Son zamanlarda milliyetçi camiada çok sık duyulan birtakım kavramlar vardır. “Milliyetçiliğin yeni yüzyılı”, “milliyetçilikte yeni arayışlar”, “milliyetçilikte yeni hedefler”, “teknoloji, bilgi, bilişim, bilgisayar vb. çağında Türk milliyetçiliği”. Yani günümüzde sürekli olarak geleceğe yönelik planlar yapılmaya çalışılıyor, bu konuda konferanslar düzenleniyor, makaleler ve kitaplar yazılıyor. Dünyanın bugün bulunduğu durumdan yeni fikirler üretilmeye çalışılıyor. Hatta zaman zaman milliyetçiliğin önüne yeni kavramlar getirerek milliyetçilik de yenilenmeye çalışılıyor. Gelin görün ki bu çalışmalar hep sonuçsuz kalıyor, uygulanabilirlik bulunmuyor veya milliyetçiliğin ana unsuru olan Türk milletine dokunulamıyor. Yeni fikirler üretilmiyor, bütün yaşananlara rağmen heyecan yaratılamıyor. Milliyetçi camiada geleceğe yönelik bir karamsarlık seziyoruz. Sanki birileri bize milliyetçilik yapılacak bir şey değil, konuşulacak bir şey diyor. Biz de habire konuşuyoruz. Biraz bu durumun sebebini düşünelim.
Dünyadaki büyük ilerleme hamlelerine bakın. Geçmişten ilham alarak, ders çıkararak tüm topluma ruh veriliyor. Rönesans bunun en çarpıcı örneğidir. Konumuz Türk milliyetçiliği olduğu için örneği kendimize çekersek milliyetçi hareketlerin her zaman kendi milletinin tarihinden beslendiğini görürüz. Demek ki yeni bir şey söylemek için önce kendi geçmişini bilmek icap ediyor. Geldiğin yöne bakmazsan ilerideki yolların hangisinin doğru olduğunu anlayamazsın. Hepsi sana doğru gelir.
Geçtiğimiz günlerde Türk milliyetçilerinin hiç alışık olmadığı bir konuda bir konferans dizisi yapıldı. Konferansın başlığı “Türkçülüğün Esasları’nın 100. Yılında Türk Milliyetçiliğinin Yüz Yılı” idi. İlk bakışta göze çok farklı gibi görünmeyen bu konferans dizisinin yapılış amacı; geçtiğimiz 100 yılda Türk milliyetçiliğinin geldiği noktanın muhasebesini yapmaktı. Başta “100 yıl değerlendirilecek hep yapılmıyor mu?” denilebilir. Ancak biraz dikkat edilirse aslında Türk milliyetçileri tarihleri boyunca bunu hiç yapmadı. Türk milliyetçileri yaşadıkları yüzyılı hiç değerlendirmedi. Bu sebeple konferans önemliydi. Konferansın başarısı veya başarısızlığı, yani amacına ulaşıp ulaşmadığı, bir yana konu oldukça dikkat çekici: Muhasebe. Fikir hareketlerinin belki de pek alışık olmadığı bir kelime. İşletmeler sık kullanır. Sahi neden milliyetçiler bugüne kadar hiç bunu düşünmemişler? Biraz bunu konuşmak gerekir sanıyoruz.
