“Yesili Hoca Ahmed” üçlemesi kitabının ikincisi olan “Hurmalığın Akdoğanı” ile serimize devam etmekteyiz. Beklenen bir doğum dememiz; doğacak olan kişinin Hoca Ahmet Yesevi olduğundandır. Kitabın başlangıcı bize yeni bir dönemin perdesini de aralamıştır. Bu dönem; Arslan Baba nesillerinden sekizinci neslin temsilcisinin vasıfları ve aynı zamanda onun, Hoca Ahmet Yesevi’yi bekleyişini yansıtmaktadır. Türklerin İslamiyet’e geçiş evresinin detaylı işlendiği bu romanda yalnız dinî unsurlar değil, Türklerin bütünüyle kültür unsurları da ele alınmıştır. Bununla beraber yönetim noktalarında Türk anlayışının hakimiyeti ve tabii olarak bu hakimiyeti engellemek isteyenlerin tasavvur anlayışları da birlikte işlenmiştir. Baştan sona anlatılagelen bir emanet ve emaneti sahibine teslim etme durumu, elbette yeni emanetçileri de ortaya çıkarmıştır. Hal böyle olunca “emanet anlayışı” okuyucuların zihninde genişledikçe genişlemeye devam etmiştir.
Arslan Baba, atalarının yattığı toprakları ziyarete gittiğinde tıpkı kendisinden önceki Arslan Babalar gibi emaneti zihin dünyasında tazeler ve bu sayede yüreğini dizginleştirir. Onlara yaptığı ziyaret, atalarından tek tek nasihat almak gibi olmuştur. Bir gün yine Arslan Bey; böyle bir ziyaretten sonra, temsili olarak bulunan hurmalığa doğru yürümeye başlamıştır. Yürürken dahi az evvel atalarının ruhuyla ve yürekleriyle yürüdüğünü kendisine tekrar tekrar hatırlatarak derin bir tefekkür deryasına dalmıştır. Bu tefekkürün yansıması kitapta şöyle anlatılmıştır:
İslam Peygamberi’ne “Kubbet’ül- Türkiye” dedirten otağı armağan olarak sunan Kanturalıoğullarından Arslan Baba ile Oğuz Han’ın ölüm otağında akdoğan kuşuna dönüşüp uçuşunu seyreden Aslan Beğ arasındaki zamanda akmak hoşluğu tarifsiz güzelliğiyle gönlüne doluyor; Bilge Kağan’ın otağında başsağlığı dileyen, Kültügün Beğ’in ölüm töreninde kağanın yanında yas tutan Kanturalıoğlu Arslan Baba ile kendisi arasındaki zamanı seyretmek de hoşluğu, tarifsiz bir yaşayış serinliğinde yüreğine güç katıyordu. Oğuz Han’ın vasiyetinden emanetleri, İslam Peygamberinin emaneti hurma ile aynı zamanda yoğruluyor görmek, hangi kula nasip olabilirdi ki?
Arslan baba, bu tefekkür ile hurmalıkta yürürken -Ay ışığıyla aydınlanan bu hurmalıkta- bir yabancı görür gibi olmuştur. Biraz etrafa bakındıktan bu yabancıyla karşılaşır ve tanışırlar. Kıpçak Türk’ü olduğunu söyleyen bu adam, kendisini aynı zamanda ‘Kara Bulak’ olarak tanıtır. Romanın devamında ise bu karakter, Arslan Baba’nın yanından yöresinden ayrılmayacak kadar onu pek sevecektir. Tanıştıkları andan ilerleyen zamana kadar ikisinin arasında geçen sohbetler, az evvel değindiğimiz bir noktayı da aydınlatmaktadır. Bu nokta ise, Türklerin İslamiyet’e geçişinin gerek kültür gerekse de şuur açısından detaylarını gösterir. Bu bakış açısıyla olsa gerek M. Necati Sepetçioğlu burada ‘Kara Bulak’ karakterini özellikle henüz Müslüman olmayan Gök Tanrı inancında, diyar diyar ölümsüzlüğü aradığını dile getiren bu Türk’ü romanında bilinçli olarak seçmiştir. Ölümsüzlük demişken zaten incelediğimiz bu roman serilerinin en kilit kelimelerinden birini de söylemiş bulunuyoruz. Arslan Baba, Karak Bulak ile yaptığı sohbetlerde Kara Bulak’tan gelen peş peşe sorulara karşılık olarak ona yaratılışının manasını şöyle tarif etmektedir. Ölümsüzlük de bu ifadelerin içinde saklıdır diyebiliriz:
…Sen anlaşılan çokça gezen, çokça yürüyen birisin. Tabiatın içinde, bağ da bahçe de görmüşsündür. Çilek çilekliğiyle güzeldir, erik erikliğiyle, dut dutluğuyla. Çileği çilekliğiyle, eriği erikliğiyle, ak dutu, kara dutu kendi görünümlerinde bir güzel çini kâseye diziver; ne hoş bir renkler ve tatlar albenisi oluştururlar. Görünüşün uyumuna bakar kalmaz mısın? Say ki dünya, bu dünya bir çini kasedir; topluca güzelliği oluşturan uyum, yetmiş iki millettir… Yetmiş iki milletin dünya üzerinde hoşça, güzelce bir uyumda, bir arada yaşaması insana haz vermez mi? Lakin çilek ayrı tatta, ayrı renktedir; çilekliğince yaşar o. Erik erikliği, dut dutluğu ile; ne çilek dutu yok eder ne dut eriği! Bütünün gücüdür bu, hoşluğun gücüdür. Hay Hızır Bulak! Ayrıcalıklardan bir araya gelmiş bir bütünlük?.. Bütünlüğün dal dal ayrışıp dağılışı, toplanışı sonra bir araya gelişi… Allah, insanı bunun için yaratmadı mı?
