler olarak tarihimize geçerler.
Şimdi paşamızın eserlerine geçelim. Bizim bildiğimiz yaklaşık olarak yirmi iki eseri bulunmaktadır. Bazı eserlerine örnek olarak Riyazü’l Muhtar Miratü’l Mikat ve’l Edvar adlı eserini Mart 1864 yılında Erkan-ı Harbiye binbaşılığına getirildiği vakit yazmaya başlamış ve bu kitabında miladı takvimin esaslarını konu almıştır. Astronomi ve matematik ile ilgilendiğini bu eserinde görebiliyoruz. Serair ül-Kur’an adlı eseri ise din ile bilimin bir uyum içerisinde olduğu, Kur’an ayetleri ile tabiat kurallarının(sünnetullah) birlikte bakılması gerektiğini yazar ve savunur. Feth-i Celil-i Kostantıniyye adlı eserinde ise İstanbul’un fethini bir asker üslubu içerisinde her yönüyle teknik bir şekilde anlatır. Onun dışında kendi hayatını yazdığı Sergüzeşt-i Hayatım adlı iki ciltlik eseri bize Padişah Abdülaziz döneminde okulların durumu hakkında ve aynı zamanda Yemen, Karadağ gibi bölgelerdeki asayiş hakkında; tarihimizin en önemli savaşlarından biri olan 93 Harbindeki Doğu Cephesi hakkında çok önemli bilgiler verir. Bir savaşın içeriğini merak mı ediyorsunuz? Düşünsenize o savaşın kumandanı sizi karşısına geçirmiş ve teker teker böyle oldu diyerek anlatıyor. Tarih severler için inanılmaz bir kaynaktır bu kitaplar.
Vezir-i Azam Ahmet Muhtar Paşa
Balkan savaşlarının arifesinde II. Abdülhamid tarafından sadrazamlıkla görevlendirilen Ahmet Muhtar Paşa bu görevini çok kısa süre yapmıştır. Kendisi balkan savaşları konusunda bu savaşa girmenin sıkıntılarından bahsetmiş ve daha farklı bir yol ile çözülmesi teklifini vermiş, şu anki şartlarda kesinlikle girilmemesini savunmuştur. Ancak bu teklifinin kabul görmemesi üzerine sadrazamlıktan istifa etmiştir. Toplamda üç ay sekiz gün sadrazamlık yapan Paşa görevi boyunca devletin kaderini etkileyecek bir teşebbüste bulunmamıştır. Pek çok alanda aktif olarak çalışan Ahmet Muhtar Paşa siyasetin ihtirasına kapılmamış ve “Kaht-ı Rical” olmasına karşın kendisine teklif edilen bu görevi yerine getirmeye çalışmış ancak olmadığını, devletin ve milletin kaderini güzele götüremediğini fark ettiğinde görevinden istifa edip Osmanlı’nın en itibarlı koltuğu olan sadrazamlığı bırakmıştır.
Aslında Türk genci umutsuzluğa düştüğü an umudunu tazelemek için sadece tarihine bakması yeterlidir. Çünkü muzaffer ve şanlı bir tarihimiz olmasına karşın hiçbir milletin yaşamadığı felaketler de tecrübe etmişizdir. Varlık yokluk mücadelesi vermiş ve bu mücadeleden alnımızın akıyla çıkmışızdır. Alnımızın akıyla çıkabilmemizin en büyük sebebi geçmişimizi hiçbir zaman unutmamış ve tarih şuurumuzu hep diri tutmuş olmamızdır. Bir milletin başarısı tarih şuurunun millet sathında yayıldığı kadardır. Rahata kavuştuğu an geçmişini unutan ve tarih şuursuzluğuna düşen milletler ise yok olmaya mahkûmdur. İşte bu yüzden tarih çok önemli bir ilim dalı, bu şahsiyetler de bizim için harika bir umut teşkil etmektedir.
Sadece Ahmet Muhtar Paşa değil, tarihimizde pek çok önemli şahsiyet var, bu şahsiyetler arasından biz Ahmet Muhtar Paşayı yazımızın ana konusu edindik. Ancak Türk genci isterse tarihte pek çok büyük şahsiyet bulup umudunu tazeleyebilir.
Bizler, yarının söz sahipleri olarak bu şahsiyetleri bilmek ve tarihimizin şuuruna sahip olmakla mükellefiz. Naçizane ben düşündüklerimi ve bildiklerimi buraya aktarmak istedim.
Sağlıcakla kalınız.
Moskoftan intikamını alamayan Hacı Mehmet Ağa rahat uyusun, Ahmet Muhtar Paşalar yetişiyor…
2024-02-06
Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.