Akla ilk şu itiraz gelebilir “Türk milliyetçiliğinin tarihinin yazıldığı birçok eser var. Bazısı bu tarihi kısmen, bazısı da tamamını belli konular üzerinden inceliyor. Katılmadığınız noktalar olabilir ama 100 yılın muhasebesi hiç yapılmadı demek doğru olmaz”. Dikkat edilecek kavramların karıştırıldığı hemen anlaşılıyor. Tarih incelemesi yapmak muhasebe yapmak değildir. Adı üzerinde, o bir inceleme. Muhasebe yaparken tabi ki tarih incelenecek ancak yeterli değildir. Muhasebe yapmak gerçekten de işletmelerin yaptığı gibi olur. Girdiler ve çıktılar tek tek ayrılır, hangi konuda neler yapıldığı eksiği ve fazlasıyla saptanır, sonunda ise geçen dönem ile gelinen nokta denkleştirilir ki buna bilanço denir. Denkleşirse sorun yok fakat denkleşmezse maliye ile sorun yaşayabilirsiniz. Fikirlerde ise bilanço kısmı çok önemlidir. Aslında bu bir yüzleşmedir, hesaplaşmadır. Biz bu işe girdiğimizde elimizde ne vardı, geldiğimiz noktada ne var? Böyle söyleyince bir suçlama gibi oluyor. Yine de amacımız suçlama değil değerlendirip bulunduğumuz noktayı anlamak. Bu sebeple karşılaştırmaya da ihtiyaç olacak. Adına ne derseniz deyin hesaplaşma için karşılaştırma yapmak lazım. Bir önceki referans noktası ile şimdi bulunduğumuz nokta arasındaki dönemi inceleyip sonuçta elimizdekileri değerlendirmek lazım.
Tarih konusuna geri dönelim. İdeolojilerin tamamı için tarih çok önemlidir. Çünkü ideolojiler kaynaklarını tarihten alır. Tabi bunun doğru olması şart değildir. Kendiniz de felsefenize uygun bir tarih yazarak ideolojinizi bunun üzerine kurgulayabilirsiniz. İster tarihi kısmen veya tamamen çarpıtsın ister olduğu gibi alsın bütün ideolojiler tarihe dayanır. Misal Marks tarihteki olayları birer sınıf mücadelesine ve bu sınıfların üretim araçları ile ilişkisine göre yorumladı. Feministler tarihe toplumsal cinsiyet ilişkilerindeki değişiklikler üzerinden baktı. Türk milliyetçileri ise tarihinin milletlerin birbiri arsındaki mücadelesinin temel olduğunu gördü. Bunların dışında Türk milliyetçileri tarihe başka yönlerden de değer verir. Atalarının hayatlarını, galibiyetlerini, mağlubiyetlerini, ülkülerini öğrenmek… Tarihe atıf yapmadan ideoloji oluşturmak imkansızdır. Ancak fikirler sadece kurulurken tarihten yararlanmıyor. Zaman ilerledikçe kendi tarihleri de oluşmaya başlıyor ve bu fikirlerin mensupları kendi tarihlerini inceliyor. Şu tarihte şu oldu, sonra bu oldu. Türk milliyetçileri de bunu yaptı. Yusuf Akçura bunu ilk yapanlardandır. Türkçülüğün Tarihi isimli eserinde kendinden önceki yüzyılda kim ne çalışma yaptı hepsini yazmış. Bunların dışında günümüzde belli konular üzerinden incelemeler yok değil. Atsız üzerinden yapılan incelemeler, MHP üzerinden yapılan incelemeler, yapılanların araştırıldığı geniş ansiklopedik eserler… Bunların her biri dürüst yapıldığı müddetçe de kıymetlidir. Peki bunlar yapılıyorsa neyi tartışıyoruz?