Bu düşünceler aynı zamanda Alperenlik kimliğinin zeminini oluşturmaktadır. “Koyunların çoban için değil, çobanın koyunlar için” olduğu anlamlandırmasında Arslan Baba, konuşmalarıyla Kara Bulak’ı etkilemiştir. Tüm bunlara aslında yabancı olmayan Kara Bulak; elbetteki Gök Tengri’nin kırılanı birleştireceğini, yırtılanı bütünleştireceğini, insanları da bunun üzerine yarattığı anlayışına yabancı değildi. Ak Şaman olarak bilinen dedesinin de Gök Tengri ile ilgili anlattıklarını düşündüğünde Arslan Baba’nın Allah’ı anlatması arasında bir fark olamadığını fark etmeye başlamıştır.
Ölümsüzlük ilacının var olup olmadığına dair tartışma devam ederken en sonunda bunun cevabı şöyle takdim edilmiştir:
Ölümsüzlük ilacı insanın umutlarıdır” dedi Arslan Baba, sesi çok inandırıcıydı; “Sesin umutların, sesin hayallerin Hızır Bulak, sesin düşlerin… ölümsüzlük ilacıdır. Umutlarına sahip olabiliyor musun? Hayallerine güveniyor musun? Düşlerin senin kurumanı önleyebiliyor mu? O vakit, ölümsüzlük ilacını avuçlamışsın demektir a yoldaşım… iç, iç, içebildiğin kadar içsene!
Ölümsüzlük bir umut ve o umut uğruna gayretse o umut, Hoca Ahmed Yesevi’ydi.
Romanın devamında ise Arslan Baba ile İbrahim Şeyh’in karşılaşması önemlidir. İbrahim Şeyh ise bilindiği üzere Hoca Ahmed Yesevi’nin babasıdır. Emanetin önemini bilen İbrahim Şeyh Arslan Baba’yı çeşitli konularda yönlendirmekten geri durmamıştır. İlerleyen zamanlarda Arslan Baba ile İbrahim Şeyh’in kızı karşılaşacak ve aralarında güzel bir duygu aktarımı olacaktır. İbrahim Şeyh’in gözünden Arslan Baba kitapta: “Dostun dosta açılışında bütün bir çiçeklenme” olacağı şeklinde geçmektedir. İbrahim Şeyh ise Arslan Baba’ya olan sevgisini şöyle tarif etmektedir: “Su da sevgi gibidir işte… hasretlisini kavuşturunca çiçeklendiriyor böylece…”
İbrahim Şeyh, hatununun gebe olduğunu ve doğumunun yakın olduğunu belirterek Arslan Baba ile dönemin ileri gelenlerini ziyarete gelemeyeceğinden bahsedince, Arslan Baba için burası bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönüm noktası ise beklenen doğumun yakınlaştığına yönelik hisler olarak kitapta yerini bulmuştur. Bu hisler, İbrahim Şeyh’in sözleriyle taçlanıp Arslan Baba’nın düşüncesinde belki de kesinlik kazanmıştır. Şöyle ki:
“… hatunun doğumu yakın; oğlum, doğunca görmeliyim…”
“Oğlun mu? Şeyhim bilerek mi söyledin?”
“Tanrı yazdıysa… niçin olmasın?”
“Ben de isterim elbette şeyhim. Bu kadar mı yakın idi doğum?”
“Bilmiyorum. Benimki bir beklenti, sadece bir beklenti, bir istek. Geçen hafta üç gece, Dolunayda ve sonrasında üç gece bir kurt uzun uzun seslendi. O günden beri ak başlı ak kuyruklu alaca kartal ikindileri evimizin üstünde uçuyor. Kurt da alaca kartal da evde doğum yakın ise uçarlar; oğlan çocuğun doğacağına işarettirler…”
Devamı diğer yazımızda…

Comments are closed, but trackbacks and pingbacks are open.