Aslında 2 mesele var. Birincisi; bu incelemelerin genelindeki amacın tarih öğrenmekten çok yargılama olmasıdır. Necdet Sevinç’in Duruşmalar adlı kitabında Oğuz Kağan’ın yönettiği bir mahkeme kuruyor. Yardımcıları Bilge Kağan ve Alparslan, başsavcı ise Atilla. İki adet olan duruşmaların birinde Emir Timur, diğerinde ise 2. Viyana Kuşatması’ndan tanıdığımız Merzifonlu Kara Mustafa Paşa yargılanıyor. Burada tarihi şahsiyetler, kendilerine yöneltilen suçlamalara cevap veriyor. Sonunu söyleyip heyecanını kaçırmak istemem. Okumanızı tavsiye ederim. Uzun lafın kısası belki Necdet Sevinç’in aklındaki mesaj o değildi ama benim aklıma gelen şey şu oldu: Eğer bir Atilla değilsen kimseyi suçlamaya hakkın yok, hele ki Oğuz Kağan olamadıysan hüküm de veremezsin. Bugün toplumumuzda ve maalesef Türk milliyetçilerinde kendi tarihlerini yargılama ve bir suçlu bulma hastalığı var. Dedikodu merakını saymıyorum bile. Türk milliyetçileri tarihlerini birtakım basit soruları cevaplamak için inceliyor. Atsız dinsiz mi, Atsız ile Alparslan Türkeş kavga mı etti, Abdullah Çatlı kim, 1960’larda Türkçülüğün içine İslamcılığı mı soktular?.. Soruları çoğaltmak mümkün. Bu sorular şuna benziyor: Timur mu haklı Yıldırım mı, Enver Paşa hain mi, Atatürk dinsiz mi? Bu soruların sebebi tarih merakı değil, sorumlu aramaktır. Bugün milletçe düştüğümüz bir hal varsa onun sebebi bir iki kişinin ihanetinde değildir. Tabi bunlar da etkilidir, yok saymıyoruz ancak bunlarla mücadele edemeyen de yine milletimizdir. Düştüğümüz durumdan da milletin sorunlarına üreteceğimiz çözümlerle kurtulacağız. Günah keçisi ile değil. Aynı cevap Türk milliyetçilerinin bugünkü sorunu için de geçerlidir.
İşte ikinci mesele de burada başlıyor. Türk milleti geçmişte sorunlarını çözmek için kendi değerlerini kullandı ve tüm cihana yayıldı. Daha sonra çıkan sorunların çözümünü kendi kökünden değil dışarılarda aradı. Bunun yarattığı problemleri çözmeye çalıştığımız bir vakadır. Türk milliyetçileri de bugün kendi fikir tarihine dönmek yerine daha önce mücadele ettiği ideolojilerden kendisine fikir devşirmeye kalkıyor. Bu alışkanlık da kendi tarihlerine bakarken sadece kim ne demiş diye düşünmekten ileri gidilememesine neden oluyor. Bu iki önemli sorun da karşımıza başka büyük problemi çıkarıyor. Şu an bulunduğumuz duruma nasıl geldik? Eskiden nasıldık ve nasıl öyle olmuştuk? Şimdiki durumumuz eskisinden iyi mi kötü mü? Neresindeyiz?
Bütün bu sorular ve daha fazlasının cevabı da muhasebe yapmaktan geçiyor. Yani kendinize bir referans noktası belirleyip bu noktada elinizde olanları bulunduğunuz noktaya gelinceye kadar incelemek. Eldeki birikim nerelerde kullanılmış veya kullanılmamış, koyulan amaçlara ne kadar ulaşılmış, tabi önce bu amaçların ne olduğunun tespiti de gerekli. Burada muhasebe nasıl yapılır sorusunun tam cevabını aramayacağız veya örnek bir muhasebe yapmayacağız. Bu başka bir konu.
Girişteki soruna geri dönelim. Türk milliyetçileri sürekli geleceği planlamaya çalıştığı halde niçin başarılı olamıyor. Çünkü gelecek inşa etmek için elinizdeki malzemeyi bilmeniz tanımanız lazım. Muhasebe yapan şunu bilir: Türk milliyetçileri neyin mücadelesini verdiler? Bu mücadeleyi nasıl verdiler? Bu mücadeleyi hangi vasıtalarla verdiler? Ellerinde ne vardı? Elindekileri nasıl değerlendirdiler? Bize miras olarak neler bıraktılar? Bu soruların cevabını bulmadan değil gelecek yüzyılı, önümüzdeki haftayı dahi planlayamazsınız. Bu kadar tarihle ilgilenen bir fikir hareketinin bunu göz ardı etmesi ne kadar acı değil mi? Gözünün önündekileri görememek. İşte bütün mesele bundan ibaret.

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.